31 Ağustos 2007 Cuma

BAŞ VEREN ÇIBAN VE TOPLUMSAL BUNALIM

Türkiye, bütün Cumhuriyet tarihinin en büyük ve en derin krizi ile karşı karşıya bulunmaktadır. Bu krize bir teşhis koyacak olursak, Cumhuriyet'in şimdiye kadar korumuş olduğu ilke ve kazanımlarının yok edilmeye çalışılması olarak adlandırabiliriz.

Artık Türkiye'nin çok ciddi bir şekilde sosyal ve politik tedavi ihtiyacı gerçeği içinde bulunduğunu kabul etmemiz gerekiyor. 1950 ler den sonra bilinçli olarak yapılan kültür ve milli benlik erozyonu çıbanı baş vermeye başladı. Emperyalist Dünyanın işine gelmeyen, milletin Atatürk sevgisi ve O’nun ilkelerine olan bağlılık, yerli işbirlikçiler ve Batı tarafından yok edilmeye çalışılıyor.

Kendilerine Atatürk’ü örnek almaya çalışan batının eski sömürgeleri, bir şekilde sindirilerek milli kültürlerinin mühim bir kısmı yok edildi. Türkiye’de ise, AB ve ABD tarafından hiç boş bırakılmadan komünist-kapitalist, sağcı-solcu, laik-dindar, Kürt-Türk, Sünni-Alevi v.s. şeklinde halk sürekli bölünmeye ve Türk toplumu ayrıştırılmaya çalışıldı.

Şimdi kendi kafalarına göre son vuruş sayılacak ve en etkili olabilecek sürece başlandı. Devlet ile Millet arasında bir ayrışma ve bir kopuş yaratma ve buna bağlı olarak milletin bağımsızlık bilincinin yok edilmeye çalışılması için düğmeye basıldı. Türkiye’nin temel direği, yani orduyu yıpratmaya çalışarak Devlet ile Millet arasında bir ayrılık yaratılmaya çalışılıyor. Buna bağlı olarak AB makyajı altında mandacılık fikri yayılmaya ve bağımsızlık bilinci yok edilmek isteniyor.

Türkiye hepimizin gözlerinin önünde iki adım ileri bir adım geri gelişen bir senaryo yaşıyor. Şu anda Türkiye'de bundan daha büyük bir problem yoktur. Devlet ile Millet arasındaki bağlılık, işbirlikçiler tarafından bilinçli olarak yok edilmeye çalışılıyor. Son günlerde AB ve yerli işbirlikçilerinin ordu karşıtlığı tavırları toplumun bağımsızlık bilincini yok etme maksadı taşıyor.

Türkiye'nin AB paraları ile geçinen basın ve bazı sivil toplum kuruluşları el birliği ile yaptıklar Avrupa Birliği şakşakçılığının sebebi nedir biliyor musunuz? Mandacılık! Türkiye’ye ve halka, kendilerinin hazmettikleri mandacılığı hazmettirmeye çalışıyorlar.

Toplumsal bilinç bu borazanlar vasıtası ile yanlış yönlendiriliyor. Çünkü halkın toplumsal psikolojisi bozulmuş bir vazıyette. Çürümüş odundan düzgün tahta elde edilemezse, psikolojisi bilinçli olarak bozulmuş bir beyinden de salim bir karar çıkmıyor.

Türkiye'de, Türkiye aleyhine çalışan etkili ve yetkili birçok lobi çalışması yapılmaktadır. Türkiye'de halkı bilhassa yanlış bilgilendirme, yanlış politika oluşturma ve kabul ettirme, sözüm ona kamuoyu oluşturma merkezi olan bu lobiler, hem Devlet, hem bütün siyasi partiler ve hem de medya üzerinde tam ve mutlak bir hâkimiyet kurmuş bulunmaktadırlar. Nitekim şimdiden bu lobilerin gücü öylesine büyümüş bulunmaktadır ki, AB aleyhindeki bütün fikirleri derhal, birer insanlık ayıbı, fanatizm, şovenizm olarak göstermekte ve suçlamaktadırlar.

Gerek devleti yönetenler ve gerekse de Toplum'un büyük çoğunluğunun AB hakkındaki bilgileri son derece sathi, derinliksiz, hayalî ve gerçeklerden uzak bulunmaktadır.

Avrupa tarihinin nasıl bir sömürgecilik ve zulüm tarihi olduğu unutturulmuş ve halka yutturulmuştur. Zenginliklerinin temelinde kan, zulüm ve sömürü yatan, sömürgecilik denen pisliğin mucidi olan, on almadan bir vermeyen Avrupalının kendi zenginliklerini bizler gibi safdil koyunlarla paylaşacağını zannetmekle sadece zekâ seviyemizi göstermekteyiz.

Bunun yanında başka bir çalışmaları ise, Toplumu Devlet'ten bıktırma ve devletten ümidini kesmesi durumuna getirmektir. Sanki Türkiye’de din düşmanlığı varmış. İbadet yasaklaması varmış gibi. Dindar insanlar üzerinde kurulan uydurma baskılar, türban kullanılarak yapılan siyaset, onların, kendilerini dinleri ile devletleri ve vatanları arasında zor bir tercihte bırakılmış hissetmelerine sebebiyet vermekte ve bu kişilerin iç dünyalarında bir tahribata yol açarak, Hıristiyan Avrupa’da bile Müslümanlığımı daha iyi yaşarım gibi bir düşüncenin doğmasına yol açmaktadır.

Bir başka önemli faktör ise, Millet'in artık siyaset'ten bütün ümidini kesmesi, bıkması hatta tiksinti duyar hale gelmesidir.

Artık tam zamanıdır. Halka Atatürk ilke ve inkılâpları daha derinlikli olarak anlatılmalı, halkın Atatürkçülüğü güncel ve bütün esasları ile anlaması sağlanmalıdır.

İşte Türk halkı için, toplumsal bunalımın yegâne ilacı budur.

Necmi ÖZNEY

28 Ağustos 2007 Salı

ASIL AVRUPA VE ATATÜRK KORKUSU

O parti veya şu parti ayırımı yapmadan yaklaşık elli senedir, Türkiye’de seçilmiş veya üst düzey bürokraside görev alan ve Türkiye’nin geleceğini planlayan kişilerin zihniyetlerini açıkça gözlemleme imkânı bulabildiğimiz konulardan birisi de, 1990 lı yıllarda başlayan Avrupa Birliği hayali olmuştur.

Yapay olarak yaratılan kürt meselesinden laiklik meselesine, demokrasi'ye, demokrasi'den çok hukukluluğa kadar bütün konularda olduğu gibi Avrupa Birliği konusunda da, hazır kalıplar, hazır şablonlar tercih edilmekte, kıt bilgilerle büyük teoriler kurulmaya çalışılmakta, felsefi derinlik olmadan, teknik ve pratik olarak devlete ve millete ne getirip ne götüreceği düşünülmemekte, bırakın bunları en basit bir şekilde dahi bir kar zarar hesabı yapılmamaktadır.

Bize anlatılmaya çalışılan Batı ve AB, yani bizim yöneticilerin zihnindeki Batı ve Avrupa ile hakiki Batı ve hakiki Avrupa örtüşüyor mu? Acaba biz Avrupa Birliği’ne girebilir miyiz? Yahut onlar bizi içlerine alırlar mı? Onlar alsalar dahi şu anki şartlarda Biz AB’ye girmeli miyiz? Bu iki koşulda acaba ne kazanır veya ne kaybederiz? İşte bu mevzuda aslen tartışılması gereken ana konular bunlardır. Yani tartışmamız gereken bu konuların ideolojisi değil, felsefi ve teknik detaylarının olması gerekir. İşte, idarecilerin fikren zayıflığı burada ortaya çıkıyor. Ya bilerek veya bilmeyerek Türkiye’yi yönetenlerin, her hangi bir konuda bir iş yapılacaksa pek itibar etmediği olguların başında, yapılacak işin felsefesi ve tekniği gelmektedir. Yani, biz bir şeyler yapalım da isterse istim arkadan gelsin arkadaş zihniyeti.

Avrupa Birliği'nin gerçekte ne olduğu hakkında fikir beyan edecek olan bizler değiliz bunu yapacak olanlar bizzat Avrupalılardır. Bize söyledikleri olumsuz şeyleri, birlik ve bütünlüğümüzü bozacak, deveyi iğne deliğinden geçirin gelin anlamındaki isteklerini üstümüze almamak ve anlamamazlıktan gelme durumumuzun devam etmesi halinde ise hakikati anlamamız için, diplomatik nezaketlerini de bozacak ve daha ağır isteklerde bulunabileceklerdir.

