İngiltere, 1800'lü yılların başında sanayi devrimini tamamlamış dünyanın süper gücü olmuştu. Ticaretini artırmak amacıyla Dünya pazarlarını birer birer ele geçirme çabasına girmişti. Oysa aynı tarihlerde, Fransa, Almanya, Avusturya ve Amerika henüz sanayi devriminin başındaydılar. Ve bu ülkeler, sanayileşebilmek için ulusal pazarlarını İngiliz mallarına karşı korumak zorundaydılar. Bu nedenle, ulusalcı politikalar uygulayarak, yüksek gümrük vergileri koyup İngiliz mallarının ülkelerine girmesini engellediler.
Avrupa ve Amerika pazarlarına giremeyen İngiliz ticaret ve sermayesi, Latin Amerika'dan Çin'e kadar pek çok ülke ile serbest ticaret anlaşmaları imzalamış sıra, Osmanlı Devleti'ne gelmişti. Osmanlı tahtında Padişah II. Mahmut 1808–1839 oturmaktaydı. Sadrazam ise İngilizlerle iyi ilişkiler içerisinde olan Mustafa Reşit Paşa idi. Mustafa Reşit Paşa, Osmanlı Devleti'nin kurtuluşunu, Avrupalılaşmakta görüyor, başta İngiltere olmak üzere Avrupa devletleriyle serbest ticaret öneriyor ve "Ülke, serbest ticaret sayesinde büyük bir hızla sanayileşecektir." Diyordu O dönemde batıda bütün ülkelerde sıkı bir gümrük politikası uygulanmaktayken, Osmanlı Devleti'nde gümrük vergisi %3 civarındaydı.
Ancak Osmanlı hükümeti de 1826'dan itibaren, esnafın işsiz kalmasını önlemek maksadıyla yabancıların iç dağıtım şebekelerine girmesinin mümkün olmadığı bir nevi himaye sistemi olan tekel usulünü uygulamaya koymuştu. Tekel uygulaması özellikle İngiliz tüccarlarını son derece rahatsız ediyordu. Çünkü İngiltere'nin Osmanlı Devleti'ni gönlünce sömürmesini engellemekteydi.
Bu durumda İngiliz diplomasisi, Osmanlı bürokrasisinin zayıf ve bunalımlı bir devresini kollamaya başladı ve bu fırsat 1838'de İngilizlerin karşısına çıktı. Mısır'da İngiliz destekli Mehmet Ali Paşa isyanı çıkmıştı. Mehmet Ali Paşa'nın oğlu İbrahim Paşa komutasındaki Mısır ordusu Kütahya'ya kadar gelmişti. Zayıf bir Osmanlı Devletinin varlığını sürdürmesini çıkarlarına uygun gören İngiltere araya girerek isyanın bastırılmasına yardım etti ve Osmanlı Devleti ile hanedanının bir süre için dahi olsa yaşamasına izin verdi. Ama bu lütfun bir bedeli olmalıydı. Osmanlı Devletinden istenen gümrük duvarlarının indirilerek, Sanayileşmiş Batı'nın ürünlerine kapıların açılmasıydı.
Çok gizli tutulan pazarlıklar sonucunda, 16 Ağustos 1838'de Osmanlı-İngiliz ticaret antlaşması Baltalimanı'nda Mustafa Reşit Paşa tarafından imzalandı. Antlaşma, 8 Ekim 1838'de Kraliçe Victoria, bir ay sonra da Sultan Mahmut tarafından tasdik olundu.
Osmanlı Devleti'nin çöküşünü başlatan bu antlaşmaya göre; İngiliz tüccarlar, hiçbir kısıtlama olmadan her tür malı tüm Osmanlı topraklarında hem iç hem dış ticaret amacıyla alıp satabilecekler, İngilizlerden mal alım ve nakli için belge istenilmeyecek,
İngiliz tüccarlar, iç ticarette yerli tüccarlardan fazla vergi ödemeyecek, yabancı mallar Boğazlardan serbestçe geçecek, Osmanlı vatandaşlarına tanınan tekel haklar iptal edilecek, bu antlaşma, süresiz olarak yürürlükte kalacak ve anlaşma tüm Avrupa devletleri için de geçerli olacak.
Fransa, menfaatlerine ters düşeceğini düşünerek bu antlaşma hükümlerine önce şiddetle karşı çıktığı halde, çok geçmeden 25 Kasım 1838'de son maddeye istinaden aynı hükümleri ihtiva eden bir antlaşma imzaladı. Bunu, Avrupa'nın diğer devletleri takip etmekte gecikmediler. 31 Ocak 1840'ta İsveç ve Norveç, 2 Mart 1840'ta İspanya, 14 Mart 1840'ta Hollanda, 30 Nisan 1840'ta Belçika, 1 Mayıs 1841'de Danimarka ve 20 Mart 1843'te Portekiz ile antlaşmalar imzalandı
Antlaşma imzalanınca, O zamanın İngiliz dışişleri bakanı Lord Palmerstone bu antlaşmanın İngiltere için bir şaheser olduğu, ifadesini kullanırken Avusturya başbakanı ise İşte Osmanlı şimdi bitti diyerek, Osmanlı'ya büyük bir darbenin vurulduğunu daha işin başında söylemekten kendini alamamıştır.
