Temel fikir olarak 1995'de ortaya atılan 'Avrupa Akdeniz Birliği', Akdeniz çukuru etrafında toplanmış milletler arasındaki barış ve istikrarın sağlanmasının yanı sıra, 2010 yılına kadar bu devletlerin denetiminde bir serbest ticaret bölgesi kurulmasını amaçlıyordu. Ancak ortak devletler böyle bir hedefin anlamına hala henüz çok uzak. Konunun perde arkasını biraz araştıralım ve inceleyelim.
2005 yılında toplanan 'Avrupa Akdeniz Ortaklığı' zirvesinin akla getirdiği ilk soru, yine yeni bir sömürü düzenimi kurmaya çalışılıyor? Oluyordu. Ben bu olup bitenleri daha önce de gördüm mü acaba, diye sormaktan alamıyorum kendimi. Akdeniz, şu sıralar bazı Avrupa Birliği ülkelerinin ilgi alanına girmeye başladı yeniden.
Fransa'nın yeni devlet başkanı Nicolas Sarkozy ile İtalya başbakanı Romano Prodi, 2007 Mayıs ayı sonlarında Paris'te yaptıkları görüşmede Avrupa ile Akdeniz bölgesi arasındaki ilişkilerin yakın bir gelecekte ve öncelikle ele alınacağını söyledi.
Prodi yedi 'Avrupa Akdeniz' ülkesinin katılacağı bir konferans yapılacağını ve konferansa katılacak ülkeler arasında, kendi ülkelerinin yanı sıra, İspanya ve Portekiz, Yunanistan, Kıbrıs ve Malta'yı saydı. Portekiz nasıl bir Akdeniz ülkesi diye soracaksanız hiç sormayın cahilliğiniz meydana çıkar. Sarkozy ve Parodi'den daha iyi bilecek haliniz yok ya. Bu organizasyonun ucunda Akdeniz'in güney ve doğusundaki ülkelerle birlikte kurulacak bir 'Akdeniz Birliği' hedefi var.
Bundan tam 12 yıl önce 'Avrupa Akdeniz Diyalog Süreci' adı altındaki bir oluşum, büyük bir şamata ve gürültü ile dünya kamuoyuna duyurulmuştu.
1995 yılında Barselona'da yapılan Avrupa Akdeniz Konferansı'nda kültürler arası işbirliğine ve önyargıları ortadan kaldırmaya yönelik, cafcaflı büyük sözler eşliğinde Akdeniz etrafında bir serbest ticaret bölgesi oluşturulması için start verildi. Bu hedefin amacına ulaşabilmesi için öncelikle, Avrupa Birliği ve Akdeniz'e kıyısı bulunan her ülke ile ama ayrı ayrı ikili anlaşmalar yapılması planlandı. Suriye dışında, 'Barselona Süreci' içindeki tüm devletlerle bu tür anlaşmalar imzalandı ve söz konusu anlaşmalar yürürlüğe girdi.
Ekonomik alandaki bütünleşme süreci 2010 yılına kadar bir serbest ticaret bölgesi kurulmasını öngörüyordu. Katılımcı ülkelere özellikle ihracat yoluyla sürekli bir ekonomik kalkınma içine girecekleri vaat edildi. Çok yakında bizede yapıldığı gibi milyon konuda fasıllar açılacak, fasıllar görüşülecek, fasıllar uçları açık kalacak ama halklar uyutulacak.
Ancak bu sürece eleştiriler geldi. Devletlerin koruyucu dış ticaret politikalarının ortadan kalkması ile Avrupa Birliği'nden gelecek rakipleri karşısında yerle bir olacakları endişesini dile getiriyorlardı. Zira yerel sanayilerin, AB deki sanayi ile rekabet güçleri yok ki. Sanayiye motor olacak alanlarında ise hiç yatırımları yok
Bir örnek vermem gerekirse:
Yardım sever AB bunu gördü ve yardım etme kararı aldı. Endüstriyel alanda, Tunus ve Fas gibi ülkelerdeki açıkları kapamaya yönelik yatırımlar yapıldı. Çağrı merkezleri kuruldu. Amerikalı bir salak bilgisayarının açma kapama düğmesini bulamamış. Hacıya soruyor. Hacıda on off düğmesinin yerini tarif ediyor. Eh yani, Çağrı Merkezleri'nin bu iki ülkede artık önemli bir endüstriyel ekonomik sektör olmaya başladığı Tunus ve Fas'ın artık ağır sanayi hamlesi yaptığı söylenebilir artık. Fas'ta son iki yılda reel ekonomik anlamda kalkınma sağlandı. 2006 yılında ekonomik kalkınma %6 olarak gerçekleşti ve işsizlik azaldı, ancak bu sanayi üzerinden değil, turizm girdisiyle sağlandı. Sanayi hep gelişmenin gerisinde kaldı. Fas için turizm geliri iki misline çıkabilirdi ama gelirin yarısından fazlasını yabancı yatırımcı kendi ülkesine transfer etti. Yeni bir sömürgecilik ve yeni bir sömürü düzeni kurulmuş oldu. Tekstil endüstrisinin yakın tarihlere kadar hem Fas hem de Tunus için çok önemli bir ekonomik ağırlığı olduğunu biliriz. Ama çoklu elyaf anlaşması'nın sona ermesi nedeniyle bu sektör çok ağır darbe yedi. Bu arada bu ülkelerdeki tarım sektörüde dibe vurmuş vaziyette. İşte size kalkınma örneği. Hem de AB li Akdeniz Birliği katkılı.
Ayrıca 'Akdeniz Birliği' konusunun gündemde tutulması, Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğine açık ve milliyetçi bir yaklaşımla karşı çıkan Sarkozy için de, Türkiye'nin Avrupa Birliği dışında kalması için yazılacak yeni senaryo için de bulunmaz bir fırsat.
Fransa devlet başkanı, işte bu yüzden ve bilinçli olarak yeni bir Akdeniz birliği yönündeki bu fikrini, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne katılımına karşı ve böyle bir katılımı engellemek için bu modeli birden hatırladı ve ortaya attı.
Bilirsiniz zurnalarda bir zırt deliği vardır şimdi oraya gelelim. Bütün bunlar yakın bir gelecekte emperyalist devletlerinin yeni planları için Dünya'nın çektiği doğum sancılarının dışa vurumu. Gözünüz aydın, Dünya hamile. Yeni bir çağa hamile. Bu çağın adını şimdiden koyalım. " İmparatorluklar Çağı" ABD, AB, Çin ve Rusya bu düzende yerlerini almaya çalışıyorlar. Türkiye ve Türk cumhuriyetleri isterse kurulmaya çalışılan bu düzende beşinci büyük olabilirler. Evet, inanın isterlerse bu düzende söz sahibi olabilirler.
Ama işbirlikçi olmayan, satılmamış, devletlerini milletlerini seven ve Atatürk değerlerine sıkı sıkı sarılan inanmış yöneticilere ve devlet adamlarına sahip olmak şartıyla.
Emperyalist ülkeler için Dünya ve Dünya nimetleri, diğer ülkelerle paylaşılmayacak kadar küçük ve az. Bunu bir yerlere yazın ve hatırlayın. Hakkınızı savunmaya çalışacağınız günler pek uzakta değil.
Necmi ÖZNEY
21 Haziran 2007 Perşembe
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder