30 Ocak 2008 Çarşamba

EKONOMİNİN MANZARASI

Türkiye ekonomisinde ki olumsuzlukların izalesi, dışarıdan gelecek sıcak paraya ve dış kaynaklı krediye, yani borca bağlanmış durumdadır. Kredi veya borç elbette alınacak ve normal olarak yatırımda kullanılacak ve yapılan yatırım sonucu elde edilen kardan, alınan borç ödenecek ve borç alan taraf alınan borcu üretken yatırıma dönüştürdüğünde ise refaha kavuşacaktır. Kredi kelime anlamı ile credo yani inanmaktan gelir. Verilen borç doğru bir şekilde kullanılacağı için verilir ve bunun manası ise, yapılan yatırımın bu borcun karşılığı olması demektir.

Sorgulamacı bir tavırla bakıldığı zaman, alınan kredilerin ve gelen sıcak paranın, üretecek, değer yaratacak yatırımlara aktarılmadığı görülüyor. Yatırıma döndürülmeyen bu borçlar, genel de iç borç ödemelerinde kullanılıyor. Böylece yurt içinde ekonomik olumsuzluk bir süre daha ertelenmiş oluyor. Böyle bir olayın sonucundaki normal beklenti ise faizlerin düşmesi ve ekonominin canlanması şeklinde tepki vermesi gerekir. Fakat ekonomi ve ekonomiyi dengeleyen unsurlar o kadar kötü ki, sonuçta iç borcun biraz olsun azaltılması bir yana dış borç sürekli artıyor. Bu iç borçla dış borcun, dış borç lehine artması demektir. Yani dış borçla, iç borç finanse ediliyor.

Borçlanmaktan amaç ekonominin canlandırılmasıdır. Ülkemizin ekonomik yapısı gereği kamu yatırımlarını arttırıp, yapılacak yatırımların özel sektöre motor görevi yapması sağlanmalıdır. Böylece ülkemiz kısa vadede daha sağlıklı bir ekonomik büyüme ve genişleme süreci içine girer. Üreterek daha sağlıklı bir büyümenin de önü açılmış olur.

Türkiye ekonomisini para ve maliye politikalarıyla genişletme yeteneği ortadan kalkmıştır. Ekonomi politikalarının etkin olması gereken araçları öylesine felce uğramıştır ki, ekonominin bitkisel yaşamda kalabilmesi için bile dışarıdan sıcak para gelmesinden, özellikle de dış borcu artırmaktan başka yöntem kalmamıştır.

T.C. Merkez bankasının görevlerini, sadece ve sadece enflasyonu aşağı çekme hedefine yönlendiren yasal düzenlemeler sonunda normal para politikaları devre dışı kalmıştır. İç talebe dönük kamu ekonomik politikaları da sonuç vermeyince, ekonomiyi durgunluktan kurtarmak için tek çare, dış kaynak girişlerinin iç borca ve faizlere aktarılması olmaktadır.

Bu açmazı aşmanın temel koşulu, IMF ile sürdürülen, al gülüm nasılsa ödetiriz anlaşmasına son vermektir. Türkiye bu ekonomik politikalar ile bir dış borç krizine sürüklenecek olur ise bu bilerek yaratılmış bir kriz olacaktır.

Yabancı rantçı yatırımcılar ile yerli finans çevreleri ve rantiyeler çıkar ilişkili bir dayanışma içindedirler. Bu da Irak savaşında Türkiye’nin tezkere için zorlanması gibi bir sonuç vermiştir. Sonuçlardan diğeri ise, Türkiye’nin ekonomik yönetiminin Türkiye dışından sürdürülmesi isteği gibi bir tehlikeyi gündeme getirebileceğidir. Zaten bu durum belli bir oranda gerçekleşmiştir.

Bu durumda IMF ve Dünya Bankası Türkiye’yi bir dış borç batağına sürüklerlerse, Türkiye, ekonomisini ve varlığını savunmaya mecburdur. Ödeme zamanı gelen dış borçlarının anapara ödemeleri askıya alınabilir, dış borçlarını yeniden yapılandırabilir. Finans çevreleri her ne kadar homurdanacak bile olsalar eğer alacağımız kararlarımızı kararlılıkla sürdürürsek, sonunda istemeseler de uyar oğlu olacakları kesindir.

Böyle bir durum kararlılıkla uygulanacak olursa, Türkiye, yakın, orta ve uzun vadeli ekonomik hedeflerini milli önceliklerine ve çıkarlarına göre oluşturabilir. Bunun sonucu ise, onurlu bir dış politika ve emperyalizme karşı duran tam bağımsız Türkiye olacaktır.