Avrupalıların çoğunluğuna göre, Avrupa, Avrupalılarındır, Türkler Avrupalı değildirler, Yine Avrupalılara göre Avrupalı olmak için şu şartlar gereklidir. Beyaz olmak, Avrupa'ya en az bin yıl önce gelerek yerleşmiş olmak, Yunan ve Roma kültürü ile gelişmiş olmak, Hıristiyan olmak. Hatta bazı tutucu Avrupalılar içinde hala Fransızlardan sonra Avrupa'ya geldiği, Roma'ya düşmanlık ettiği ve geç Hıristiyan olduğu için Almanları bile ikinci sınıf Avrupalı olarak görenler vardır.

Avrupa'nın Avrupalıların oluşu ile Avrupa Birliği'nin yeni bir sömürü projesi oluşu arasında gizli ve derin bir ilişki vardır. Genel Batı Medeniyeti'nin de dışında olan ve Avrupa Birleşik Devletleri hedefine yol alan bir projedir. Avrupalı olmayana bu projede yer verilemez.

Avrupalı tarafından açıkça söylenmiştir ki, Avrupa Birliği bir Hıristiyan Kulübüdür. Bunun böyle olması tabii ve zorunludur. Batıcı ve aydın geçinenlerin anlamakta güçlük çektiği nokta, bu ikisinin arasındaki kopmaz bağdır. Avrupa ve Hıristiyanlık, Batılı'nın kültürüne öylesine işlemiştir ki, Avrupa’nın dinsizi dahi onlarca hıristiyandır.

Haydi, biz aynen devam edelim. Bize üstü örtülü ve açık açık söylenenleri hala anlamaya çalışmayalım. Milli ve manevi duygularımızın yok edilmesine ilgisiz kalalım. Ilımlı İslam gibi uydurmalara çanak açalım. Büyük Atatürk’ün koyduğu laiklik ilkesini silkeleyip atalım. Hatta dinler arası diyalog hikâyeleri çerçevesinde, Anlamı, Allah birdir ve Hazreti Muhammed onun peygamberidir olan Kelime i şahadet’i kısaltıp yalnızca La ilahe illallah diyelim. ( dehşet ve üzüntü içinde, böylede söylense bile bir şey fark etmez diyen dindar birkaç kişi bile tanıdım.)

İşte bütün bu olmuş olan ve olacak olan tüm emperyalist isteklerin ve Türkiye karşıtı girişimlerin karşısında Atatürk ilkeleri ve Büyük Atatürk’ümüzün manevi şahsiyeti altında, Atatürk evlatları daima karşı duracaklardır. İşte Avrupalının Atatürk korkusu ve karşıtlığı buradan gelmektedir.

Necmi ÖZNEY

18 Ağustos 2007 Cumartesi

MORKIÇ NE Kİ, AMERİKA HALA YAYLA

Amerikan piyasasındaki mortgage, konutzedeler krizinin nereye kadar gideceği henüz tahmin bile edilemez bir durumda. Amerikan emperyalist hâkim sınıfının açgözlülüğü yüzünden sıradan Amerikan vatandaşının içinde bulunduğu borç batağının yalnızca konut sektörünü değil, başta gıda olmak üzere diğer sektörleri de derinden etkileyeceğinin sinyali görünüyor.

Bundan bir süre önce yazmış olduğum yazılarımda gelmesini beklediğim bu krizle ilgili yazılarımda, Amerika ile ticari anlaşmalar yapan Asya ülkeleri’nin, çıkacak en ufak bir ekonomik krizde tahsilât ve ödeme zorlukları içine gireceğini ve ellerindeki kâğıtların sıradan adi kâğıtlara dönüşeceğini yazmıştım. Amerikan konut sektöründeki ekonomik çöküşün tetiklediği kriz, başta Çin olmak üzere ABD’nin dümen suyunda seyreden ülkelerin ekonomik piyasalarını alt üst edecek bir güce sahip. Daha şimdiden Amerikan borsalarında 2 milyar dolara yakın bir meblağ buharlaştı. Amerikan iç piyasasında buharlaşan bu miktar henüz iktidardakileri ve para babalarını telaşlandırmıyor. Her ne şekilde olursa olsun bu parayı Amerika haricinde, ABD’nin kuyruğuna takılmış fakir ülke halkları ödeyecek. Yani bu krizin faturası bizlerin cebinden çıkacak. Fakir ülkelerdeki yöneticilerin, yani iktidara gelmek için ABD’den icazet almış kişilerin kendi halkını korumaya çalışacağını zannetmeyin.

