30 Mayıs 2008 Cuma

BİRLEŞMİŞ MİLLETLER, KÜRESELLEŞME VE ATA’NIN İLERİ GÖRÜŞÜ

İnsanın aslı ne ise nesli de o olurmuş. Bunun günümüzdeki en açık örneklerinden biri ise, ABD ve AB’nin sömürgecilik ve soygunculuk alışkanlığının, şartlar ve fırsatlar oluştuğunda, o çok övündükleri medeniyet ve insanlık değerlerini hiçe sayarak insanları sömürmek için politikalar geliştirerek mazilerine dönüş yapmalarıdır.

Küreselleşme adı altında, yirminci asrın ikinci yarısından itibaren, Batı tarafından yeni bir sömürge dönemi başlatılmış bulunmaktadır. Yaklaşık yirmi senedir gizlemeye bile gerek duymadan açıkça söylenen ve birbirlerini tamamlayan, medeniyetler çatışması, Armagedon, BOP ve ılımlı İslam gibi kavramların varmak istediği hedef, emperyalist Batı'nın dünyayı kendi hâkimiyetinde bir sömürge alanı haline getirme projeleridir.

Huyu hiç değişmeyen, emperyalist geçmişe ve tecrübe birikimine sahip bulunan, türlü politik oyunlarla oraya buraya yayılan Batı’nın, kendi inanış veya kararları sonucu olarak kendiliğinden doğru yolu bulmasını beklemek, eşyanın tabiatına aykırıdır. Onun için, Batı’nın, maddi ve manevi değerlerine göz koyduğu ülkeler tarafından bizzat durdurulması gerekmektedir. Bu da bu devirde savaşla değil, milletlerin kendilerini koruma altına alması ile olur. Bu da dirayetli yöneticiler ile mümkündür. Başka bir deyişle, yönetimde adam gibi adamların olması gerekir.

Batı emperyalizmi tarafından yer üstü ve yeraltı değerlerine göz konulan ülkelerin, ilerde kendileri ile aynı kaderi paylaşabilecekleri samimi ve açık olarak anlatılarak, bölge ülkeleri ile yeni güç birlikleri ve anlaşmalar yapmaları şarttır.

Dikkat!

A) Emperyalizm ABD ve Avrupa Birliği maskesi altında iki yönden gelecektir.
B) Küreselleşen emperyalizmin ana hedeflerinin en başında gelen ise hiç kuşkusuz, Avrasya coğrafyasıdır.

Dünya tarihinin yeni bir kırılma sürecine girdiği bu zor dönemde, küresel emperyalizmin bu saldırgan tutumunu kırmak üzere, Avrasya ülkelerinin birlik oluşturarak kendi aralarında dostluklar ve ittifaklar kurmak suretiyle istikrarlı bir güç merkezi yaratmaları tarihi bir şart haline gelmektedir.

Avrupalılar tarafından kurulmaya çalışılan Avrupa birleşik devletleri, dünyaya kan kusturan ABD, epey bir zamandır yapılan Afrika birliği kurma toplantıları, yeni bir güç ve denge unsuru olması için kurulması şart olan ve geç kalınmaması gereken bir birlik, Avrasya birliği.

Dünyanın balansının bozuluyor olması ve emperyalizmin küreselleşme adı altında almış bulunduğu yeni şekil, Avrasya’yı ve birlik olamayan ülkeleri ciddi bir biçimde tehdit altında tutacaktır. Dünya için bir güven dayanağı olması gereken Birleşmiş Milletlerin Afganistan, Irak ve 3. Dünya ülkelerindeki davranışına bakın. Günlük gazete haberlerini takip edin göreceksiniz. BM değil sanki ABD.

Bakın Büyük Atatürk zamanında bu konu hakkında ne demiş;

“Milletler Cemiyetinin hatası, bazı milletleri yönetmek, diğerlerini yönetilmek üzere ayırmış bulunmasıdır…”

Gördünüz mü? Büyük Türk, Atatürk, geleceği nasıl görüp okuyabilmiş. Türk milletinin Ata’sını iyi anlayabilmesi, O’nun fikirlerini doğru olarak hayata geçirmesi önce kendisi için ve diğer milletler için şartsız elzem ve gereklidir.

Tarih'i iyi okuyamayan milletlerin, Tarih'e ibret olarak geçeceklerini unutmamaları ve tedbirlerini vakit kaybetmeden almaları gerekiyor.

Necmi ÖZNEY

25 Mayıs 2008 Pazar

UYUTULMAK ARTIK KABAK TADI VERİYOR

Türkiye'de belli bir kesimin kendisini Batı'ya beğendirme gayretleri, işin tadını kaçırmaktan da öte, artık müptezelleşme sınırına dayandı. Bu durum, hiçbir şekilde, “küreselleşen dünyada medeniyet ile bütünleşme” gibi politik kandırmaca söylemler ile geçiştirilecek bir şekilde de değil.