Necmi ÖZNEY

necmiozney@gmail.com

27 Ocak 2008 Pazar

EMPERYALİZMİN SICAK KUCAĞINDA

Globalleşen Dünya deyimi veya küreselleşme, emperyalizmin gizlenen yeni adıdır. Hedef alınan ülkelere, yabancı yatırımcının getireceği Sıcak para, yeni yatırımlar yapılacak yutturmacası adı altında yavaş yavaş sokulmalarla başlatılır.

Yabancı sermayenin değişmez düsturu, kazan ve yine kazan olduğundan, göz konulan ülkenin, soyulacak, içi boşaltılacak neleri varsa hızlı bir şekilde tespit edilip, neresinin nasıl soyulacağı planları ayrıntıları ile yapılıyor. Borsa, fonlama ve özelleştirme adı altında yapılan planların fire vermeden işlemesi için işin içine politika ve politikacılar dâhil ediliyor. Alınan kararlar ve çıkarttırılan kanunlarla kamu malları süratle el değiştiriyor ve yabancılaşıyor. Bütün bunların doğal sonucu olarak o devletin ekonomik ve politik bağımsızlığı denetim ve baskı altına alınmış oluyor.

Türkiye'de küreselleşmenin adı, Avrupa birliğidir. Halkımızın bazı kesimleri hala bazı şeylerin farkında değil. Bu işlerin sonunda ne kazanacak ne kaybedecek, doğru düzgün bırakın bilgisini, bir fikri bile yoktur. Halk niçin yoksul, neden işsiz ve muhtaç olduğunu düşünemiyor. Onun beklentisi, AB işi olursa tası tarağı toplayıp Avrupa'ya gidecek, ertesi gün çalışmaya ve iyi para kazanmaya başlayacak. Hele bunların arasında henüz bekâr olan aslanlarımız var ki, gelecekteki hayatına, sarışın bir güzeli şimdiden monte etmiş bile. Bir mesleği yok. Bir diploması yok ama bunları düşünebiliyor, hayal edebiliyor.

Aslında Türk halkı neredeyse yüzde 90 lara varan bir oranda AB'ye ve Batıya güvenmiyor. Fakat bu süreç başladı başlayalı hangi parti iktidara gelirse gelsin, AB'yi, halkı uyutmak için kullanıyor. Yani, AB'de ayni türban olayı gibi, halka, ortamına göre, belirli dozda verilen bir uyuşturucu görevi görüyor. Politikacının en korkunç söylemi ise, Avrupa birliği üyeliğinin Atatürk tarafından hedef gösterildiğini, Atatürk'ün her söylediğini çarpıtarak söylüyorlar. Muasır medeniyet seviyesinin ne anlama geldiğinin farkında bile değiller. Kısaca politik ikballeri uğruna istedikleri gibi sorunları eğip büküp kullanabiliyorlar. İktidarda olan parti AB'ci oluyor, muhalefette olan parti ise AB karşıtı.

İş adamları hangi devlete mensup olduğunu unutarak ve emperyalist sermayenin ne yapabileceğini düşünmeden daha çok kazanabileceğini zannediyor. Fakat düşünemiyorlar ki, emperyalizmin kuralı gereği, önce yemlenecekler, biraz semirtilecekler ve ondan sonrada ham yapılacaklar. Ama kıt zekâları, genelde, babadan kalma işleri ve paraları olduğu için yalnızca ön kazançları görmeleri onlar için yeterli oluyor, geniş bir ufukla geleceğe bakamıyorlar.

Bu konuda yalnızca ben ve benim gibiler böyle düşünmüyor. Avrupalı bile artık global sermaye hakkında böyle düşünüyor. Kendilerini ezdirmemek için yasal tedbirler alıyorlar.

Normal ve eşitlikli koşullarda ticaret yapalım, yabancı sermaye gelsin adam gibi yatırım yapsın biz bunlara karşı değiliz. Karşı olduğumuz, bize AB'yi bir havuç yaparak, olmayan bir ermeni sorunu, kardeşi kardeşe düşman edecek Kürt sorunu, Ege sorunu, Kıbrıs sorunu gibi 1850 lerden beri bozmaya çalıştıkları sorunları ortaya koymaları. Bunların sonucu olarak Milli bütünlüğümüzü, bağımsızlığımızı elimizden alma, yurdumuzu bölme çalışmaları.

AB ile yatıyor AB ile kalkıyoruz. Elimizi kolumuzu öylesine bağlamışlar ki, Patagonya'ya Kuru fasulyeden elde ettiğimiz yan ürün olan davul tozunu satmaya kalksak müsaade etmiyorlar. Batının izni olmadan minare gölgesi kültür derneği bile kuramıyorsun Patagonya ile.

Yani AB'nin kucağına tam oturmuş vaziyetteyiz. Oysaki Türkiye'nin önünde öyle güzel seçenekler var ki. Bu seçeneklerin bazılarını gerçekleştirmeyi düşünmek bile Türkiye'yi Dünyada saygın bir yere getirmeye ve halkını refaha kavuşturmaya yeter. Yeter ki bu vatanı severek düşünebilelim.

Necmi ÖZNEY

necmiozney@gmail.com

23 Ocak 2008 Çarşamba

AVRUPALI İÇİN ŞİMDİKİ ENDÜLÜS ACABA TÜRKİYE’Mİ?

Bazı Türk medyasının nasıl donatıldığını ve nasıl çalıştığını açıkça analiz etme imkânı bulabildiğimiz zaman, Avrupa Birliği tartışmalarından, Güneydoğu'ya, laiklikten demokrasi'ye varıncaya kadar hemen bütün konularda olduğu gibi, ideolojik kalıplar, şablonlar tercih edilmekte olduğunu görürüz. Kıt bilgilerle büyük teoriler kurulmaya çalışılmakta, gelecek derinliği olmadan düşünülmekte ve herhangi bir sonuç hesabı kaygısı olmadan, nasılsa istim arkadan gelir, gibi bir düşünme tarzı ile fayda veya zarar planı yapılmamaktadır.

Hal böyle olunca da, şişme aydın kendisini, kendi eliyle tıktığı fikirsiz ideolojilerin parmaklıkları arasından kurtaramaz ve derinlikli düşünemez. Arkasında birtakım pohpohlayıcıları da bulduğu zaman ise, artık dönülemez, çıkmaz yola girmiş demektir. Eğer cebine üç beş kuruşta girerse, inanmasa bile, inanmadığı ve anlayamadığı konuların gönüllü havarisi bile olur.

Örnek olarak AB’yi ele alırsak; Avrupa birliğini bizlere cennet olarak göstermeye çalışanlar, bunların kendi aralarındaki tarihsel ilişki ve kinlerin, hangi ölçüde ve nasıl devam ettiğini bilmeden AB hakkında bizlere cilalı yazılar yazıyorlar. Bu birliğin içinde yaşayan bazı kimseler arasında, Germen ırkı için bile, Avrupa'ya sonradan geldiği, Papa’ya karşı çıktığı ve diğerlerinden geç Hıristiyan olduğu için, Almanları hala ikinci sınıf Avrupalı olarak niteleyenler bile var. Fransızları biraz açın bunun doğruluğunu göreceksiniz.

Avrupa birliğinin içindeki bazı kesimlerde Endülüs devleti hala akıllardadır. Güney batı Avrupa da silinemez izler bırakmış olan Müslüman Endülüs devletini İspanya’dan çıkartana kadar, barış zamanlarında dahi hiçbir Avrupalı rahat ve huzur yüzü görmemiştir. O zamanlarda ilim adına ne kadar kitap ve bilimsel yayın varsa Endülüs’ten almışlar, tercüme etmişler, geliştirmişler medeniyet öğrenmişler, fakat Müslüman Endülüs devletini Avrupa’dan atmak içinde sonuna kadar savaşmışlardır. İşte şu anda dahi Avrupalının çoğunun genlerinde bu düşmanlık ve bu korku hala vardır. Bu genleri içinde taşıyan Avrupalı için ki bunlar çoğunluktadır, Türkiye ve Türk halkı Avrupa’nın doğusundaki Endülüs’tür. Osmanlı düşmanlığını saymıyorum bile.

Biz Türkler, onlara göre Avrupalı değiliz, Aslında hiçte onlar gibi olmamız gerekmez. Zaten istesek de onlar gibi ikiyüzlü, riyakâr ve insanlık ayıplı emperyalist olamayız. Onların bizden istediği ise, ilk önce AB boyunduruğuna girmemizdir. Onlara göre, sonumuzu nasıl olsa kendi kendimize getiririz.

Avrupa, İspanya, Eski Endülüs ve Türkiye. Dinler arası diyalog, medeniyetler çatışması veya medeniyetler uzlaşması! Şimdiye kadar AB’den gördüğümüz oyalama taktikli politik davranışların analizine girersek, tarih bağlamında, niçin Türkiye ve İspanya. Bize bir şeyler anlatmaya çalışıyorlar da, acaba biz anlayamıyor muyuz? Benim bu düşüncemde bir hakikat olabilir mi? Avrupalı Endülüs dendiği zaman Türkiye’yi, Türkiye dendiği zaman ise hala Endülüs devletini mi aklına getiriyor.

Necmi ÖZNEY

necmiozney@gmail.com

20 Ocak 2008 Pazar

HA DEVŞİRME EKONOMİ, HA KÖR TUTTUĞUNU…

Artık Türkiye’de ekonominin gayet iyi gittiği ve istikrarın bozulmaması gerektiğine yönelik, çok başarılı bir ekonomimiz olduğunu anlatan yazılar ve haberler azaldı. Ekonomi haberi diye yapay bir şekilde oluşturulmuş, bir takım dayanaksız ve magazinsel ekonomi haberleri daha bir ön plana çıkarılıyor.

Ama bir süre önce, allameliği kendinden menkul ekonomistler, üretmeden tüketen Türkiye ekonomisi hakkında ahkâm kesiyorlardı. Ne oldu da bunların bir kısmı övgü yazıları yazmaktan vazgeçtiler.

Türk insanı için değil, daha ziyade, vurguncu yabancı yatırımcılar için Türkiye fırsatlar ülkesi idi. Fakat onlar için de artık, Türkiye’de yağmalanacak, sömürülecek kayda değer bir şey kalmadı.

2007’nin ikinci yarısından itibaren ihracatçılar da, artık yüksek faiz, düşük kur politikasının ülkemizi yıkıma sürüklediğini söylüyorlar. Dış ticaretin diğer ayağı ithalat rakamları ise hiç konuşulmuyor.

Enflasyon oranı ne kadar gizlenirse gizlensin, halkın cebine, enflasyon oranı doğru olarak yansıyor ve yakıp geçiyor. Enflasyon oranlarının yeniden yükselişe geçmesi ve büyüme oranının düşmesinden ise en çok zararı işçi, memur ve küçük esnaf görüyor. Bu kesimlerin zora düşmesi, işlerinin bozulması, yöneticileri pek ilgilendirmiyor, dönüp bakmıyorlar bile. Ama bundan sonra gelecek darbe ise çiftçiye, üreticiye ve kademeli olarak da şirketlere yansıyacak, işte o zaman da dananın kuyruğu kopacak.

Mal ve hizmetlerdeki vergiler artıyor, besin maddelerindeki zam furyası, her malda hızla sürüyor. Herkes farkında, hayat giderek daha da pahalı ve yaşanamaz bir hale geliyor. Ama bunu belli bir kesim, dilenci ekonomisindeki rolünden ötürü pek fark etmiyor. Etse de yüklendiği rolden ötürü sesini hiç çıkaramıyor.

Çalışanlara, uzun süredir yılda yüzde 2-5 arası zam bile çok görülüyor. Kayıt dışı ekonominin ise genelin en az yarısı olduğu resmi olarak ortada iken, dolaylı ya da dolaysız vergileri ise yine her şeyden zarar gören halk ödüyor. Bu ödenilen abartılı vergilerin halka sosyal hizmet olarak geri döneceği ise, bu ortamda pek inanılacak gibi değil. Lüks harcama ve ithal malların çoğalması ise bir hakikat. Sahi, bu harcamaları kimler yapıyor acaba?

Son beş yılda bütçe harcamalarının neredeyse yarıya yakını, faiz ve faiz dışı harcamalara gidiyor. Bütçenin belli bir kısmı ise yerel yönetimlerin hakkı olan vergi gelirleri olarak aktarılıyor. Yerel yönetimlere aktarılan bu meblağın halka geri dönüşü hakça yapılıyor mu acaba?

Hortumları kesmiş bu ekonomik model ile refaha doğru, daha doğrusu kişi başı 10,000 dolara doğru yelken açmıştık. Yoksa bu ekonomik modelin adı yardım, sadaka ve yağma ekonomisi idiydi de, biz mi anlayamadık. Ekonomideki önemli değişiklik buydu herhalde.

Bu gerçekleri seslendirecek, hakikatleri halka doğru olarak anlatabilecek, bir siyasi kuruluş, bir sendika veya bir sivil toplum kuruluşu yok mudur? IMF politikalarına, görünüşte karşı çıkan kuruluşlar neden ortaya çıkıp ta halka bu konuları doğru olarak anlatamazlar.