Ayakta uyuyup Amerikan rüyası gören Amerikalı tüketicilerin kredi kartı borçları toplamı 900 milyar doları bulmuş. Her tür lüks harcamaların yanında sıradan günlük ihtiyaçları bile Amerika da kredi kartıyla ödeniyor. Önlenemez bir görgüsüzlük ve tüketim hastalığı ortalama bir Amerikan ailesini 10 – 15 bin dolar borçlu duruma sokmuş. Yani Dünyayı sömüren, sağa sola saldıran çok kollu ahtapot kendi halkına farklı davranmıyor. Bir elin parmaklarını geçmeyen sayıda ve belli büyük şirket sahipleri emperyalist ahtapotun beyninin içinde yerlerini almışlar sömürüyor habire sömürüyorlar.

Bu kriz, Amerikalı tüketicinin içinde bulunduğu borç ve kredi kartı batağına kadar uzanacak. Alacağını tahsil edemeyen kredi kurumları halka kredi vermeyi, ya kesecek ya da yavaşlatacak. Bu durum ise Amerikan piyasalarının daralması gibi bir sonuç verecek. Nakit sıkıntısı yaşayan Amerikalılar tüketim harcamalarını kısacak. Bu durum ise ABD ekonomisini belli bir durgunluk sürecine itecek.

İşte Dananın kuyruğu o zaman kopacak. Büyük bir açgözlülükle tüketmeye alışmış bir toplumun hep aç olan karnını ve gözünü doyurmak için yeni sömürü düzenleri kurulacak. Ta ki Açgözlü Amerikalı, her bakımdan doyana ve tatmin olana kadar.

Amerikan sömürü düzeninin bir parçası ve bunun bilincinde olan ABD bu zararı karşılamak için çeşitli senaryoları acilen devreye sokacak ve bir şekilde zararını karşılamaya çalışacaktır. Bir süre önce Arap ülkelerine ve İsrail’e satılmaya çalışılan silahlar ise bu durumun ispatı yerine geçiyor. Bir devletin böyle alımlar yaparak ABD ekonomisine yardım edecek kişileri içinde her halde ülkenin sıradan halkı olmayacak. Karar yerinde ABD işbirlikçisi yöneticiler vardır ve onlarda gerekeni mutlaka yapacaklardır.

Hiç kafanıza takmayın. Ekonomi bir oyundur, sahtekâr ve hırsızlara çalışır. Hiç korkmayın, kaderde varsa süzülmek neye yarar üzülmek. Madem karşı koyacak gücünüz yok ve tecavüz kaçınılmaz ise bari zevk almaya bakın.

Bu arada yeni bir sürece giriyoruz. Epey bir zamandır unutulan Avrupa birliği süreci hikâyeleri ve oyunları tekrar ısıtılmaya başladı. Kaçıncı fasılda kalmıştık bilmiyorum ama. Sizden isteneni yapın. Yani bir süre daha yermiş gibi görünmeye devam.

Necmi Özney

12 Ağustos 2007 Pazar

Ekonomik İstikrar ve Avanta Ekonomisinin İstikrarı

Amerika ve Batıda demokrasi nasıl çalışıyor aslında beni pek ilgilendirmiyor ne halt ederlerse etsinler bana ne diye düşünüyorum. Fakat Afganistan ve Irak olayları gibi olaylar işin içine girdiğinde ve batı tarafından bu olayların, bu gibi ülkelere demokrasi götürüyoruz, özgürlük getiriyoruz şeklinde palavraları ile ortaya atılması ile işin vahameti ortaya çıkıyor. Dehşet içinde fark ediyorum ki, batı demokrasilerini taklit ederken ülkemizde demokrasiden eser kalmamış. Yanlış anlaşılmasın, yukarıdaki yazılanlardan kasıt Türkiye, Irak, Mısır veya herhangi bir ülke değil. Dünya geneli yani kendine medeni diyen Batı ülkeleri de dâhil. Ağalık düzeni yer yerde geçerli kılınmış.