Artık İyice rayından çıkarılmış olan bu durum, attığı ve atacağı her adımın, çıkaracağı her kanunun meşruiyetini Avrupa birliği veya Amerika’da aramak, kendi nefsine itimadı kalmamış, gönüllü olarak teslimiyetçi, içinde vatan ve millet sevgisi taşımayan birileri ile karşı karşıya kaldığımızı düşündürüyor.

Türkiye'nin bu şekilde hesapsız kitapsız bir AB zihniyeti ile oyalanması, işbirlikçiler tarafından hazırlanmış bir vesayeti de beraberinde getirecek, halkımız, kendi boyunduruğunu kendi eliyle boynuna takacaktır.

Atatürk önderliğinde, kulluktan silkinerek ayağa kalkmış ve morali nerede ise bir anda düzelmiş bu millet, AB ve ABD karşısında küçük düşürülerek, morali bozularak, maddi ve manevi yeni bir bunalıma itilmeye çalışılıyor.

Bıkıp usanmadan, kedinin fare ile oynaması misali her şeyimizle oynayan, her bir iç meselemize burnunu sokan, giremezsek bile kapısında ölmenin şeref olduğu, çok medeni ve adam gibi insanların ülkesi, cennetin yeryüzündeki gölgesi, Avrupa Birliği sen neymişsin yahu.

AB işbirlikçilerinin ve lobicilerinin hiç bahsetmediği ve es geçtiği konulardan birisi de AB’de ki ırkçılık akımları. Avrupa'da çok yaygın ve güçlü bir ırkçılık hareketi bütün hızı ile yol alıyor. Bundan en büyük payı Müslümanlar alıyor ve özellikle Türkler zarar görüyor.

Pek sevgili AB lobicileri dikkat! Halktan hakikati gizlemek büyük suçtur. Ülkemizde, sağda solda AB muhabbetlerinden geçilmiyor. Bu muhabbetleri yapan pek değerli uzmanların çoğunluğuna baktığınız zaman, düşüncelerini içinde taşıdığı sepetlerin genelde içlerinin bomboş veya yalanla dolu olduğunu görebiliyoruz. Aslında kendi yalanlarına kendileri de inanmıyorlar. Konuşurlarken gözlerinin içine bakın, hareketlerine bakın hemen anlarsınız.

Bunlardan bir kısmı cehaletlerinden, diğer bir kısmı da içlerindeki gizli Türkiye ve Atatürk düşmanlığından olacak bilerek ve kasten, bakın nasıl bir fikri yaymaya çalışıyorlar.

“Artık bu zamanda tam bağımsızlık olamazmış, karşılıklı bağlılık ve bağımlılık dünya devletlerinin şimdiki politikası imiş” Alın size, dünyanın yeni paylaşma haritalarını hazırlayan efendilerinin, küreselleştiricilerin, küreselleşmenin aktörlerinin Dünya’yı ele geçirme planlarının, emperyalist işbirlikçisi savunucularının ipe sapa gelmez düşünceleri. Tabii olarak bu fikrin patent sahipleri ise bunların efendileridir.

Devlet, kendi hür, vatandaşı hür, tam bağımsız ve kendi kendine yeterli bir varlıktır. Ülkemize dikte edilmeye çalışılan, karşılıklı bağlılık ve bağımlılık ile anlatılan şey de halkı aldatmak için yapılan çarpıtmalardır. Bu mavalı anlatanlar, eğer ajan değillerse inanınki süzme salaktırlar.

Necmi ÖZNEY

23 Mayıs 2008 Cuma

BOP VE ILIMLI İSLAM’IN YENİDEN KURGUSU

İspanya’dan başlatılan politik simgenin yeniden şekillendirilmesi ve yeni rotası, Endülüs’ten verilen şifre, Müslüman olduğuna inandırıldığımız politik anlayış. Maksat, sadece ve sadece oy avcılığı. Kadına ve İslamiyet’e türbanla özgürlük getirdiğine inanan ve bunu anlatmaya çabalayan tuhaf bir politik zihniyet. Bu zihniyetin düşüncesizliğinden fırsat yaratanlar, artık kurcalanmaması gereken ve bütün beceriksizliklerin üstünü kapatmaya yarayan bir nesne için perdenin yeniden açılması. Senaryoda yerini alan figüranlar. Sahne arkasından suflörlük yapan satılmış medya.

Etrafa bedavadan dağıtılan biletlerle, oyunu izlemeye zorlanan her düşünceden sayısız insan. Kimin ne dediği, kimin kimi niçin alkışladığı belli değil. Türkiye denen tiyatroda oynanan oyunun adı ise “siyasi simge türban ve ılımlı İslam hazırlığı”

Localarda ise, Dini politikaya alet edenlerin suçlu ruhları ile sırça köşklerinde oturan, medeni cesaretten ve onurdan yoksun, doğruları bilen ama bildiklerini söyleyemeyen aciz bir takım aydın-ül ulema yerini almış. Salonda ise halk var. Halkın bir bölümü malum oyunun, kendi takımının galibiyet zaferi için yazıldığını zannederken, diğer bir bölümü ise, oyunun, kendi mağlubiyetlerinin ezikliğini yaşatmak için yazıldığını düşünüyor. Oyun süresince birbirlerine bitmek bilmeyen salvolar atıyorlar. İşsiz güçsüz veya zar zor iş bulmuş, ekmek derdinde olan milyonlarca insan. Gereksiz ve lüzumsuz sergilenen bu oyunu mecburen seyretmeye zorlanıyorlar.