Şimdi kendimize çok açık ve samimi olarak soralım. Birey olarak kendimiz ve genelde halkımız olarak, geleceğimizin güvencesi olacak sağlam bir tutanağımız varmıdır? Yarınlarımızın ekonomik güvencesi olarak sayabileceğimiz bir şeyler görebiliyor muyuz?

Necmi ÖZNEY

10 Ocak 2008 Perşembe

BUSH, BARIŞ VE ORTADOĞU AYNI CÜMLEDE OLABİLİRMİ?

Artık Ortadoğu’da uzun bir süre huzur ve barış sağlamak o kadar kolay olmayacak. Bölgede insanların hayatının normal bir şekle dönmesi ve barışın sağlanması için, çorbaya dönmüş ve en yüz yıllık bir yakın tarihte, Batı tarafından ekilen kötülük tohumlarından gelişen sorulara kesin, net ve barışçı çareler bulmak gerekiyor. Şahsen ben, Ortadoğu barışı konusunda çok kötümserim. Bölge halkına ve komşularına dost ve barışçı olmayan bir şekilde yaklaşan İsrail ve devamlı ezilen Filistin devletinin barış içinde ve yan yana yaşaması, oluşmuş kan davası yüzünden çok zor.

Başkan Bush, Amerika’nın Dünya’daki saygınlığını bitirdi. Olmayan vicdanını Amerikan halkı önünde temize çıkarma çalışmaları içine girdi. İktidardan ayrılmasına az kaldığı halde, sahte bir barış şapkası giyerek Ortadoğu barışı için geziye çıkıyor. Hâlbuki altı, yedi sene evvel yaptığı konuşmalarda, İsrail ve Filistin sorunu ile hiçbir şekilde ilgilenmeyeceğini söylemiş ve İsrail’in her yaptığını destekler pozisyonuna girmişti.

Yani Amerikan Başkanı, artık sona dayanmış iktidarından arta kalan günlerini Ortadoğu’da barış istermiş hikâyesini kurgulamaya yatıyorsa bunda bir iş var demektir. Zaten Bush'un bu seyahate çıkmasının bölgeye bir barış getireceğine Dünya’da pek inananda yok. Bush giderayak sadece kendi bozulan imajını düzeltmek için barış dansları yapmaya çalışıyor.

Sudan bir sebeple çıkardığı Irak savaşına monte ettiği uluslararası terörle mücadele hikâyesini öne çıkarıp, bölgeye demokrasi getireceğini söyleyen Bush'un bölgede yaptıkları malum. Bush, Irak'ta yarattığı kargaşa devam ederken bile, İran ve Suriye hatta Türkiye’de dahi karışıklık çıkarmayı ihmal etmediği malum. İşte barışsever görünümü altında Ortadoğu’ya gelecek Bush’un verdiği fotoğraf.

Bu arada İsrail ve Filistin sorunu da çözüme biraz daha yaklaşmak bir kenara, daha da kötü bir hal aldı. Filistin halkı iki yıldır birbirleriyle çatışmaya başladı. Hamas ile El Fetih arasındaki anlaşmazlıklar neredeyse bir iç savaşa dönüştü. ABD’nin desteklediği El Fetih lideri Abbas, Hamas’a sırtını döndü, ortak hükümeti bile feshetti. Bush ise Hamas’ı düşman olarak gördü ve dışladı.

Washington teslim olmuş Filistin’li bir barış istiyor ve bunun için çalışıyor. 2007 de Annapolis konferansı düzenleyen ABD, Abbas ve diğer Arap liderlerle sözde barış müzakeresi yürütüyor. Ama İsrail’e verdiği destekte gün ve gün artıyor. Bush, bu sözde barış sürecinde kantarın topuzunu daima İsrail tarafına kaydırıyor.

İsrail’de, ABD’den gelen bu destek karşılığında, Irak, İran, Suriye gibi ülkelerle sorunlar çıkartıp Amerika’ya, yaptığı savaşta katliam fırsatları yaratıyor. Eski İsrail başbakanı Şaron, iki yıldır komada, adam can veremiyor. Günahsız, canını, ailesini, yurdunu kaybetmiş yüz binlerce insanın vebali onun boynunda. İsrail vatandaşlarının çoğu tarafından bile bazen tasvip edilmeyen kanlı katliamlar, Bush tarafından teşvik edildi ve sesi hiçbir şekilde çıkmadı.