“Seçimler de milletvekilleri ve yöneticiler halkın ortaya koyduğu milli irade doğrultusunda seçilir.” Cümlesi sizce doğrumudur? Bence doğru değildir. Türkiye’yi yönetecek aday adayları sayısı iki elin parmak sayısını geçmeyen parti liderleri tarafından seçilir. Yani halk adayların % 85 ini tanımaz bile. Bazı özel durumlar dışında halk oyunu, koyunların akşamları otlamaktan dönünce kendi ağıllarının yollarını bilip ağılına girmesi misali gibi kullanır. Zaten siyasiler bu durumu bildikleri için zaman, zaman rakiplerinin beceriksizliklerini ortaya çıkarmak hususunda,“ üç koyun versen güdemez “ derler. Genel demokrasi tablomuzu bütün açıklığı ile ortaya koyarlar. Yapacak başka bir çaremiz olmadığından da boynumuzu büker ve kaderimize razı oluruz.

İşte size bu seçimler hakkında söylenmiş bir söz daha.“Seçimlerde halk tercihini istikrardan yana kullanmıştır.” Bir arkadaşımla bu cümleyi tartışırken arkadaşım bana Erzincan’dan bir örnek verdi. Erzincan’ın filanca köyünde yaşanmış bir olay. Bu köyde çalışacak yaşa gelmiş genç nüfusun büyük bir çoğunluğu İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük şehirlere göç etmiş hayatlarını, işlerini buralarda kurmuşlar. Hepside kültürlü okumuş kişiler. Erzincan’ın bu köyünde kalıp yaşayanlar ise genelde emekli olmuş yani emekli maaşına talim eden kişiler. Hatta bazıları bir şekilde eşlerini de emekli etmişler yaşayıp gidiyorlar. Fakat bu köyde ekilmesi ve Türkiye’nin üretimine katılması gereken tarlalar var. Yani deyim yerinde ise milli servetimiz. Ekonomiye katılması gereken Allahın milletimize bahşettiği doğal fabrikalar.

Maalesef Atatürk’ün milletin efendisi dediği, ürettikleri ile ve yaşadıkları köyleri ile övünmesi gereken bu insanlar artık üretmiyor. Tüketim ekonomisi içinde yerlerini almışlar marketten yiyip içiyorlar ve dağıtılan gıda yardımları ile geçiniyorlar. İşin şaşırtıcı yanı ise boş bıraktıkları bu tarım arazilerinden para bile kazanıyorlar. Tarlalarını ekime hazırlar gibi şöyle bir sürüyorlar ve ilçede tarım işlerine bakan görevliyi çağırıyorlar. Dönüm başına 200 YTL ödeme alıyorlarmış. Ekmeden biçmeden havadan para. Sonuçta teşvik olarak verilen bu paraların, ekilmesi gereken ürünlerin sonuç takibi de yapılmıyormuş. Bu durumu duyduğum zaman içim sızladı. Şehrin göbeğinde boş ve ufak bir toprak parçası görsem Anadolu’da ki bu durumu hatırlayıp göğüs sızım daha da artarak üzülüyorum. Nasıl bir tarım politikası ise üretmeyi değil üretmemeyi teşvik ediyor. Bilgi sahibi olmadığım için tohum yasasını ziraat mühendislerinden sordum, kahroldum. O konuya da bu işlerle ilgilenenler üzülsün.

İşte istikrar dedikleri ve seçmenlerin oylarına yansıyan istikrarın anlamı bu. İşte bu avanta para kazanmanın sona ereceği korkusu ile katı bir particilik almış başını gidiyor. Onların partisine oy vermeyenler ise sakat oylu vatandaş, hain vatandaş sıfatına layık görülüyorlar. Ne kadar yazık oluyor insanıma. Resmen ahlak düşkünlüğü denilecek bir durum.