Aradan yirmi yıl geçtikten sonra, 1858'de antlaşmanın tesirlerini anlatan İngiliz Edward Michelson ise; "Yabancı ülkelerde büyük ünü olan Türk sanayisinin birçok kolları, şimdi tamamen yok olmuştur. Bunlar arasında pamuk sanayii başta gelir ki, bunlar artık tamamıyla İngiliz sanayi tarafından sağlanmaktadır. Şam'ın çelik bıçakları, Kıbrıs'ın şekeri, İznik'in çinisi hep yok olmuştur. Bütün bu sanayi kollarının, bugün, Türk topraklarında artık izi bile kalmamıştır" derken, Türk sanayiinin düştüğü acı durumu dile getirmiştir.
Osmanlı iç pazarı, Batı'nın sanayi ürünlerine açıldı, dış ticaret dengesi bozuldu. Tüketim açgözlülüğü körüklendi. Sınırlı ve hatta yok denecek bütçe tükendi. Gösterişçi tüketime giden para, ordunun ve bürokrasinin modernleşmesine yetmemeye başladı.
1854'de Kırım Savaşı'nı kaybettik. Bütçeyi rahatlamak için ilk dış borçları aldık. İlk devlet tahvillerini çıkarttık. 1875 Ramazan Kararnamesi geçici olarak imdadımıza yetişti, vadesi gelen borçların sadece yarısının ödeneceği açıklandı, 1876'da parasızlık yüzünden ödemeler durduruldu.
1879'da durum büsbütün vahimleşmişti. Sırf bu yüzden yeni bir vergi İdaresi kuruldu. Faiz ve anapara karşılığı olarak devletin, damga, içki, balık avı, tuz ve tütün gelirlerine el konuldu. Para yine yetmedi. Eylül 1881'de Muharrem Kararnamesi çıktı. 1858–1874 seneleri arası yapılan borçlarını kapatmak için devlet hazinesi, Alman, Avusturya, Fransız ve İtalyan alacaklılarla, Osmanlı Bankası ve Galata bankerlerini temsilen, sekiz kişiden oluşan Düyun-u Umumîye-i Osmanlı İdaresi Meclisi'ne bırakıldı. Tuz, balık avı, tütün, alkol ve damga pulu vergilerini artık bunlar toplamaya başladı. En bereketli gelir kaynağı tarımdı. Yabancı sermaye kendi arasında işbirliği yaptı. 1884 yılında Reji İdaresi kuruldu. 1886–1903 arasında dokuz, 1903–1908 arasında beş borç daha alındı. Kumpas çok iyi çalışıyordu.
Derken, Trablusgarp 1911–1912 ve Balkan 1912–1913 savaşları arasında, yine ''hazine tahvilleri'' imdadımıza yetişti. Bütün paralar dışarıya gitti, memur maaşları ve müteahhit alacakları ertelendi. Birinci Dünya Savaşı çıkınca İngiliz ve Fransızlar Türkiye'den kaçtı. Düyun-u Umumîye, Alman-Avusturya-Macaristan takımına kaldı.
Maliye bu durumda iken Mustafa Kemal Atatürk kurtarıcı olarak bir güneş gibi meydana çıktı. Ankara Hükümeti güçlenince, yabancıların denetlediği gelir miktarı da düştü. Lozan Antlaşması hem uzlaşma sağladı, hem gelir kaynaklarımızı bize iade etti. Düyun-u Umumîye, Türkiye sınırları dışına çıkartıldı ve Türkiye Cumhuriyeti'nin ödediği taksitleri alacaklılara ulaştıran bir aracı kurum durumuna getirildi.
Vaktinde ödenmemiş borçlarımızdan doğan faizler için 22 Nisan 1933'te, sözde alacaklılar ile pazarlık masasına oturduk Osmanlı borçlarından payımıza düşenin son taksitini 25 Mayıs 1954'te ödedik.
Ocak 1978'de bugünün uğursuz temeli Dünya Bankası'nca hazırlanan raporla atıldı. Hükümetler bu rapora uymayı kabullenmek istemediler, 1980 darbesiyle uygulamaya konulan bu raporla, Türkiye'nin 1978'e kadar başarıyla süren kalkınmacı, bireysel sermaye birikimlerine dayalı yapısı, büyük ölçekli çokuluslu sermaye ilişkilerinin kontrolünde serbestleşmeyi savunan bir dinamiğe dönüştü. 1980 sonrası yok denecek kadar az olan borç stokumuz, her yıl bütçemizin yüzde 40-50'sini vermemize rağmen 300 milyar dolara dayandı.