Yeter artık, bu milleti yormayın. İnsanları inat uğruna bölmeyin. Bilmediğiniz her şeyi, bildiğinizi zannederek, toplumun önüne yanlış şeyleri koymayın. Biraz bu halkı ve bu vatanı düşünün ve artık biraz da vicdan sahibi olun.

Bu oyunda gözden kaçırmamamız gereken nokta ise, senaryonun önceden yazılmış ve sürekli ABD ve AB eliyle yeniden ve yine yeniden kotarılmakta olduğunu dikkate almamızdır. Ancak bu senaryoyu yazan, yazdıranın ve onların şakşakçılarının anlamadığı çok önemli bir durum vardır. Oda bu oyunun çeşitli versiyonlarını salonda oturan halkın çoğunun görmüş olduğu. Çoğu bu oyunu sevmiyor, hiç ama hiç hazzetmiyor.

ABD ve AB, bu oyunun bu sezon gösterimi için yaptığı değişiklikleri, Türkiye’de henüz denenmemiş başka bir tür ayrıştırma için gündeme koydu. Bunun anlamı ise aynı inanca ve mezhebe mensup insanları tarikatlar marifeti ile bölmek.

İslamiyet bu millete mezhep çekişmeleri, tarikat kavgaları nedeniyle doğru bir şekilde öğretilmediği için, doğrular tahrif edilmiş, inanç ve ibadetler sohbetlere, saçma sapan ritüellere, saça sakala ve 1,5 metre kumaş parçasına kadar indirgenmiştir.

Ilımlı İslam ve BOP kurgusunda, bir Sünni mezhep diğer bir Sünni mezhep içinde eritilmeye çalışılıyor, başka bir Sünni mezhebe ise diğerinin fetvaları ile yol gösteriliyor. Diğer bir mezhep, neredeyse unutturulmaya çalışılırken, bu mezhebin kurallarından yararlanmaya çalışılıp, ötekiler için başvurulan fetva kaynağı haline getiriliyor. Yani inanç birliğini parçalayıp inananlar düşman komşu yapılıyor. Ortaya, karmakarışık ABD ve İngiliz planlı, ılımlı İslam adı altında yeni bir teslimiyetçi vahabilik konuluyor.

Şia ise şu anda ABD’nin korkulu rüyası olduğundan, İslam âlemine düşman olarak takdim edilmektedir. Mesele çok derin, vahim, bir o kadarda devlet ve millet için tehlike yaratacak noktaya gelmiştir. İrtica ve yobazlık diye isimlendirilerek gaflete düşülecek bir durum değildir.

Yaşanan bu gerçekler karşısında İlahiyat profesörleri (bir kaçı hariç) ise susmaktadır. Onların susmalarını anlamak oldukça zor bir iş bizim için. Ya kendilerine veya bilgilerine güvenmiyorlar. Yahut birileriyle hoş geçinmenin peşindeler. Böyle olmasa, binlerce cahil insan, yok o hocanın, yok bu hocanın peşinden koşup durmaz, toplum anlamadığını, bilmediğini onlara sorması gerekirdi.

Asıl tartışılacak olan konu ılımlı İslam meselesi ile uydurma tarikatların ne yapmak istedikleridir. Türban burada yalnızca bu işin KDV sidir. Buna türban desen ne olur, politik simge desen ne olur, dinin gereği desen ne olur, özgürlük adına yapıyorum desen ne olur? Olacağı bir şey yok, olsa olsa dini kullanan partilere seçimlerde oy olur. Politikacılar için, türban ve benzerlerinin değerleri ise, işte bu oy kadardır.

Türk halkı kendi tarihini Selçuklulardan başlayarak, Türkiye Cumhuriyetine nasıl gelindiğini artık öğrenmeli. Ayni kaderi paylaşan ve aynı saflarda olan insanların, nasıl olup da dinci particiliğin ve rol paylaşan tarikatçıların marifeti ile bu milletin nasıl bölündüğünü bir değerlendirmeli. En mühimi ise kendi aklıyla kendi dinini doğru öğrenmeli. Bu yapılmazsa, dinci siyasilerin elinde, bazı şeyler putlaştırılarak ve simgeleştirilerek toplum resmen aldatılır ve olumsuz yönlendirilir.

ABD, AB ve yurtiçi işbirlikçi bir takım zevatın, Türkiye’de laiklik karşıtı çıkışlarının sebebi, laikliğin, halkı inançsal olarak bölme çalışmalarında karşılarına yıkılmaz duvar olarak çıkmasıdır. Kemalizm’in ve cumhuriyetin olmazsa olmazlarından biri olan laiklik ilkesinin korunması, ülke birlik ve bütünlüğü için var olma savaşının kod adıdır.

Necmi ÖZNEY

18 Mayıs 2008 Pazar

ETKİN BİR TOPLUM VE TEMİZ POLİTİKA

Her şeyi istikrar içinde ve tıkırında imiş gibi göstermeye çalışan politikacı yalanlarından ve gelecek günlerini belirleyememenin huzursuzluğu içinde kıvranan Türkiye'mizde, en fazla şikâyet edilen konuların başında, halkı uyutma ve günü geçiştirme maksadı ile söylenen politik ve ekonomik yalanlar gelmektedir. Buna, “Ne ararsan var doğru sözden gayri” anlamını da çıkarabileceğimiz, Türkiye’de derin bir politik bunalım var diyebiliriz.

Bunalım deyince yanlış anlamayın, tüm unsurların ortaklaşa beraber hissettiği bir bunalımdan bahsetmiyorum. Aynı tastan çorba içmedikleri için, halkın bunalımı başka, politikacıların bunalımı başka tellerden çalar.

Parti liderleri veya politikacılar arasındaki siyasi bunalım, oy kaygısı ve şahsi çıkarlar üzerine kuruludur. Aslında, politik çıkar kavgaları halkın gözü önünde yapılmasa aralarında bunalım filan çıkmaz. Milletin malı kardeşçe paylaşılır, kavgasız gürültüsüz yaşar giderler.

Politikanın iyi veya kötü, kirli veya temiz olmasını sadece politikacılara mal etmek, politika denen piyasanın nasıl çalışması gerektiğine halkın değil, ancak; asıl değil, aslen vekil olup ta kendisini toplumun kaymak tabakası zanneden küçük bir politikacı esnafı takımının karar vermesi gerektiğine inanmış ve hala kul kalabilmeyi başarmış olan halkın kolaycılığıdır.

Artık çağdışı olması ve bitmesi gereken bu geri düşünceye göre, politika, yönetenler ve yönetilenler olarak ayrışacak ve iyi yöneticiler seçebilirsek yönetim iyi ve temiz olacak, seçemezsek kötü ve kirli olacak. Elbette, temiz ve iyi bir politikanın ilk şartı, temiz ve iyi yöneticiler olmasıdır. Bu devirde ve bu ülkede kimleri nasıl seçtiğimizin şekli de bu bunalımın en mühim sebeplerinden biridir.

Politikacının sözlüğünde temiz ve iyi kavramı acaba ne anlama gelmektedir? Politikacıya göre ve halka göre bu sıfatların ölçüleri nelerdir ve buna bağlı olarak temiz ve iyi yönetici ne demektir? Politikacılar temiz ve iyi değiller veya olmamaya karar vermişler ise, halk buna karşı acil olarak nasıl tedbir alabilir?

Politikacıya göre, ideal temiz ve iyi adam yalnızca kendisidir. Temiz ve iyi kavramları ise her politikacının kendi inanç ve karakter ölçüleri içindedir. Politikanın edilgen nesnesi olarak kabul edilen halk, partizanca taraf tutturularak birbirlerine karşı bölündüklerinden, hiçbir tedbir alması mümkün değildir. Halk cılız dahi olsa, sesini çıkarmaya kalktığı anda ağzı hemen kapatılır, kafasına çuval geçiriliverir. Dahası halka eklembacaklı muamelesi yapılarak üzerine gaz bile sıkılır. Kısaca, politik bunalımın ve problemin çözümünü, yinede bunalıma sebep olan politikacılarda aramakta ısrar edildikçe, halk, politikacının her başarısızlığını ve millete her kaybettirdiğini hiçbir hesap soramadan ödemeye mahkûmdur.

Ne yazık ki ülkemizde hâlâ ve her şeye rağmen, kendisini politikanın pasif nesnesi olarak görmeye devam edenler, politikacıların kendi kendilerini ıslah etmelerini boşuna ümit etmeye devam ederek, vatandaş rolü yapıp bu senaryoda rol aldıklarını zannediyorlar. Böyle bir döngü içinde, Türkiye'de politikanın ıslah olma olasılığı da ortadan kalkar, politika ve politikacı yozlaşır ve bu böylece devam eder.

Artık yeter, çözümü kendimizde ve etrafımızda, yani toplumda aramalıyız. Politika denen oyunda yalnızca politikacının değil, toplumun bireylerinin de siyasi etkinlik içinde olması gerektiğini anlamalı ve kabul etmeliyiz.

Düşüncelerini Aziz Atatürk’ten alan, aydınlanmış, temiz, kültürlü, hür ve cesur gerçek vatandaşlardan oluşmuş olgun bir toplum meydana getiremediğimiz sürece ülkemizi karanlıktan kurtaramayız. Daima uyanık olmalıyız. O’nun izinden saptığımız takdirde, emperyalizm ve onun işbirlikçi uşakları, her şeyimize el atmak için bugünkü gibi her an hazır bekleyeceklerdir.

