1980 ve 1985 yılları arasında ABD ve AB ülkeleri yeni bir emperyalist sömürü planı üzerinde çalışmaya başladılar. Aslında çok daha evveline dayanan bir plandı ama ince ayarları bu seneler arasında yapıldı. Sömürü planının ana hedefi olan birçok gelişmekte ve az gelişmiş ülkelerde uygulamaya konması yaklaşık 1990’ları buldu. Bu planın ana hedefi, az gelişmiş ve gelişmekte olan devletlerin yeraltı ve yerüstü zenginliklerine sahip olmak. Dünya genelinde ekonomik entrikalar sahneye koyarak bu ülkeleri pazar haline getirmek ve iktisadi olarak zayıflatmak ve bağımlı hale düşürmekti.
İlk elde SSCB’ni dağıttılar, lokmalara böldüler. Bunları yaparken Dünya halklarına şırınga edilen fikir, bağımsızlık ve milliyetçilik oldu. Zenginliklerine göz koydukları devletlerin başına kargaşa çorabını örmek içinde Taliban gibi örgütleri veya yerel ayrılıkçıları bela ederek kargaşaya soktular. Örnek olarak, Irak’ı İran’a ve İran’ı Irak’a karşı belli zamanlarda taraf değiştirerek destekleyip savaşlara sürüklediler. Türkiye’nin başına da PKK terörünü musallat ettiler. Asya genelini bilmem anlatmama gerek varmı.
Planın ikinci bölümüne geçildiği zaman az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, ABD ve AB için çalışacak daha doğrusu emperyalizmin işbirlikçiliğini yapacak yerel devşirmeler desteklenerek iktidarlara hazırlanmaya başlandı. Bu altyapı oluştuktan sonra, soygun ortamı hazırlanmış oldu. İstekler sıralanmaya başladı. Kafası çalışmayan politikacılarda bunların planlarını kendi parti programları ve kendi fikirleri gibi halka aktardılar. Emirler gelmeye başladı. Devlet sermaye hareketleri üzerindeki kısıtlamaları kaldıracak, kamu kâğıtları, para piyasası ve borsa gibi finansal piyasalarını yabancı yatırımcılara açacak, eğer hala bu tür piyasaları yoksa hemen kurulacak, kamu işletmeleri en kısa zamanda özelleştirilecek.
Bu hareketin gelişmekte olan ülkelerdeki reklâmını da Dünya Bankası ve IMF yaptı. Türkiye'de 1985'de İMKB'nin kurulması, 1988’de alınan bir kararla Türkiye'nin dünyanın en serbest sermaye hareketleri rejimine sahip ülkelerden biri haline gelmesi, 1990'dan itibaren bütçe finansmanında iç borçlanmaya ağırlık verilmesi hep Dünya Bankasının aferimleri ile gerçekleşti. Şimdi Dünya bankasında görevli olan Derviş’in Türkiye de oluşunu hem de Türk hükümeti tarafından görevlendirildiğini hatırlayın. İşini bitirdi, yönlendirdi ve döndü.
Kapitalist sistemin ve emperyalist devletlerin istekleri tek tek gerçekleştirildi. İktisadın klasik arz talep ilkeleri uyarınca, sermaye bol olduğu, dolayısıyla faiz ve kar getirisinin düşük olduğu yerlerden, yani gelişmiş ülkelerden kıt olduğu gelişmekte olan ülkelere akacak, bu şekilde bu ülkelerin kalkınması hız kazanacaktı. Yeter ki sermaye hareketlerinin önündeki engeller kaldırılsın, emperyalist amcalarımızın önü açılsın. 1990'larda açılan bu finansal özgürlük yolu, Brezilya'da, Türkiye'de, Arjantin'de, Güney Kore'de ve orta gelişmişlik düzeyindeki ülkelerde benimsendi ve buralara gelişmiş Dünyadan akan yıllık sermaye hareketi 250 milyar dolarlar mertebesine ulaştı. Bunun önemli bir bölümü sıcak para denen kısa vadeli faiz kazancı ve kapkaçı arayan yatırımlar şeklindeydi.
Gelişmekte olan ülkelerin piyasalarına yönelik 10 yıllık yatırım akımının sonucu ne oldu diye baktığımızda, bugünler itibarıyla bu ülkelerin birçoğunun çok ağır borç yükü altına girdiklerini, dış politika ve iç politikada ağırlıklarını kaybedip yarı köle haline geldiklerini görüyoruz. Türkiye dışında kalan ülkeler borç ertelemeye gitmeyi dahi deneyerek kendilerini IMF kıskacından kurtarmaya çalıştılar ve % 90 oranında kendilerini kurtardılar. IMF’nin tek enayisi Türkiye kaldı anlayacağınız. Başka müşterisi de yok zaten. Arjantin’in, moratoryuma giderek bu ülkenin borç senetlerini satın almış olan yatırımcıları mağdur etmesi IMF’yi bundan sonra gündeme gelmesi muhtemel yeni moratoryumlara, yani ülke iflâslarına yönelik bir strateji geliştirmek için tedbir almaya yöneltti.
Borçlu devletlerin borçlarının yeniden yapılandırmasına ilişkin tedbirleri hükümetlere dikte edip kabul ettirmeye başladılar. İşin gülünecek tarafı ise sermaye hareketlerine sınırsız özgürlük isteyen IMF, tehlikeyi gördü mü bu özgürlüğün kısıtlanmasını isteyebiliyor. Türkiye’de yönetimler hala borç yiğidin kamçısıdır edebiyatı yapıyor. Aynı şey 1850 ler de başka şekillerde Osmanlı’nın başına geldi. Sonuç Osmanlı’nın parçalanması ve yıkılması oldu. Peki, bu borç yükü bir devletin ölümü sayıldı ise sonuçta ortadan kalktı mı? Hayır. Düyun-u umumiye kuruldu. Babalar gibi yapılan borçları, anamızı alıp gitmeden çatır çatır ödedik. Bana öyle geliyor ki yeniden Düyun-u umumiye hazırlıkları yapılmaya başlanacak. Nasılsa kimse kimseden hesap sormuyor. Dokunulmazlık zırhı var asil ve mavi kanlı şövalyelerimde. Aman ha, iyi küreselleşelim. Küreselleşelim ki neremizden nasıl şaapıldığımızı fark etmeyelim. Malumunuz Küre de ön arka yoktur.İstediğimiz an IMF ile ilişkimizi bitiririz gibi söylemler duymuştuk bir zamanlar. Aman sakın ha bitirmeyin ilişkileri. Biz çok alıştık öpülmeye. Müzminleştik, sonra ne yaparız.
Necmi ÖZNEY
21 Haziran 2007 Perşembe
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder