Türkiye ekonomisinde ki olumsuzlukların izalesi, dışarıdan gelecek sıcak paraya ve dış kaynaklı krediye, yani borca bağlanmış durumdadır. Kredi veya borç elbette alınacak ve normal olarak yatırımda kullanılacak ve yapılan yatırım sonucu elde edilen kardan, alınan borç ödenecek ve borç alan taraf alınan borcu üretken yatırıma dönüştürdüğünde ise refaha kavuşacaktır. Kredi kelime anlamı ile credo yani inanmaktan gelir. Verilen borç doğru bir şekilde kullanılacağı için verilir ve bunun manası ise, yapılan yatırımın bu borcun karşılığı olması demektir.
Sorgulamacı bir tavırla bakıldığı zaman, alınan kredilerin ve gelen sıcak paranın, üretecek, değer yaratacak yatırımlara aktarılmadığı görülüyor. Yatırıma döndürülmeyen bu borçlar, genel de iç borç ödemelerinde kullanılıyor. Böylece yurt içinde ekonomik olumsuzluk bir süre daha ertelenmiş oluyor. Böyle bir olayın sonucundaki normal beklenti ise faizlerin düşmesi ve ekonominin canlanması şeklinde tepki vermesi gerekir. Fakat ekonomi ve ekonomiyi dengeleyen unsurlar o kadar kötü ki, sonuçta iç borcun biraz olsun azaltılması bir yana dış borç sürekli artıyor. Bu iç borçla dış borcun, dış borç lehine artması demektir. Yani dış borçla, iç borç finanse ediliyor.
Borçlanmaktan amaç ekonominin canlandırılmasıdır. Ülkemizin ekonomik yapısı gereği kamu yatırımlarını arttırıp, yapılacak yatırımların özel sektöre motor görevi yapması sağlanmalıdır. Böylece ülkemiz kısa vadede daha sağlıklı bir ekonomik büyüme ve genişleme süreci içine girer. Üreterek daha sağlıklı bir büyümenin de önü açılmış olur.
Türkiye ekonomisini para ve maliye politikalarıyla genişletme yeteneği ortadan kalkmıştır. Ekonomi politikalarının etkin olması gereken araçları öylesine felce uğramıştır ki, ekonominin bitkisel yaşamda kalabilmesi için bile dışarıdan sıcak para gelmesinden, özellikle de dış borcu artırmaktan başka yöntem kalmamıştır.
T.C. Merkez bankasının görevlerini, sadece ve sadece enflasyonu aşağı çekme hedefine yönlendiren yasal düzenlemeler sonunda normal para politikaları devre dışı kalmıştır. İç talebe dönük kamu ekonomik politikaları da sonuç vermeyince, ekonomiyi durgunluktan kurtarmak için tek çare, dış kaynak girişlerinin iç borca ve faizlere aktarılması olmaktadır.
Bu açmazı aşmanın temel koşulu, IMF ile sürdürülen, al gülüm nasılsa ödetiriz anlaşmasına son vermektir. Türkiye bu ekonomik politikalar ile bir dış borç krizine sürüklenecek olur ise bu bilerek yaratılmış bir kriz olacaktır.
Yabancı rantçı yatırımcılar ile yerli finans çevreleri ve rantiyeler çıkar ilişkili bir dayanışma içindedirler. Bu da Irak savaşında Türkiye’nin tezkere için zorlanması gibi bir sonuç vermiştir. Sonuçlardan diğeri ise, Türkiye’nin ekonomik yönetiminin Türkiye dışından sürdürülmesi isteği gibi bir tehlikeyi gündeme getirebileceğidir. Zaten bu durum belli bir oranda gerçekleşmiştir.
Bu durumda IMF ve Dünya Bankası Türkiye’yi bir dış borç batağına sürüklerlerse, Türkiye, ekonomisini ve varlığını savunmaya mecburdur. Ödeme zamanı gelen dış borçlarının anapara ödemeleri askıya alınabilir, dış borçlarını yeniden yapılandırabilir. Finans çevreleri her ne kadar homurdanacak bile olsalar eğer alacağımız kararlarımızı kararlılıkla sürdürürsek, sonunda istemeseler de uyar oğlu olacakları kesindir.