Necmi ÖZNEY

13 Mayıs 2008 Salı

TÜRKİYE’NİN BİRİKMİŞ İŞGÜCÜ ENERJİSİ NASIL YÖNLENDİRİLECEK?

Bu memleketin genel halinin her geçen gün biraz daha kötüye gitmekte olduğunu söylemek abartılı ve yanlış bir söylem olarak görülmemelidir.

İnsanlarda genellikle geçmişe karşı bir hasret duyma, geçmiş zamanları hasretle hatırlama ve bugününü beğenmeme eğilimi her zaman vardır, fakat Türkiye’de bugün günü beğenmeme hali böyle bir insani huya bağlanmamalıdır. Yurdumuzun ve milletimizin başı zaten ne zaman şöyle bir rahat yüzü gördü ki? Şu an içinde bulunduğumuz vaziyet, “şimdiye kadar bundan daha kötü günlerde gördük” diyerek kendimizi kandırmaya çalışacağımız türden değildir.

Şimdiki durum ise bunların hiçbirisine benzemiyor. İlan edilmiş bir savaş yok, ama her gün şehit haberleri geliyor. İşgal altında değiliz, Pera’da yabancı askerler yok ama ABD ve AB’nin dayatmaları işgal günlerindeki gibi.

Kıtlık yok, pahalılık ve parasızlık içinde, açlık sınırı altında veya açlık sınırında yaşayanlar var, ama henüz aç mezarı yok. Pek bir şey anlayamazsak ta iyi kötü idare edildiğimiz bir demokrasimiz var. Bundan iyisi Şam’da kayısı diyebiliriz.

İşsizlik ve yoksulluk tavan yapmış olmasına rağmen geleneksel aile dayanışması sayesinde geçinmeye çalışıyoruz. Sayıları ve ekonomik dayanma güçleri azaldığı halde, hala direnen, bir şeyler üretmeye çalışan, dürüst ve namuslu insanlar sayesinde yıkılmıyoruz. İyi kötü ayakta durabiliyoruz.

Aile reisinin asgari ücretle çalıştığı dört kişilik bir ailenin ortalama 7200 TL kazandığı ve bu ailede fert başına milli gelirin 1800 TL yani 1385 dolar olduğu hesabından yola çıkarak, bizden daha fakir ülkelere bakıp, buna da şükür demek varken niçin bizden daha iyi ülkelere bakıp şikâyet ediyoruz? Bir yiyip bin şükretmemiz gerekmez mi? Adam başı, giyim, kira, gıda ve diğer ihtiyaçlar için günde kelle başı beş TL. Şükürler olsun!

Her yönden güçlü bir potansiyele sahip olan bu millet, bu yurt ve bu devlet, yönetiliyormuş gibi yapılıyor. Ekonomik ve politik problemler, milletin gücünün aktif hale dönüşmesine engel oluyor. Politika bu durumu daha da karmaşık hale getiriyor. Geliyorum diyen kriz, zannedildiğinden daha derin ve daha büyük boyutlarda olabilir.

Ülkemizde işgücünün büyük bir kısmı atıl halde tutulmaktadır, Daha da kötüsü, bütün milletin gücünü ateşleyecek olan, sosyal, manevi ve kültürel gücümüz ise atıl hale getirilmeye çalışılmaktadır. Türkiye'de ve Türk İnsanı'nda, birikmiş bulunan potansiyel enerji ciddi bir birikim içindedir. Bu enerji eğitim ve kültürle çoğalır, dünya görüşümüzü şekillendirebilir, gelecek hayallerimizi oluşturabilir ve durmadan yeni katılımlarla artabilir. Bu güç biriktikçe birikiyor, fakat her ne oluyorsa oluyor, önüne set çekilip ruhsuzlaştırılıyor, moraller çöküyor.

Yurdumuz ve milletimiz, her türlü olumsuzluklara rağmen, hala büyük, hatta çok büyük, bir ekonomik devrimi ateşleyecek ve motoru olabilecek kadar büyük. Bu büyüklük sıkışmış dişlilerinin arasına çomak sokularak önlenmeye çalışılmaktadır. Eğer bu büyüklüğü işler hale getirebilirsek ki, biz Türkler, inanın dağları yerinden söker onları tekrardan yüceltiriz. Ne yazık ki, Türkiye'nin ve Türk Milleti'nin önünü açacak olanlar şu an Türkiye’nin önünü kapatmakla meşguller.

Ekonomisi politik olarak beslenemeyen bir milletin gücü, ya doğduğu yerde boğulur ya da her işinde yozlaşma hâkim olur. Gücün ve enerjinin kökü ve motoru Türk Milletidir ancak, ne etken bir işgücü planlaması, ne de bu olumsuzlukları yok edecek politik planı vardır.

