24 Ağustos 2008 Pazar

MONTRÖ DEĞİŞTİRİLMEYE ÇALIŞILIYOR

Montrö Antlaşması Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli kazanımlarından biridir. ABD, BOP planı çerçevesinde ve bu işe NATO’yu da alet ederek, Karadeniz’de askeri güç bulundurmak için sözleşmenin değiştirilmesi veya sona erdirilmesi için çalışmalara başladı.

1936 yılında imzalanan Montrö boğazlar sözleşmesi, yakın bir savaş tehlikesinin varlığı halinde hem Türkiye’yi, hem de Karadeniz ülkelerinin güvenliğini de geniş anlamda garanti altına alan bir sözleşmedir.

Anlaşma Lozan barış antlaşmasının da Türkiye lehine perçinidir. Montrö boğazlar sözleşmesi imzalandıktan sonra, Lozan anlaşmasında bulunan Boğazlar idaresi komisyonu lağvedilerek bütün yetkiler Türk hükümetine devredilmiştir. Bu nedenle, Montrö sözleşmesi hem boğazlardaki Türk egemenliğinin kaleleşmesi hem de güvenlik bakımından Türkiye için özel bir anlam ifade eder. Bu sözleşme Büyük Atatürk’ün eşsiz sağduyusu ve ileri görüşü ile o dönemin şartları içinde tam bağımsızlık ve tam egemenlik için yapılmıştır.

ABD’nin Karadeniz’de askeri güç bulundurmasına Montrö engeldir. Amerika’nın Karadeniz’e sokmayı hayal ettiği gemilerin nitelikleri de Montrö boğazlar sözleşmesine uymamaktadır. ABD bu sözleşmede taraf değildir. Bunun için taraf ülkeleri kullanarak özel planlar yapmaya hazırlanıyor. Verilen resmin tümüne bakınca, kraliçenin harp gemisi ile gelip boğazın ortasına niçin demir attığını da görmüş oluruz.

ABD’nin bölgeye ilgisinin önemli bir bölümü enerji kaynaklarını ve taşıma yollarını kontrol ederek Rusya’nın Akdeniz yoluyla dünyaya satacağı petrolü kontrol etmek ve hem de bu yolla Rusya’yı güneyden de kıskaca almak ve BOP’un adını, Büyük Dünya Projesi olarak değiştirmek istiyor.

Amerika dünyada tek emperyalist güç olarak kalmak istiyor ama kendi yanı başındaki Latin Amerika ülkelerinin yaptığı ABD karşıtlığına da rejim değişikliklerine de ses çıkaramıyor ne hikmetse.

Rusya için de Montrö boğazlar sözleşmesi birçok bakımdan önemlidir. Dünya piyasalarına güvenle petrol sevkıyatı yapacağı tek çıkış yeri Türk boğazlarıdır. ABD yanlısı politikalar bölge ülkeleri için yeni düşmanlıklar yaratacaktır.

AB de yarın Karadeniz’de enerji yollarını kontrol etmek ve AB havucu uğruna Montrö sözleşmesinin sulandırılmasını isterse ulusal egemenliğimiz nasıl korunacak?

AB üyesi Güney Kıbrıs, Karadeniz’e girmek ve bölge ile ilgili bazı hedeflerini gerçekleştirmek isterse ne yapılacak?

Üç tarafı denizle çevrili olduğu halde Deniz bakanlığı olmayan Türkiye, Milletler arası deniz hukuku ile ilgili neler yapıyor? Bu konuda uzman hukukçularımız var mı? Fikirleri soruluyor mu ve daha doğrusu önemseniyor mu?

11 Eylül saldırılarından sonra ABD’nin Malaka boğazının güvenliğini sağlama numaraları Malezya ve Endonezya‘nın büyük tepkisine neden olmuş ve bunu egemenliklerine bir saldırganlık nedeni saymışlardı. Bir sene önce pek modaydı, çok soruluyordu, Şimdi ben soruyorum. Türkiye bu konuda Malezya olamaz mı?

Türk boğazlarında egemenlik sahibi, Türk devleti ve Türk milletidir. Türk milleti, Türk devleti’nin varlık ve egemenlik tapusu olan Çanakkale ve İstanbul Boğazları için canını dahi vermeye hazır olduğunu 1915 yılında Çanakkale‘de ispat etmiştir. Bunun bedeli yine ne olursa olsun şimdi de geçerli olduğunu dost düşman çok iyi bilmelidir.

ABD deniz kuvvetlerinin giremediği tek yer olan Karadeniz’de, önemsiz bir kuvvetle ve barış adına dahi olsa boy göstermesi, dünyada birçok şeyin olumsuz olarak değişeceğinin habercisidir.

Necmi ÖZNEY

18 Ağustos 2008 Pazartesi

AMERİKA’NIN IRAK’I VARDI RUSYA’NIN DA OSETYASI OLDU

Rus Gürcü savaşı, Amerika ve Rusya’nın emperyalist çıkarlarını korumaları ve sömürü düzenlerinin sınırlarını yeniden belirlemek için çıkarılmış bir savaştır.

Bu savaşta asıl söylenmek istenen şey Türkiye’ye karşı söyleniyor. Ama bizde herkes Fransız olduğu için bu lisanı pek anlamıyoruz. Bırakın anlamayı ders bile alamıyoruz. Oynanan oyun Saddam’ın Kuveyt’e girme senaryosudur. Saakaşvili de Osetya’ya girerek, Rus müdahalesine zemin hazırlamış ve meşruluk kazandırmıştır. Bu film bir Rus filmi değil eski bir Amerikan filminin yeniden gösterime sokulmasıdır. Irak gibi Gürcistan’a da bu sefer Rusya demokrasi ve özgürlük getirecektir.

Bu savaş, ABD’nin Türkiye üzerindeki güdümüne karşılık, Rusya’nın da Gürcistan üzerinde denetim kurmasını sağlamak üzere yapılmış bir planlamadır. Saakaşvili de bu planın bir parçasıdır. Rusya, bu arada Türkiye’nin bölgedeki ABD güdümlü politikasının ağır faturasını hazırlamaya başladı bile. Savaşın sorumluluğunu Türkiye’nin üzerine yıkma çalışmaları yapıyor.

Yeni demiryolu hattı açılışları da, ABD, AB ve Rusların işine gelmedi. Türkiye belki de Gürcistan ile işbirliğini ABD’nin verdiği akılla yapıyordu.

Türkiye gittikçe daha çok daralan bir kıskaca alınmaktadır. Bu savaşı iyi okumalı, Saddam ve Saakaşvili’nin yaptıklarını ve sonuçlarını iyi tahlil etmeliyiz. Gazi Paşanın nutkunda, Türk Gençliğine neyi anlatmak istediğini iyi anlamak mecburiyetindeyiz.

Ülkemizin geleceği için, bu zincirler kırılmalıdır. Bu da emperyalist efendilerden ve onların kuklalarından kurtaracak Atatürkçü bir uyanışla mümkün olacaktır.

Geleceğimiz yeniden Atatürkçü düşüncenin ışığında kurulmalıdır. ABD’den stratejik müttefik olmayacağı gibi, Rusya’dan da dost olmaz. Bu ikisinin de birbirlerine düşman oldukları inanışı da çok büyük aptallıktır.

Geleceğimizi millet olarak biz kuramazsak, bizim geleceğimizi başkaları kuracaktır. Başkalarının kurduğu gelecek ise bizim geleceğimiz olmayacaktır.

Necmi ÖZNEY

10 Ağustos 2008 Pazar

GEÇMİŞİ DÜŞÜNEREK GELECEĞİ BEKLEMEK

Bizim kuşağımızın mayasında umut ve sevecenlik vardı. Ülkemizi ve milletimizi düşündüğümüz zaman içimizi büyük bir heyecan kaplar, önümüzdeki yılların yurdumuz ve insanımıza güzel şeyler getireceğinin hayallerini kurardık.

Ne güzel günlerdi o günler. Türkiye'nin geleceğini düşünürken kendimiz için de büyük planlarımız vardı. Önümüzdeki parlak geleceği görebiliyor, hayallerimizi şekillendirebiliyorduk. Büyüyecek, serpilecek, iş güç ve aile sahibi olacak yurdumuzun gelişmesine katkıda bulunacaktık. 1960 lı yıllardı o güzel yıllar.

Türkiye, o zamanlar gelişmekte olan ülkeler sınıfındaydı. Bizim kuşak yamayı, eski elbiselerin ters yüz edilmesini ve ayakkabı tamiratının ne demek olduğunu çok iyi bilirdi. Halk çok sıkıntılar çekti ama yine de bu sıkıntıları aşacak gücü ve enerjiyi büyük bir coşku ile yüreğinde hissederdi. Gelecek için güzel umutlarımız vardı.

Bu güzel umutların çoğu gerçekleşemedi ve çoğu yarım kaldı. Bazılarının ise yanına bile yaklaşamadık ve birçok güzel hayalimizi ihanetlere kurban ettik.