İsrail’in Batı Şeria’ya yeni Yahudi yerleşim yerleri kurmaya çalışırken Bush'un bölgeye nasıl bir barış getireceğini merak ediyorum doğrusu. Bana kalırsa, elinde bir kadeh viski tarumar edilmiş, bombalanmış toprakları, katlettiği insanlardan geriye kalanları seyrederek gönül eğlendirecek.

Necmi ÖZNEY

9 Ocak 2008 Çarşamba

BU NE HAYÂSIZ BİR DURUM

ABD ve AB’den, hatta iç işbirlikçi odaklardan gelen her hareketin içinde, ulus devletimize karsı gizli veya açık açık saldırılar var. AB, ABD ve yerli işbirlikçiler, fitnenin her türünü kullanarak yurdumuzu bölmeye, parçalamaya, ekonomik ve psikolojik olarak ülkeyi ve halkımızı çökertmeye çalışmaktadırlar.

Ürkmeye, korkmaya gerek yok. Yalnızca namertlikten korkalım. Adamlar bu işi biliyorlar, karşımızda resmen profesyonel 5.kol uzmanları var. En ufak bir olayı dahi kullanmasını, çarpıtmasını biliyor, dantel gibi işleyip, dönmeye çalışan Türkiye çarklarının dişlileri arasına sokuveriyorlar.

Ekonomik ve politik olarak, daha da fazlası ile yerli işbirlikçileri kullanarak toplumun gardını düşürerek, uluslar arası platformda yaptıkları manevralarla istedikleri tavizleri elde ediyorlar. Fakat bu yetmiyor onlar için. Toplumun milli değerlerini törpülemezlerse, bu değerlerin içlerini boşaltıp önemsiz hale getirmezlerse, halkın ulusal bilinci karartılıp, milli değerler boşlukta bırakılıp bu değerlere sahip çıkanları da toplum için tehlikeli insanlar olarak tanıtmazlarsa muvaffak olamayacaklarını biliyorlar.

Biliyorlar ki, yurtsever insanlar var oldukça, yaptıkları her şer plan yarıda kalacak ve bu millet bir gün uyanacak, ayağa kalkacak ve elinden kaçırdıklarının hepsini geri alacak. Böyle bir şey olacağını da biliyorlar. Onun için hiçbir cepheyi boş bırakıp, hiç bir olayı es geçmiyorlar.

Türkiye ve Türk ulusu her an ideolojik ve psikolojik saldırılar altındadır. Yıllardır toplumun her kesimindeki işbirlikçilerin marifeti ile herhangi bir konuyu, insanlar arasında ikilik yaratıncaya kadar kurcalar, kanatır ve milletin kafasını bulandırırlar.

Şunlar ve onlar, işte anahtar kelime bu. Dünya’nın her yerinde halkları bölme ve parçalama işlemini yapacak, kardeşi kardeşe kırdıracak sisteminin çıkış noktası. Bu Kenya’da hutu’lar ve tutu’lar olur, başka bir ülkede şu, bu olur ama maksat ve senaryo aynidir.

Sağcı-Solcu, Alevi-Sünni, Kürt-Türk, Laik-Dinci şeklinde ki toplumu bölme senaryoları, ortama göre sahneye konuyor. Allahtan milleti meydana getiren bireyler, kendileri için biçilen onlarca kategoriye rağmen sağduyulu ve vatansever kalmayı başarıyorlar.

Son süreçte yeni bir ayrıştırma çalışması söz konusu. Sınıf yaratmaya ve bu şekilde halkı tehlikeli ve yeni bir ayrıştırma süreci içine çekmeye çalışmaktalar. Yaratmak istedikleri sanal sınıf, Cumhuriyetin kuruluşundan 1950 lere kadar devleti yönetenler, memurlar, politikacılar, askerler, o zamandan kalan milli ruhun yetiştirdiği insan kuşağı, laik ve Atatürkçü kadroların, hala yurt sever olarak kalmış, kemikleşmiş kalıntılarıymış. Diğerleri ise köylüler, işçiler ve tüm halkmış. Yönetimde şimdiye kadar söz sahibi olamamışlar şimdilerde ise bunun mücadelesini veriyorlarmış. Şimdi ince, ince bu işleniyor.

Bunlar artık Dünya’da esamesi bile okunmayan, din düşmanı komünizmi bile Türkiye’de varmış gibi göstermeye çalışıyorlar Türk halkına. Gerçi bunu da Türk halkı yemeyecek, fakat sinek ufaktır ama mide bulandırır deyimi vardır ya.