Necmi ÖZNEY

9 Mayıs 2008 Cuma

ELLİ SEKİZ SENELİK BİR SÜREÇ

Günümüzde ki politik gelişim ve güncel tartışma konuları çok fakir ve çok kötü. Gündem maksatlı olarak çok sık değiştiriliyor. Konuşulanlar, yazılanlar, hem adet olarak çok kısıtlı, hem de kalitece çok kötü ve dayandığı temeller ise çok zayıf. Acil ve ciddi olarak ele alınması gereken konular ise, ya hiç ele alınmıyor veya önemsizmiş gibi geçiştiriliyor ve üstü örtülüyor.

14 Mayıs 1950 seçimlerinin üzerinden elli sekiz sene geçti. Türkiye için bu kadar mühim ve tarihi önemi olan bu zaman parçası biraz dikkatlice ve tarafsızca incelendiği zaman, Türkiye'deki birçok siyasi gelişmenin, huzursuzluk ve tedirginliğin temelinde, 14 Mayıs 1950'nin yatmakta olduğu görülebilecektir. 14 Mayıs süreci şu anda da devam ediyor. Buna rağmen bu ülkenin düşünen aydın beyinlerinden çıt çıkmıyor.

14 Mayıs 1950 seçimleri, çok basite indirgenerek bir iktidar değişimi şeklinde ele alınamaz. Büyük bir depremdir, o tarihlerde toplum hâlâ feodal bırakılmış ve etki altına alınmıştır. Türkiye'de Atatürkçü düşüncenin kırılma noktasını teşkil eden tarihi bir dönüm noktası olması bakımından, Atatürk devrimlerinin de kırılma noktasının işaretlenmesidir. Bunun içindir ki, 14 Mayıs'ın önemi daha çok ve esas olarak, yol açtıklarında aranmalıdır. 14 Mayıs, esas olarak bir başlangıçtır. Bir zorlu sürecin başlangıç noktası, bir büyük depremin ilk tetikleyicisidir.

Bu süreç bir karşı devrim olarak henüz istediklerini tahsil edebilmiş değildir. Kendisini yeniden üreterek yaşamaya çalışan, hâlâ bitmemiş, hâlâ devam etmeye çalışan ve hâlâ devam etmeye inatla devam eden bir süreçtir.

14 Mayıs seçimi sürecinde aydın düşüncenin yeri yoktur Bu hareket, laikliğe karşı dini ve yoksulluğu kullanarak, tepkiler yaratılarak, parti başkanı aday gösterirse odunu bile milletvekili seçtirebileceği bir düşünce biçimi ile şekillenmiş ve yine aynı karaktere sahip politik kadrolarca aktif politika sahnesine taşınmıştır.

Düşük yoğunluklu bir karşı devrim yaratılmıştır. Biz şu anda bu karşı devrimin en kızıştığı dilimdeyiz. Aydını korkutmaya, kul etmeye çalışan bir karşı devrim gelişiyor. Zaman zaman mecburen geri adımlar atılsa da, yurdumuz için tehlikeli bir süreç olarak hâlâ devam ediyor.

Türkiye'de olayları görebilen dev gibi bir Atatürkçü diriliş vardır ama bir kere fay hattı çatlamış, toprak hareketlenmiştir. Toprak bir kere hareketlenince yer yerinden oynar ve oynamaktadır.

Ülkemizdeki bütün bu sarsıntılar, irticacı ve Türkiye karşıtı bir zihniyetin ürünüdür. Çok az bir zaman sonra insanların aklının başına gelip hakikatleri görebileceğine inanıyorum. Çünkü irticai karşı devrim denemelerinin faturası çok ağır olur ve biz, henüz bu faturayı görmüş değiliz.

Necmi ÖZNEY

4 Mayıs 2008 Pazar

AMERİKAN BİRLİĞİ, DÜNYA BARIŞI VE KEMALİZM

Amerikan birliğinin özü ve en önemli özelliğinde, kişisel çıkarları korumak uğruna toplumsal uzlaşma sağlanması yatar. Amerika Birleşik Devletlerinin kurulması ise bu kişisel çıkar ve menfaatlerin korunmasından kaynaklanan toplumsal uzlaşmanın sonucudur. Amerikan tarihini tarafsız bir bakışla irdelemeye başladığınız zaman göreceğiniz ilk şey bireysel çıkarlardır. Tarih içindeki tutumları, toprakları elde etme yöntemleri ve yapılan kıyımların tarzı bizlere yabancıdır.

İnsanlar veya devletlerarası ilişkiler kurulurken dikkat edilmesi gereken ilk şey, taraflar arasında mümkün olduğu kadar davranış benzerliği ve kurulan ilişkilerde eşitliğin olup olmadığıdır. Tarihte ve halen, ABD ve Türkiye, davranış farkları bakımından yan yana konulabilecek, müttefik olabilecek ve hatta dost olabilecek iki ülke değildir. Bunun sonucunda ise Amerika ile kurulan ilişkilerde Türkiye hep veren ülke olmuştur.

