21 Temmuz 2008 Pazartesi

GEÇ KALINMADAN MİLLİ ÇIKAR MUHASEBESİ YAPILMALI

11 Eylül 2001, dünyanın ABD tarafından yeniden şekillendirilmesinin başlangıcı olan bir milat olduğu ve bu tarihten itibaren artık her şeyin kökten değişeceği şeklinde propagandalar, olaydan hemen sonra ABD tarafından tüm dünyaya yayıldı.

Yaratılan bu korku sonucu, dünya şoka sokularak emperyalizmin yeni yüzünün, yani küreselleşmenin işaretlerinin verilmiş olduğunu anlamak için, ne keskin bir zekâya ve ne de derin bir birikime ihtiyaç var. Her şey o kadar açık ve seçik, o kadar net ve berrak ki, ortalama bir zekâ ve vasat bir inceleme bunun için yeter de artar bile.

Anlaşılan o ki, hiçbir şey artık eskisi gibi olmayacak, Dünya’da pek çok şey değişecek ama hangi yolla ve kimin önderliğinde? Kimler neler kazanacak, kimler neler kaybedecek? Çünkü küreselleşme denilen meseleye yalnızca ABD gözlüğü ile bakmak, ülkeler ve halkları açısından hayati tehlike arz eden bir düşünce tutulması demektir.

Küreselleşmenin bize anlatıldığı ve gösterildiği gibi olmadığının farkına varmak için, milli duyguya sahip bir zekâ ve kendi devletinin çıkarlarının muhasebesini yapmak yeterlidir.

Bundan böyle, emperyalizme karşı çıkan ve bu oyunun kurallarını iyi kavrayan milletler, tarihin sırat köprüsünü aşacak, emperyalizme teslim olan ve karşı çıkamayanlar ise tarihe gömüleceklerdir.

Tarih, kendi benliğini, kendi özünü bozmadan dünyanın değişimine uyum gösterebilen toplumlara hayat hakkı tanır. Kendi özlerine sadakatsizlik yapmadan gelişen milletler, tarihi aşabilen toplumlar olacaktır.

Direnç gösteriyoruz, ama çağdaş medeniyete değil. Direnişimiz, Batı’nın bize uygulamak istediği yeni küresel emperyalizme. Milli ve kararlı duruşlarımız sonucu, AB ve ABD kendi dışındaki dünya olarak kabul ettiği bizlerle birlikte yaşamayı, dünyayı hakça paylaşmayı öğrenmek ve kabul etmek mecburiyetinde kalacaktır.

İnsanlığın kurduğu medeniyet bir bütündür. Batı’nın batılılığı kendine aittir. Batı sınırları dışındaki halka aşılanmaya çalışılan ikircikli batılılık, kopya, deforme ve yozlaşmış bir batılılıktır. Ne şekilde olursa olsun, batılılaşmak adına kendi değerlerini göz ardı ederek ulaşılan bir sözde medeniyet, çakma bir medeniyet olacaktır. İşte şu sıralarda küreselleşme adı ile kurulmaya çalışılan yenidünya düzeninin hikâyesi de çok kalın çizgilerle bundan ibarettir.

Daha önceleri, tarihin gidişatını değiştirmeye çalışan emperyalizmin istekleri nasıl tahakkuk etmemişse, şimdiden sonrada tahakkuk etmesi beklenmeyecektir.

Daha iyi ve daha yüksek medeniyetin ipuçları da Biz'de bulunmaktadır. Batı, insanlığa verebileceklerini ve bunun karşılığında almayı düşündüklerini zaten fazlası ile almış durumdadır. Bundan böyle bizim verecek hiçbir şeyimiz yoktur ve artık bundan böyle, hak edebilirsek gelecekteki başarılar bizimdir.

Gelecek başarılar için Biz’lerin yapması gereken şeyler ise, çok basittir. Temel değerlerimizin doğruluğundan asla şüpheye düşmeyeceğiz. Bu değerlere, kendimize ve potansiyel gücümüze güveneceğiz. Aklımızı iyi kullanacağız. Dünümüzü, bugünümüzü iyi anlayacağız ki geleceğimizi daha iyi yazabilelim.

Kemalizm’in ve milli kültürümüzün günümüzde büyük saldırılara maruz kalmasına rağmen, hâlâ ayaklarımızın altındaki zeminin çok sağlam olduğunu ve yüreğimizin içinde yakıcı kor ateşlerin saklı olduğunu asla unutmayacağız.

Bu âlemin sahibi ve O'nun bize bahşettiği Atatürk ruhu, içimizdeki volkanı harekete geçirecek ve bu dünyanın emperyalizm tarafından gasp edilmesine ve insanlık onurunun söndürülmesine asla izin vermeyecektir.