Evet, Türkiye üzerinde dışarıdan çok oyunlar oynandı, ama bu memlekete en büyük zarar kendi içinden geldi. Bu ülkeyi bu durumlara ilk önce, yurdumuzu içten içten kemiren, Atatürk karşıtlığı yapan tarikatlardan oy alma derdine düşmüş, köksüz, karaktersiz siyasetçiler düşürdü. PKK terörü iç barışa ve ekonomiye büyük bir darbe vurdu. Din simsarlarının politikacı maskesi altında Devlet idaresine talip olmasının sonunda ortalık yangın yerine döndü.

Üretim, yatırım, sanayileşme şu an kimsenin önemsemediği değerler arasına girdi. Düşüncesizce yapılan ve hak edilmemiş bir tüketim çılgınlığı Türkiye'yi sardı. Üretmeden tüketen, faiz ve avanta batağına batırılmış bir Türkiye ön plana çıkmaya başladı.

Türkiye bilinçli olarak çürütülmeye çalışıldı. Ufuksuz, bilgisiz ve görgüsüz politikacıların, satılmış medya maymunlarının hayatlarını örnek alan ve taklit etmeye çalışan toplum, karaktersiz bir taklit hevesi içinde olan kokuşmuşlar çoğalmaya başladı.

Din, vatan, devlet, bayrak gibi bu millet için en büyük ve en mukaddes kavramlara sahip çıkması gerekenlerin sergilediği duyarsızlık, bir devlet ve millet için gerekli vicdani duyguları körleştirdi. Milli ve manevi değerler alt üst edilmeye çalışıldı.

Hakkını aramak isteyen vatandaşı adam yerine koymayan, aslanlar gibi kükreyen ama ABD ve AB karşısında boyun bükük, eller göbekte kavuşmuş kıyama duranlar yüzünden, milletlerarası arenada itibarı ve ağırlığı olmayan, gönüllü teslimiyet süreci yaşayan bir ülke görünümü ortaya çıktı.

Ümit ve heyecan dolu gençlik yıllarımız kötü politika ve kötü politikacılar tarafından bitirildi. Çekeceğimiz dertler hala bitmemiş ki, bugünün gençliğini de bitirmeye çalışıyorlar. Öyle görünüyor ki, şimdi çocuk olan gelecekteki yeni politikacı nesli eskilerden daha da beter olacak.

Türk milleti şu anda, zengin bir enerji kaynağı Bor’un garip bekçiliğini yapıyor. Eli kulağında, dünyada Bor talebi başlayacak, bizim için bulunmaz fırsat kapısı açılmak üzere. Dünyadaki Bor rezervlerinin yüzde yetmiş beşine sahibiz. Bana öyle geliyor ki, Bor’u da çok yakında yabancılara peşkeş çekeceğiz.

Birinci dereceden stratejik ve ekonomik öneme sahip değerimiz, sularımız boşa akıyor, var olan hidroelektrik santraller verimli çalıştırılmıyor, yenisi yapılmıyor, sonuç olarak enerjide de dışa bağımlı hale getirilmiş vaziyetteyiz.

Aslında her mevzuda kriz üstüne kriz yaşanıyor. Üretime, yatırıma yönlendirilmeyen yabancı sermaye alacağı avanta faiz kazancı peşinde koşuyor.

Yine de ümitliyim ama, elimizden bir şey gelmiyor. Geçmiş yıllarımızı anarak, gelecek yıllarımızı beklemekten başka bir şey yapamıyoruz.

Necmi ÖZNEY

4 Ağustos 2008 Pazartesi

BOP DUYARSIZLIĞI VE GÜNGÖREN KATLİAMI

Önümüzdeki günlerin Türkiye için son derece kritik dönemeçlere gebe olduğu hiç tartışılamayacak bir hakikattir.

Batı tarafından büyük bir dikkat ve özenle hazırlanmış, tohumu iki yüzyıl önce dikilmiş, bugüne kadar da düzenli olarak bakımı yapılmış olan Kuzey Irak’ta kurulması planlanan bir Kürt devletinden hasat yapılmasının gecikmesi, AB ve ABD için hasadın çabuklaştırılması gereken bir proje konumuna alınmıştır.

Her birisi başlı başına bir baş belası olan ve büyük problemlerle çepçevre kuşatılmış bir halde bulunan Türkiye, bu projede de şu anda ateşten bir çemberden geçiyor ve Irak politikamız ise sisle kaplı ve belirsiz bir vaziyette.