Şu zamanda dahi, hala, şucu, bucu ayırımı yapan hödükler var. Uyanın kardeşler uyanın vatan karış karış satılıyor. Emperyalizm ve onların işbirlikçileri, şeytandan daha şeytan, ne planlar kuruyorlar göremiyor musunuz?

Mustafa Kemal’in, bugünden daha kötü ve ihanetin kol gezdiği ortamlarda, ne büyük işler başardığı bir kez daha önümüzü aydınlatıyor. Kurtuluş savaşı sırasında bu kadar kahpelik, kalleşlik arasında, kısa bir zamanda bu kadar büyük işleri başarmak O’nun ve devrimlerinin ne anlama geldiğini anlamaya yetmiyor mu?

Atatürk’ün önderliğinde, Anadolu’nun ortasına ekilmiş, şehit kanları ile sulanarak büyütülmüş vatan ağacını orasından burasından budamak, kurutmak ve yok etmek isteyen hainlerin de anlaması ve aydınlanması dileği ile.

Necmi ÖZNEY

6 Ocak 2008 Pazar

PKK’YI SİYASALLAŞTIRMA ÇABALARIMI ACABA?

Eve dönüş yasası tartışmaları sürerken zamanı boşa geçirmeseydik keşke. Öncelikle, 221. madde üzerinde çalışanların yasayı bir kenara bırakıp çok acil olarak yapması gereken bir şey vardı. Kurban bayramı arifesi başlayacak ve 02.Ocak.2008 tarihinde sona erecek, sınırlı zamanlı bir af çıkarmayı düşünmeleri gerekirdi. Sınırlar açılır, PKK teröristleri de silahlarını sınırda emanetçi Sultana’ya bırakıp gelirler, aileleri ile bayramlaşır. Yılbaşını aileleri ile kutlar, hatta Taksim meydanında hep beraber halay çekerdik. 221.maddenin sağını, solunu, önünü ve arkasını çekiştirerek PKK ile masaya oturmanın kabul edilmesi için daha ne gibi istekleri olabileceği hakkında fikirlerini alırdık. Çok ayıp ettik.

221.madde için PKK’ya af yasasıdır gibi sözler kullanmayın, şehit aileleri gıcık kapar. Olayı daha yumuşak gibi görünecek ama daha geliştirilmiş mana ifade eden siyasallaşma deyimini kullanın. Halk ne der bu işe diyenlerinizi duyar gibiyim. Boş verin halkı, halk kimmiş yahu. Bende bulsam % bilmem kaç desteği, halkı, milleti ben bile takmazdım.

Arada anlayış farkımı var bilemiyorum ama hani derler ya, felsefesi ve görüşü farklı, öyle bir şey işte. Sayın başbakan dağıt kömürü Türkiye havaya uçar diyor. Bunlar arabaları yakıyor, sağa sola patlayıcı koyup Türkiye’yi havaya uçurmaya çalışıyorlar.

Abartmayın, sadece davranış ve anlayış farkı hepsi bu kadar. Fark anlayışta. Tabii ki anlayış ve felsefe farklı olunca, uygulama ve strateji de farklıdır. Farklara tahammül etmek de demokrasinin temeli olduğuna göre… O halde PKK siyasallaştırılmaya çalışılıyor demenin ve halkı uyandırmanın ne âlemi var?

Bu eve dönüş şarkısını söyleyenlerin çok dikkat etmeleri ve vereceği sonucu çok iyi görmeleri lazım. Şu veya bu şekilde af veya eve dönüş yasası adı altında yapılacak her şey PKK'nın siyasallaşmasının kabul edilmesi demektir. İşte o zaman Türkiye, Türkiye olmaktan çıkar. ABD ve AB’nin şırıngaladığı bu düşünceyi bir politikacı olarak dillendirmek dahi, bu projenin ne anlama geldiğini bilmek ve biz Türkleri enayi olarak gören sivri zekâlı, medeniyeti kendinden menkul Batı’nın BOP projesine destek vermek demektir.

Böyle bir yasa düzenlemesi yapıldığı anda, muhatap olarak Barzani ve Talabani’yi kabul etmiş olacağımızı ve bu işin sonunun kuzey Irak’ın muhtariyetine yardım olacağını da unutmayalım.

Ben tarlaları çevreleyen kazıkları görünce, aklıma hep ağızdan çıkan sözler gelir. Düzgün kesilmiş kazıklar, mertçe söylenen sözler gibidir. Çatal kazıklar ise ikircikli samimiyetsiz sözleri çağrıştırır bana.