Necmi ÖZNEY

13 Temmuz 2008 Pazar

YİTİK TABLETLER VE KEMALİZMİN EVRENSELLİĞİ

Türk halkı, maddi ve manevi olarak sahip olduklarının, ya bilincinde değil, ya da Atatürk ve Türkiye düşmanlarının yönlendirmesi ile bilinci bozularak kirletilmiş ve tahribata uğratılmış vaziyettedir.

Atatürk ilke ve fikirlerini yalnızca Türkiye ve Türk Milleti açısından değil, evrensel yönü ile de ve özellikle ABD ve AB'nin, Türkiye için bugün nasıl politikalar planladığı ile birlikte değerlendirmek gerekmektedir.

Atatürk şahsı ve ilkelerindeki ulusçu duruşu ve emperyalizme karşı kazandığı mücadele sayesinde, Kemalizm, tarih için kesinlikle evrensel bir niteliğe bürünmüştür.

Atatürk, 18 Ekim 1921 günü Büyük Millet Meclisi'nde yaptığı bir konuşmada,"Anadolu'daki bu savunma, yalnız kendi varlığımızı korumak kaygısı ve zorunluluğu içinde değil, aynı zamanda Doğu ülkelerine yönelik saldırılara karşı bir engel oluşturmak amacıyla yapılmıştır."

7 Temmuz 1922'de ise,

"Eğer Türkiye'nin yürüttüğü mücadele sadece kendi için olsaydı, belki daha az kan dökülecek, savaş daha kısa sürecek ve daha çabuk sonuçlanacaktı. Türkiye, Doğu'da baskı altındaki ülkelerin davasını savunmak için büyük ve önemli çabalar sarf ederken, bu ulusların onu destekleyeceklerinden ve birlikte hareket edeceklerinden emindir."Demiştir.

Atatürk'ü yalnızca savaş kazanan milli bir kahraman değil, hayatı süresince ülkesini ve halkını ön plana alarak düşünen büyük bir devrimci ve reformcu tarafını da önemle vurgulamamız gerekir.

Tüm güçlükler karşısında, ulusunun yeniden doğuşunu ve bağımsızlığını sağlayan Kurtuluş savaşının büyük lideri Gazi Paşa hakkında, Habib Burgiba O'nu, "Üçüncü Dünya ülkelerini sömürgeciliğin şiddetinden kurtaran ve bu ülkeleri Doğu ile Batı blokları arasına yerleştiren büyük devlet adamı." Olarak niteler.

Hintli Müslüman düşünür Muhammed İkbal, 1922 Temmuz ayında Atatürk için yazdığı şiirde, Ata'yı, "Düşman işgaline boyun eğmek zorunda kalan Sultanın kaderine karşı koyan, başkaldırmanın yaratıcı aşkını oluşturan insanüstü kişi" olarak tanımlamıştır.

Atatürk'ün sayesinde Türkiye, 1924 yılı öncesi Müslüman uluslar için örnek bir ülke olmuş ve bu örnekleme zamanın ilerici aydınların hayranlığını kazanmıştır.

Rusya'da Ulema Giarallah, 30 Aralık 1923'de Kahire'deki El Ekber gazetesinde verdiği demeçte şöyle demiştir; "Türkiye, Müslüman halklar için bir model ve İslam ulusları için en güzel örnektir. İslam dünyasının iktisadi ve siyasi bağımlılıktan kurtulması, tamamen Türkiye'nin kaderine bağlıdır."

Atatürk ile çağdaş olan İslam ulemaları arasında ve halen büyük saygı gören yukarıda adı geçen iki ulemanın fikirleri böyle.

Halkı Allah ile aldatarak dini politikaya alet edenler, Türk halkının AB karşısında gardını düşürmek için, Atatürk ve Atatürkçü karşıtlığı yapanlar, biz biliyoruz, siz ne yaptığınızın farkındasınız.

Necmi ÖZNEY

7 Temmuz 2008 Pazartesi

VATANDAŞ BAĞIMLININ BASIMLISININ BAĞILIMLISI OLMUŞ

Batılı temsilciler ve Büyükelçilerin, Türkiye’de ki davranışları, BM Şartlarını, Diplomatik İlişkiler Hakkındaki Viyana Sözleşmesi'ni ve diplomatik teamülleri yok saymaları, Türkiye’nin iç işlerine müdahale ve Türkiye’yi sömürge bir ülke gibi gördükleri anlamına gelmektedir.

Türk askerini, Türk Silahlı Kuvvetleri'ni ve Atatürkçü Düşünce Sistemi'ni hedef alan görüş ve beyanlara, dikkatli bir gözle bakmamız gerekir. Türkiye ve Türklük karşıtı yapılan söylemlerine rağmen, hala ısrarla yanında ve içinde yer almak istediğimiz ABD ve AB Türkiye’de neler yapmak, neyi gerçekleştirmek istiyorlar? Ordu olmasaydı neler yapılacaktı? Bunları bir düşünmek gerekir.

Ulus olmak, ulusal değerlere yöneliş ve bu değerlere sahip çıkma ile ifade edilecek bir olgudur. Bu bağlamda laiklik ilkesi ile takviye edilmiş din, dil birliği, kültür birliği, ulus olma sürecinin temelidir.

Uyum yasaları, din, dil ve kültür birliğinin parçalanmasının önünü açmıştır. Bir ulus devlet olan Türkiye Cumhuriyeti'nin üzerine bina edilmiş olduğu, Atatürk ilkeleri ve Atatürk milliyetçiliği gibi temellerden yoksun bırakma çalışmaları, Türkiye Cumhuriyeti'nin dibi görülmeyen bir uçuruma itilmesi anlamına geliyor ise, buna, bu vatanın evlatlarından hiçbiri seyirci kalamaz.

Türk Kültürü, Türkiye Cumhuriyeti'nin üzerinde yükseldiği temel değerdir. Bir taraftan çağdaş medeniyet yutturmacası ile Avrupa Kültürü içinde yer almaya itiliyoruz, diğer taraftan da zorlama yerel kültürler yaratıp bunları öne çıkarma eğilimi içindeyiz. Hani nerede benim kültürüm? Hangi değerlerin dersine çalışacağız? Çağdaş medeniyet dedikleri içi kof AB kültürüne mi? Yoksa feodal çağda kalmış yerel kültür dediğiniz şeylere mi? Aslında bütün bu samimiyetsiz ikilemler, Türk Kültürünü ve dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti’ni bölmek parçalamak yok etmek için yapılmaktadır.

Ülkesini ve ulusunu seven, Türkiye Cumhuriyeti Devletine sadakatle bağlı olan bireylerin, bu gelişmelere seyirci kalmasını bekleyemezsiniz. Buna rağmen besleme sivil toplum kuruluşları, medya ve yerel yönetimler halkı bir anlamda kontrol altına almaya çalışmaktadırlar.

Aynı anda birçok iş kolunda faaliyet gösteren ve devletten aldıkları krediler ve ihaleler ile zenginliklerine zenginlik katan gazete patronları, her hangi bir siyasi iktidarı ne kadar eleştirebilirler? Böyle bir medyanın, demokrasi gereği, görevi olan, halkı aydınlatma görevlerini yapacaklarına inanmak mümkün değildir. Devletten ucuz kredi alan veya devlete olan borçlarını uygun koşullarla zamana yayan gazete patronlarının, devlet çarkının başındaki herhangi bir siyasi partiyi karşısına alması mümkün değildir. Birden fazla gazete çıkarmak, bu gazetelerden birinde iktidarı eleştirmek diğerinde ise iktidarı övmek, söylenecek bir şey yok, insanın ağzı bir karış açık kalıyor.

Yerel yönetimler ise, genelde yokluk ve yoksulluk içinde yaşanılan varoşlara nakdi ve ayni yardımlarda bulunarak ve halkın geri kalanına ise, süslü gösteriler ve bedava halk konserleri gibi etkinlikler düzenleyerek, insanları kontrol altında tutmaktadırlar.

Yerel yönetimlerin yöneticileri, bu etkinlikleri, halktan topladıkları paralarla yapmaktadırlar. Bu etkinlikler, yerel yönetimlerle iş yapan müteahhitlere yaptırılıyormuş gibi bir hava yaratılsa da, müteahhit ile yerel yönetim yöneticileri ihale konusunda anlaşırken, bunu da hesaba kattıkları için, müteahhidin verdiği para yine halkın cebinden çıkıyor. Bunu yalnızca AKP’li yerel yönetimler yapmıyor hepsi yapıyor.

Mısır'da terör örgütü olarak kabul edilen bir Örgüt, Mısır'ın güneyindeki yoksul bölgelerindeki halka, Türkiye'deki yerel yönetimlerin yaptığı türden yardımlar yaparak varlığını korumaya ve sürdürmeye çalışmaktaymış, yani arada bir fark yok. Halkı kendine bağlı ve bağımlı olarak tutmak. İşte gerçek maksat budur.

Halk bilinçli olarak, yardım bekleyen bir duruma itilmekte, buda, halkın sürekli olarak kendilerini birilerine bağlı ve bağımlı hissetmesini sağlamaktadır. Yerel yönetimlerin, harcanan bu büyük paralar ile istihdam ve üretim sorunlarına çözümler bulması mümkünken bunu yapmamaktadırlar.

Bu nasıl bir sarmaldır ki vatandaş, bağımlının, bağımlısının ve onların bağımlısının bağımlısı yapılmıştır.

Necmi ÖZNEY