Bu sıkıntılı süreçte güçlü bir halde bulunması gereken Türkiye ise, politik olarak çok zayıf ve çok kolay karışıklık yaratılabilir bir durumda. Ekonomi bitme sınırında, devlet bütçesi borçların faizini ancak ve zorlukla karşılamaya çalışıyor, ana borçlar döndürülemez bir vaziyette bulunuyor.

Ülkemizin zenginliklerinin çoğu yağmalandı, elde edilen karlar yatırıma dönüşmeden dışarıya götürüldü. Israrla yabancı yatırımcı adını verdiğimiz talancı sermayenin gözü hala elimizde kalan milli kuruluşlarımızda. Geriye pek bir şey kalmadı ama ne kaparsak yanımızda kar kalır düşüncesi şu an geçerli.

Zenginliklerini kaybeden ülkemizde yatırımlar durmuş vaziyette. Çarkın çevrilebilmesi için ekonomi günlük yaşanıyor. Her ne kadar istikrardan söz edilse de politik ve ekonomik arenada durum son derece belirsiz.

1980 lerden sonra gelen hükümetler dertlere deva olmak bir yana, eski dertleri büyüttüler, diğer yandan da dert üstüne yeni dertler ekleyerek kendileriyle beraber ülkemizi de bitirdiler.

Türk halkının ekonomik ve psikolojik anlamda adeta omurgası kırılıyor, dışarıya karşı boynumuz, en umutsuz olduğumuz zamanlarda bile görülmemiş bir şekilde eğriliyor. İçinde yaşadığımız işbirlikçi ve cıvık liberalizm dönemi, toplumun milli refleksini neredeyse yok etmek üzere. Kim bu milletin üstüne nasıl bir ölü toprağı serpti ki bu duruma geldik?

Kuzey Irak’ta yakında kopacak büyük fırtınayı görmek bile bizi harekete geçiremiyor. Güngören katliamı niçin yapıldı kimse farkında bile değil. Sıradan bir PKK terör saldırısı olarak şimdiden unutuldu bile.

Biraz hafızalarımızı yoklayıp Irak savaşının başlangıcına dönersek, önce Irak tahrip edilecek ve sonra da imar için Irak’ı bir daha soyacak olan emperyalist Batı firmalarının bize vermesi beklenen taşeronluk hesapları yapılıyordu. Nasıl bir ülke olduk biz? Hangi vicdanla bu hesaplar yapılabiliyordu? Kimler bu hesapları yapıyorlardı?

Kirli ellerini BOP adı altında bölgeye uzatan emperyalizm artık Ortadoğu'nun yeni bir haritasını yapmak için olanca gücüyle çalışıyor. Çünkü Batı geçmişte aldıklarını tüketti, şimdi daha fazlasını istiyor. Dünyanın en zengin petrol kaynaklarına sahip ve en stratejik bölgelerinden birisi olan Ortadoğu’yu bütünüyle kendi emrindeki bir uyduya dönüştürmek ve sömürgeleştirmeyi tamamlamaya çalışıyor.

Saldırgan emperyalist güçler, Türkiye başta olmak üzere bölge insanlarının idraksizlik ve tarih bilinci zayıflığından öylesine eminler ki, oynanan oyunun senaryosunu değiştirmeye bile lüzum hissetmiyorlar. Senaryo ana hatlarıyla aynı, sadece aktörlerde değişiklik yapılmış. Geçmişte Türk'ün paçasına Arapları salan emperyalizm bugün onların yerine Kürtleri kullanıyor.

Daha düne kadar Türkiye karşısında hazır olda duran Barzani ve Talabani gibi aşiret başları kendilerini sağlam kayalara yasladıklarından öylesine emin bulunmaktalar ki, bin yıllık Türk şehri Kerkük'ü Kürt şehri ve uyduruk Kürdistan'ın başşehri ilan etme çabalarını hızlandırdılar. Güngören katliamının ucu bunlara kadar uzanıyor.

Bütün Ortadoğu bölgesi göz göre göre ateşe doğru sürükleniyor. Türkiye'nin başına ve herkesin gözleri önünde aynen Osmanlı'nın yıkılışındaki gibi türlü çoraplar örülüyor.

BOP için haritalar yeniden planlanırken, acaba niçin? Türkiye'nin haritasının da hazırlanmakta olduğunun farkında değilmiş gibi davranıyoruz. Böyle bir davranış gaflet sayılabilir mi?

Necmi ÖZNEY