Osmanlı Devleti'nin çöküşünü hazırlayan Balta Limanı Antlaşması'nın bir benzeri, hatta daha da ağırı Kasım 1995'de imzalanıp 1 Ocak 1996'da yürürlüğe girdi. Bu kez anlaşmanın adı, Gümrük Birliği Anlaşması idi.
Avrupa Birliği'ne girme rüyası ile Koalisyon Hükümeti tarafından imzalanan bu anlaşma ile Türkiye, AB'nin 15 üyesi ülkeye karşı tüm gümrük duvarlarını indirdi. Avrupa Birliği'ne tam üye olmadan Gümrük Birliği'ne girmiş tek bir ülke yoktu. Gümrük Birliği Anlaşmasını imzalayan Başbakan Yardımcısı ve Dış İşleri Bakanı şöyle diyordu:"Türkiye'yi güçlü ve önder bir ülke yapacağız, Avrupa Birliği'ne taşıyacağız."
Türkiye'nin sekiz yılda 85 milyar dolar kaybına neden olan Gümrük Birliği Anlaşması, TBMM'nin onayına sunulmamış, Yüce Meclis'ten geçirilmeden uygulamaya konulmuştu.
Gümrük Birliği'ne girmemiz, ülkemizi daha büyük bir pazar haline getirmekten başka bir sonuç doğurmadı. Bu da göstermektedir ki, Gümrük Birliği dış ticaret hacmini artırsa da bu artış ülkemiz ekonomisine olumlu bir şekilde yansımamıştır. Aksine 1987–1995 yılları arasında her yıl ekonomiden dış ticaret açığına giden ortalama 7,6 milyar dolar, Birliğe girişimizden sonra 1996–2004 yıllık ortalama 19,7 milyar dolara yükselmiştir. Bu açıdan bakıldığında Gümrük Birliği Anlaşması'nın yürürlüğe girdiği 9 yıldan beri yıllık ortalama 12 milyar dolar fazladan dış ticaret açığı vermiştir. Yani Gümrük Birliği ülkemize yıllık 12 milyar dolar dış ticaret açığına mal olmuştur.
Balta Limanı Antlaşması'ndan bin beter Gümrük Birliği Anlaşması'nın Türkiye'ye zararı 85 milyar dolarla sınırlı kalmadı. Bu, sadece bir başlangıçtı, gerisi çorap söküğü geldi. İMF, Ankara'ya demir attı. Peşi peşine Niyet Mektupları imzalandı.
Özelleştirme adı altında, Türkiye'nin ekonomik kaleleri olan Petkim, Tekel, Tüpraş, Seka, Telekom, Sümerbank, Şekerbank birer birer Türklerin elinden alındı. Washington ve Brüksel'de hazırlanmış olan Tahkim, Uyum Yasaları, İkiz Yasalar gibi Türkiye'nin bölünmez bütünlüğünü ve egemenliğini tehdit eden yasalar, TBMM'den 15 günde 15 yasa jet hızıyla geçirildi.
Sömürgeciler, Türkiye'de şeker pancarı, tütün, pamuk üretimlerini kısıtladılar, Türk tarım ve hayvancılığını öldürdüler. Türk tarım arazileri de Yunanlılara, İsraillilere, Almanlara, İngilizlere Amerikalılara satılmaya başlandı. Kıbrıs, Girit'e döndürülmek istendi.
Aslında bir tarım ülkesi olan Türkiye; buğdayı, unu, şekeri, soyayı, tütünü, ayçiçeğini, pamuğu, eti ithal eder duruma düştü. ABD ve İngiltere, Irak'ı işgallerinde Türkleri tetikçi olarak kullanmak istediler, direniş görünce de Türk askerinin kafasına çuval geçirdiler. Türkiye'nin iç pazarları, ticareti de yabancıların eline geçti. Tekstili, sütü, yoğurdu, ayranı, şekerlemeleri de artık yabancılar üretip satmaya başladı. Türk halkının yarısı açlık sınırına dayandı, çoğu gençlerden oluşan ve üniversite mezunlarını da kapsayan işsizler ordusu 10 milyonu geçti. Bunları gördükçe insanın içi yanıyor.
Türk için dün biçilen kefen, bu gün tekrar biçilmek isteniyor. Vatanını, ulusunu sevmek artık çağ dışılık, geri kalmışlık olarak isimlendiriliyor. Dün Ali Kemaller vardı bu gün mebzul miktarda varlar. Kurtuluş savaşı öncesi Atatürk'ü ihanetle suçlayıp hakkında idam fermanı verenler, şimdi vatanseverleri suçluyorlar. Ne kadar acı gerçekler değil mi?
Necmi ÖZNEY
15.03.2007 Memleket haber
13 Haziran 2007 Çarşamba
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
1 yorum:
Ne de güzel özetlenmiş ülkemizin durumu! Balta Limanı Ant.na 80 yıl dayanabilmişiz buna kaç yıl dayanabiliriz acaba? Lütfen herkes yerli mal kullanmaya çalışsın! Yarabbim sen bizi bu kumpastan kurtar!
Yorum Gönder