Türkiye’nin ekonomik istikrarının bozulması demek bazı Batı ülkeleri emeklilerinin ve Japon ev kadınlarının da ekonomik istikrarının bozulması demektir. Biz yoksulluk sınırlarında yaşamaya alıştık. Bizim için fark etmez, bari onları mağdur edip darıltmayalım. Malum borsamızın % 75 i onların kazanç kapısı. Allah sonumuzu hayır etsin, millet olarak aklımızı başımıza getirsin.

Necmi Özney

9 Ağustos 2007 Perşembe

SULU GÖTÜRÜP SUSUZ GETİRMEK

Küresel ısınma nedeniyle çoğu ülke su sıkıntısı çekiyor. Üç ülke dışında, diğer ülkelerde yaşayan halk herhangi bir sıkıntı hissetmiyor.

Mısır, Nil nehrindeki azalma yüzünden sıkıntı çekiyor. Irak, savaş ve kaos içinde olduğundan, halkın su sıkıntısını kötü bir şekilde hissetmesi normal, tabii kötü yöneticiler yüzünden. Biz de ise yöneticiler Allah için bulunmaz Hint kumaşı.

Türkiye'de ise su sıkıntısı hep vardı. Fakat Ankara ve İstanbul'un şu son günlerde düştüğü durum çok vahim. Fakat kesinlikle kabahatli ve sorumlu aramayın. Ben şahidim. Gerçi Yüce Yaratan bize akıl fikir verdi ama barajları, göletleri zamansız kurutacağını haber vermedi. Ekmek elden su gölden yaşayan yöneticilerin bunda taksiratı ne?
Allah için kimsenin sorumluluğu yok. Aslında her belediye bir Marko Paşa kadrosu açsa, halk hiç değilse ona gider derdini anlatır. Sorun ve sorumlu işi çözülmüş olur. Takmayın kafanıza o kadar önemli bir konu değil. Hem suyun tadının da bir önemi yok. Su sudur acı veya tatlı olabilir. Sen halk olarak böyle muameleye layık görülüyorsan hiç dertlenip üzülme, kızma. Her millet layık olduğu şekilde yönetilir

Eskiden, yani 1970 lere kadar İstanbullu her işinde terkos suyu kullanır ve içerdi. Daha müşkülpesent zevat ise taşdelen vs. isimli suları cam damacanalar ile alır ve içme amacı için kullanırdı. İstanbul'un her yerinde bulunan hamidiye çeşmeleri ise halkın uğrak yeri gibi idi ve fazla kalabalık olmazdı. Hamidiye suyu ile demlenen çay da baya güzel olurdu hani.

İşte ne olduysa, nasıl olduysa birden bazı amcaların aklına sudan para kazanmak geldi. Bir de baktık ki terkos suyu bozuldu, o güzelim hamidiye çeşmeleri sökülmeye ve yerleri kapanmaya başladı. Allaha şükürler olsun ki, halkın temiz su temin yolları belediye eliyle kapatıldı. İnanmayacaksınız ama nefis bir İstanbul kültürü de yok oldu. Haklılardı tabi, var mı öyle bedava su almak. İllaki birileri halkın sırtından zıkkımlanacaklar. Halkın sırtından zıkkımlanmak, işte şimdi geçerli kültür bu oldu.

Dereler, ırmaklar göletler özelleştirilmek isteniyor. Daha doğrusu küresel sermayenin isteği bu. Halkı ve çevrecileri boş veriyorlar. Artık öğrenmemiz gerek, halk idarecileri için vardır. Dedik ya, her millet nasıl muameleye layık ise o şekilde muamele görür.

Herhalde bundan sonra nohut, mercimek gibi bakliyatın yanında bir şişede içilecek sıvı dağıtımına geçilir. Her şeyin bir fiyatı olduğu gibi, bununda özel bir ödemesi karşılığında tabi.

Necmi Özney

3 Ağustos 2007 Cuma

SAVAŞI HAZIRLAMAK SAVAŞI PAZARLAMAK !...

İran ve Türkiye, bin küsur yıldır Ortadoğu'da birbirini tartan, birbirine rakip iki devlet. Birincisi tam aydınlığa çıkacak duruma gelmişken kendisini CIA ajanları marifetiyle yüzyıllarca sene geriye atmış bir ülke. İkinci ülke Türkiye ise, aynı güdüm eşliğinde komşusunun durumuna getirilmeye çalışılıyor. İran’ın sorunu şah döneminde ABD ile aynı yatağa girmiş olması. Keza yakın tarih göz önüne alındığında ve ABD’nin Irak politikaları irdelendiğinde emperyalist politikanın neler yapabileceği çok açık bir şekilde görülebiliyor. Şu anda aynı yatakta mışıl mışıl uyutuluyoruz.

ABD ve AB ye göre, İran bölgedeki etkinliğini gittikçe güçlendiriyor. Hâlbuki bana göre İran’ın orta doğuda böyle güçlü bir konumu yok. Yaptığı yalnızca Irak’ta ki Şiilere arka çıkmak. Aslında ABD de Irak’ta tutunabilmek için mezhep ayrılığını körükleyerek bölge halkını birbirine kırdırıyor ve zaten istediği oluyor. Diğer Arap ülkelerine milyarlarca dolarlık silah satışlarını gündeme getirmek ise, tabiatı ile bu politikanın bir parçası. Washington'un yine işe yaramaz taktikler peşinde olduğunu düşünmek ise gaflet içinde olmak demektir.

ABD Suudi Arabistan'ın Irak ve uluslararası terörle mücadele konularındaki tutumunu karşı çıkıyor gibi görünüyor. Fakat diğer yandan Suudi Arabistan’ı geçmişte planladığının iki katı kadar, yani 20 milyar dolarlık silahla donatmaya çalışıyor. Körfezdeki diğer Arap ülkelerinin de yeni silahlarla donatılmasına ve bunlara ilave olarak Mısır'ın da onbeş milyar dolarlık silah almasını sağlamaya çalışıyor. Tabii İsrail'e yönelik silah sevkıyatı da artacak ve önümüzdeki on yıl içinde herhalde 30 – 40 milyar dolarlık bir boyuta ulaşacak. İsrail’e silah sevkıyatı, olası bir İran ABD savaşı ortamına şimdiden hazırlıklı olmak amacını taşıyor.

Bu silah satışları Amerika’nın siyasi ve askeri çaresizliğini su yüzüne çıkarıyor. Şu anda ABD, İran'a yönelik baskıyı arttırma çalışmaları içinde. Amerika’nın silah satışı çabaları daha çok, sözde artan İran tehlikesine karşı bölge ülkelerinin kendilerini savunma önlemi olarak anlatılmaya ve Dünya kamuoyuna yedirilmeye çalışılıyor.

İsrail Suudi Arabistan'a silah satılmasına pek ses çıkarmıyor. Bunun nedeni ise Suudi Arabistan, Ürdün gibi Arap ülkelerinin İsrail için şimdiye kadar hiç bir tehlike ve tehdit oluşturmadıkları.

Zaten bölgede patlak verecek bir savaş durumunda, Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkeleri kendi savunmalarını, bölgeye Amerikan askerlerini çağırarak yapıyordu yine aynısını yapacaklardır.

Bu silahlar İsrail için bir korku unsuru olamayacağı gibi İran'ı da korkutmayacağı meydanda. Amerika tarafından ortaya atılan silah satış anlaşmaları planı güya İran'ı huzursuz edecek, gerginliği tekrar tırmandıracak ve ABD’nin İran’a karşı beklediği koz eline geçecek. Yani İran'ı kızdıracak tekrar karşılıklı atışmalar başlayacak, kamuoyu bunlarla meşgul edilecek, ABD yine iyi adamı oynayacak. Arada hasıraltından suyunu yürütecek ve cebini dolarlarla dolduracak.

Amerika’nın BOP planının bir parçası olan bu girişim orta doğuyu hızla cephanelik haline getirecek. En ufak bir kışkırtmada ve olayda silahlar patlayacak. Bölgede oluşması İstenen kaos ortamı, zaten Amerika tarafından çoktan yaratılmış durumda ama ABD tarafından herhalde hala yeterli olarak görülmüyor. Bakın göreceksiniz bu silahlar “İSTEM DIŞI” olarak Amerika tarafından organize edilecek teröristlerin eline geçecek ve bölgeyi ABD’nin istediği kan gölüne çevireceklerdir.

İşte emperyalizmin insanlık dışı yaklaşımlarından biri daha sahneye konuyor.

Necmi ÖZNEY