Böyle bir durum kararlılıkla uygulanacak olursa, Türkiye, yakın, orta ve uzun vadeli ekonomik hedeflerini milli önceliklerine ve çıkarlarına göre oluşturabilir. Bunun sonucu ise, onurlu bir dış politika ve emperyalizme karşı duran tam bağımsız Türkiye olacaktır.
Necmi ÖZNEY
necmiozney@gmail.com
Sorgulamacı bir tavırla bakıldığı zaman, alınan kredilerin ve gelen sıcak paranın, üretecek, değer yaratacak yatırımlara aktarılmadığı görülüyor. Yatırıma döndürülmeyen bu borçlar, genel de iç borç ödemelerinde kullanılıyor. Böylece yurt içinde ekonomik olumsuzluk bir süre daha ertelenmiş oluyor. Böyle bir olayın sonucundaki normal beklenti ise faizlerin düşmesi ve ekonominin canlanması şeklinde tepki vermesi gerekir. Fakat ekonomi ve ekonomiyi dengeleyen unsurlar o kadar kötü ki, sonuçta iç borcun biraz olsun azaltılması bir yana dış borç sürekli artıyor. Bu iç borçla dış borcun, dış borç lehine artması demektir. Yani dış borçla, iç borç finanse ediliyor.
Borçlanmaktan amaç ekonominin canlandırılmasıdır. Ülkemizin ekonomik yapısı gereği kamu yatırımlarını arttırıp, yapılacak yatırımların özel sektöre motor görevi yapması sağlanmalıdır. Böylece ülkemiz kısa vadede daha sağlıklı bir ekonomik büyüme ve genişleme süreci içine girer. Üreterek daha sağlıklı bir büyümenin de önü açılmış olur.
Türkiye ekonomisini para ve maliye politikalarıyla genişletme yeteneği ortadan kalkmıştır. Ekonomi politikalarının etkin olması gereken araçları öylesine felce uğramıştır ki, ekonominin bitkisel yaşamda kalabilmesi için bile dışarıdan sıcak para gelmesinden, özellikle de dış borcu artırmaktan başka yöntem kalmamıştır.
T.C. Merkez bankasının görevlerini, sadece ve sadece enflasyonu aşağı çekme hedefine yönlendiren yasal düzenlemeler sonunda normal para politikaları devre dışı kalmıştır. İç talebe dönük kamu ekonomik politikaları da sonuç vermeyince, ekonomiyi durgunluktan kurtarmak için tek çare, dış kaynak girişlerinin iç borca ve faizlere aktarılması olmaktadır.
Bu açmazı aşmanın temel koşulu, IMF ile sürdürülen, al gülüm nasılsa ödetiriz anlaşmasına son vermektir. Türkiye bu ekonomik politikalar ile bir dış borç krizine sürüklenecek olur ise bu bilerek yaratılmış bir kriz olacaktır.
Yabancı rantçı yatırımcılar ile yerli finans çevreleri ve rantiyeler çıkar ilişkili bir dayanışma içindedirler. Bu da Irak savaşında Türkiye’nin tezkere için zorlanması gibi bir sonuç vermiştir. Sonuçlardan diğeri ise, Türkiye’nin ekonomik yönetiminin Türkiye dışından sürdürülmesi isteği gibi bir tehlikeyi gündeme getirebileceğidir. Zaten bu durum belli bir oranda gerçekleşmiştir.
Bu durumda IMF ve Dünya Bankası Türkiye’yi bir dış borç batağına sürüklerlerse, Türkiye, ekonomisini ve varlığını savunmaya mecburdur. Ödeme zamanı gelen dış borçlarının anapara ödemeleri askıya alınabilir, dış borçlarını yeniden yapılandırabilir. Finans çevreleri her ne kadar homurdanacak bile olsalar eğer alacağımız kararlarımızı kararlılıkla sürdürürsek, sonunda istemeseler de uyar oğlu olacakları kesindir.
Böyle bir durum kararlılıkla uygulanacak olursa, Türkiye, yakın, orta ve uzun vadeli ekonomik hedeflerini milli önceliklerine ve çıkarlarına göre oluşturabilir. Bunun sonucu ise, onurlu bir dış politika ve emperyalizme karşı duran tam bağımsız Türkiye olacaktır.
Necmi ÖZNEY
necmiozney@gmail.com