Bizim anladığımız devlet ve millet anlayışı şeklinde bir devlet ve millet anlayışını Amerikalılarda bulamayız. Çünkü bizim anlayabileceğimiz nitelikte bir Amerikan devleti veya milleti yoktur. Hiç bir zaman olmamıştır ve olmayacaktır da. Kuruluşundan beri yapay bir millet yaratma çabasındadırlar ve akıbeti ne olacağı ise henüz belli değildir. ABD federasyon yapısı içinde bir birliktir. Bizim anladığımız devlet, milli birlik gibi ulvi kavramlar geçmişlerinde yoktur. Büyük bir orandaki çoğunluk Amerikalı için bu kavramlar kapsama alanı dışındadır.

Bizim anladığımız anlamda bir devlet ve millet olabilmek için, o toplumun tarihsel akış içinde, binlerce yıl ortak mücadele vermesi, kılıçlarının demirine kanla su vererek çelikleşmesi ve dünyanın dört bir yanında medeniyet ve insani değerlerinin izlerini bırakması şarttır.

Topraklarının büyük bir bölümü para ile satın alınarak veya yerli halka soykırım yapılarak sahip olunmuş topraklarda meydana gelen topluluğa devlet denilemez. İşte Hiroşima, Vietnam, Afganistan ve Irak buralarda yapılanları insaniyetle bağdaştırabilir misiniz?

Amerikan milleti olarak adlandırabileceğimiz bir bütünlük hiçbir zaman olmamıştır. Emperyalist irade etrafında bir araya gelerek kendileri için daha iyi bir sömürü düzeni tesis etmek isteyen bir topluluk vardır. İşte bu topluluğun ihtiyacı olan uzlaşı ABD’yi kurdurmuştur. Bugün ne yazık ki dünya, psikolojik Amerikan propagandasına kanarak, özgürlükler ülkesi safsatasına inanarak Amerikalıları hak etmedikleri şekilde onurlandırmaktadır. Bu haksız onurlandırma ise bunları şımartmakta, kendilerinin insanüstü yaratıklar olduklarına inanmalarına ve her kötülüğü mubah olarak görmelerine yol açmaktadır. Hele birde işin içine evangelist inanış girince nerede ise kendilerini insan kılığındaki tanrılar olarak görmeye başlarlar.

ABD, milli devleti, birbirleri ile iyi komşuluk ilişkileri kuran devletleri kesinlikle istemez çünkü Amerikalılar milli duyguları kavrayamazlar ve böyle insani davranış biçimleri onlar için terstir ve kavramalarına ise, imkân ve ihtimal yoktur. Üstüne üstlük milli devletlerin varlığı onların bir araya geliş nedenleri için büyük tehlikedir. Yok edilmesi veya parçalanmaları gerekir.

Avrupa ise, hem bu tehlikenin farkına varmakta, hem de Amerikalıların yapmakta olduğu bu düzeni kendileri için kurmaya çalışmaktadırlar. Rusya bile dağıldıktan itibaren böyle bir sömürü düzeni kurmak için fırsat ve zemin kollamaktadır.

Büyük Atatürk’ün ilke ve devrimlerini yeni bir dünya düzeni için kullanmaya kalksak, ortaya çıkacak olan mutlu ve özgür bir dünya düzeni olacaktır. İşte böyle bir düşüncenin bırakın seslendirilmesini, kafaların içinde şekillenmesini bile bu yüzden istemezler. Dünyanın her an bir kargaşa içinde olması emperyalizmin istediği şeydir.

Türkiye’de, emperyalizmin ve genel işbirlikçilerinin, Atatürk karşıtlığının ana sebeplerinden biriside budur. Selçukludan bu yana sahip olduğumuz ve çeşitli politik oyunlarla elimizden alınmış topraklar üzerinde hala kan, gözyaşı ve kıyımlar sürmektedir. Bunun sebebi ise bu coğrafyalardan silinmeye çalışılan Türk izleridir. Çünkü Türk’ün yalnızca nefesi bile Ortadoğu’yu barış içinde tutmaya yeter.

İşbirlikçilere hatırlatmak isterim ki, dünya yüzünde Amerikalılara uşak olmuş her kişinin sonu Amerikalıların elinden olmuştur. Bırakın diğerlerini bir yana, Saddam’ın başına gelenler onlar için en büyük ders olmalıdır. Akan her kanda, her gözyaşında bu işbirlikçilerin büyük vebali vardır. Ne yazık ki, bakarlar göremezler, duyarlar işitemezler ve beyinleri vardır ama düşünemezler.

Ülkemizin etrafı kan ve barut kokusu ile sarılıdır. İşte bu yüzden her an ve her saniye barış ve kendi güvenliğimiz için tetikte olmalıyız. Yurdumuz, Atatürk ve O’nun devrimleri milletimizin namusudur, hiçbir ödün vermeden onları şerefle korumalı ve üzerine titremeliyiz.

Necmi ÖZNEY

1 Mayıs 2008 Perşembe

BUGÜN MÜTAREKE YILLARINDAN DAHA AĞIR ŞARTLAR İÇİNDEYİZ

Türkiye, son derece tehlikeli ve son derece kritik bir dönemde bulunmaktadır. Vatanımız tehdit ve tehlike altındadır ve bu ülke artık imdat çığlıkları atmaktadır.

Türkiye'de ekonomik bir gerileme vardır ve halk ekonomik bir çöküş yaşanmaktadır. Ülkemiz ve halkımız, belli kişiler haricinde genel olarak ciddi bir fakirleşme sürecine girmiştir. İşsizlik tehlikeli boyutlara ulaşmak üzeredir. Üretim çökmüş, buna karşılık yapılan işlerdeki karanlık politik ilişkilerin perdeleri sıkı sıkıya kapatılmıştır.

Toplumun bazı kesimleri arasındaki gelir farkları arasında uçurumlar vardır. Yetmiş beş milyonluk koca bir ülkenin bütün geleceği yabancıdan gelecek sermayeye bağlamakta gelen yabancı sermayenin ne maksatla geldiği ve nelerimizi götüreceği hiçbir zatı muhterem tarafından halka anlatılmamaktadır. Devletimizin ve halkımızın haysiyeti ve şerefi günbegün seviye kaybetmektedir. Bu kötü gidişat halkın geleceği satılarak geçiştirilmeye çalışılmakta, yurdumuz bir anlamda sömürgeleşme süreci yaşamaktadır.

Demokrasi gerilemekte, halkın kazanımları sürekli olarak kısılmakta devlet gücünü elinde tutanların hatalı ve yanlış politikaları yüzünden devlet ile toplumun büyük çoğunluğu arasında, kapanması ve eritilmesi gittikçe zorlaşan buzdan duvarlar örülmektedir.

Bu topraklar için hala kan bedeli ödeyen halkın gönlünden, Vatan, Devlet, Bayrak, Atatürk sevgisi gibi her birisi diğerinden daha değerli kavramlar silinmeye çalışılmaktadır.

Türban gibi konular, bir pire için yorgan yakmaya dönüşerek ve üstelik pire zıplayıp kaçtıktan ve yorgan yandıktan sonra kontrolden çıkmakta, ABD ve AB destekli olarak sistemli ve saldırgan bir parti politikasına dönüşmekte, halk, devleti ile dini arasında zorlanarak, anlamsız bir tercihe doğru itilmektedir. Milletimizin gelenekleri, ahlaki değerleri toplumsal ve manevi aşınmaya maruz kalmaktadır.

Daha da vahimi, ülkemiz üzerindeki hayati değerlerin kontrolünü kaybettik veya kaybetmek üzereyiz. Ekonomi IMF'nin, iç işlerimiz ile ilgili kanuni düzenlemeler ve uygulamalar, gelecek için yapılacak tasarı ve teklifler Avrupa Birliği'nin, dış işleri ise Amerika Birleşik Devletleri'nin mutlak kontrolü ve tahakkümü altındadır.

Boğazına kadar ihanete batmış sözde aydınlar, saçma sapan şeyler konuşmakta ve yazmakta, sanki Avrupa Birliği'ne girince arzu ettiğimiz her şeye kolayca ulaşabileceğimiz havası vermektedirler. Avrupa Birliği konusunda güya bilimsel araştırmalar yapmakta ve çoğul bir kısmı, fiilen birer AB lobisi şeklinde çalışarak karanlık faaliyetler icra eden kuruluşlar haline gelmişlerdir.

Türk portakallarının AB standartlarına uygunluğu türünden salakça çalışmalarla halkı oyalamakta, halka sormayı bile düşünmeden Türk Devleti'ni meçhul bir yola doğru sürüklemekte hiç bir beis görmemektedirler. Toplumu bir bilinç kirlenmesine doğru götürmektedirler. Bunun Türkiye için açık ve net anlamı, Türk Devleti'nin tasfiyesine çalışılıyor demektir.

Avrupa Birliği'ne onların istediği şartlarda girmek, Türk dünyasının da Türksüz kalması demektir ki, bu da, Türk dünyasının da çöküşünün başlangıcı olacak anlamına gelir.

Türkiye bugün, mütareke yıllarından ve Atatürk'ün Gençliğe Hitabesinde söylediklerinden daha ağır şartlar içinde yaşamaktadır. Vaziyet kötü, ama hiçbir şeyin sonu gelmiş değildir. Bayrağımız dalgalanıyor ve hala canlarımız sağ. Bu millet, yine şahlanır bendini yıkar ama başındaki politikacı inançlı, ehliyet sahibi ve omurgası kırık olmayacak, dik durmayı ve halkı dik tutmayı becerecek kişilikte olması gerekiyor.

Vatan sevgisini daha da ileri götürmek hususunda birbirimizle ilişki kurmalıyız. Hiç olmazsa seslenmeye çalışanlara ses vermeliyiz.

Zaman ülkemizi düşünmek zamanıdır, çünkü bu ülke, yeni sabahların desteği ile arsız tv lerin başlatacakları saldırılarla boğulmak istenmektedir.

Necmi ÖZNEY