İşte düz kazıklar yere çakılır araziyi korurlar. Çatal kazık toprağa girmez, bir halta da yaramazlar.

Necmi ÖZNEY

2 Ocak 2008 Çarşamba

BENİM ÜZERİME ÖLÜ TOPRAĞI SERPEMEZLER

ABD’nin neredeyse devlet doktrini olarak kabul edilen dünya jandarmalığına soyunması, kuruluşundan başlayarak, bu güne kadar gelen zaman içinde, ABD politik felsefesinin açılımı, Amerika’yı, Dünya genelini yönetmekle kendini yükümlü ve görevli kabul etmesi anlamındadır. Anlayışları kısaca, bütün Dünya’yı ABD’nin mülkü ve bütün insanlığı ise Amerikan devletinin mandaterliğinde tebaa olarak görmeleridir.

Her diktatörlükte olduğu gibi, Amerika da, insanları bizden olanlar ve bizden olmayanlar şeklinde sınıflıyor. Kendilerinden veya Hıristiyan olmayan herkesi barbar ve geri kalmış olarak niteliyorlar. Amerikalılar, kendini diğer milletlerden ayırmakta ve kendilerini, onlara göre, medeni olamayan milletleri yönetmekle yükümlü ve hem de hak sahibi olarak görüyor. Evangelizmin yayılması ile körüklenen çirkin bir ego ve aslında ezilen ruhlarını tatmin etmek için uydurulmuş saçma bir üstünlük duygusu.

ABD’nin coğrafi konumu ile eski dünya’dan ayrı olması, Dünya savaşlarında dahi fiilen savaşılan yerlere uzak olması, üstün bir teknoloji ürünü demek olan modern silahlara ilave olarak para ve enerji kaynaklarına sahip olma hırsı ile birleşince, Dünya hâkimiyeti isteği vahşi bir şekilde gelişiyor.

Fakat ABD’nin bu hale gelmesinin en büyük müsebbibi ise, ilk evvel olarak Amerika değil, onu bu hale getiren diğer Dünya devletlerinin yöneticileridir. Bu yöneticiler ABD’yi Dünya’ya hükmetmesi gereken güç olarak yüceltmektedirler. Bu yardakçılık işine karışmak istemeyen yöneticiler ise vatanlarının sevmesinin bedeli olarak suikastlara kurban gitmekte ve canlarını kaybetmektedirler. Bu yüceltme işi bazen o kadar abartılır ki, bir anlamda ABD başkanı kendisini artık bir yeryüzü tanrısı olarak görmeye başlar. E tabi hal ve keyfiyet bu halde olunca ABD Başkanı amca oturur Allah ile konuşur hatta Ondan vahi bile alır duruma gelir. Abartma değil ayni ile vaki.

Şeyh uçmaz arkadaşlar, onu müritleri uçurur. Bizim kültürümüzü yok etmek ve içinde erimesi istenilen Arap kültürüne bakınca mebzul miktarda şeyh, şıh olduğunu görürüz. Biraz daha derinlere inmeye kalkınca da, bu kültürün kabalistlerden geldiğini kolayca anlayabiliriz. Yani son ve modern bir din olan İslamiyet’e bol miktarda israiliyat karıştırılmıştır. İşte Büyük Atatürk bunun bilincinde olduğundan dolayı eşsiz devrimlerini gerçekleştirebilmiş. Türk medeniyetini ve Atatürk milliyetçiliği olarak andığımız milliyetçiliği ön plana çıkarmıştır. Biz kafatasçı değiliz. Biz Türk’üz, Atatürk nesliyiz, bizler temiz Müslümanlarız, bizim içimizdeki medeniyet duygusu herhangi bir medeniyetle kıyas dahi edilemez. İnsanın insanı sömürmesi demek olan emperyalizme şimdiye kadar hep karşı durduk bundan sonrada duracağız.

Batı’nın burnu, yaklaşık iki yüz yıldır yurdumuzun içinde. Niçin biliyor musunuz? Sömürmek, manevi değerlerimizi yozlaştırmak, bozmak ve moral olarak çökertmek için. Ekonomik olarak, devleti ve tek tek bireyleri yoksulluğa mahkûm edebilmek için.

Ey bunlara çanak açanlar ve bunlara yurdumun kutsal topraklarında zemin hazırlayanlar. Lütfen oturun da biraz vicdan muhasebesi yapın.

Bu necip millet bunları hak ediyor mu?

Necmi ÖZNEY