Türkiye'ye insani olarak baktığımız zaman, bakirliğini henüz kaybetmemiş iyi bir ülke görürüz. Ama aydın insan kalitesi açısından baktığımızda hiç de öyle görünmüyor. Türkiye'de her an ve de sürekli çok şey konuşuluyor ve yazılıyor. Ama ekseriyetle boş şeyler konuşuluyor ve yazılıyor. Satılmış sivil toplum kuruluşları yüzünden adeta bir aptallar ve boşboğazlar ülkesi olmuşuz. Düşünce ve zihniyet tembelliğimizin ve sığlığımızın bir göstergesi olmak üzere bakarsak, mümkün mertebe komplekslerden ve at gözlüklü, dar ufuklu siyasi ve ideolojik fikirlerden arınmış, halkı doyurucu, tatmin edici, aydınlatıcı, derinlikli ve çok yönlü tartışmaların, fikir alış verişlerinin, analizlerin halka faydalı bir şekilde yapıldığını pek göremiyoruz. Medyada bunları şöyle bir izlediğinizde ise böyle bir ümidin çok uzaklarda olduğunu görüyoruz. Bilhassa yapılan yanlış yönlendirmelerle halkın olayları analiz edip anlama yetisi de bilinçli olarak karartılmaya çalışılıyor.
İktidarlar, her zaman olduğu üzere, bizim yaptığımız her şey iyidir diyorlar ve kendilerine toz kondurmuyor. Egoizmde o kadar ileri gitmişler ki alternatifleri yok kendilerine göre. Hatta zaman zaman bunu halka ve muhalefete karşı bir şantaja bile dönüştürüyorlar. Halk meşru bir şekilde sokağa çıkıp tepkisini belirtmeye kalkınca da halka hakaret etmek saygısızlığında bulunuyorlar. Muhalefettekiler ise her zaman olduğu üzere, bizim yapmadığımız hiçbir şey iyi değildir diyor. Bu akılsız politikacıların henüz anlayamadığı birçok şeyden birisi de Türkiye'de siyasetçilere ve siyasete güven bitiyor. Aslında çoktan bitmiş vaziyette ya.
Türkiye'de odunu bile gösterip milletvekili adayı yapar ve seçtiririm diye başlayan çok partili dönem var bu milletin aklında hala. Halka gelince Şaşkın, öfkeli, siyasetçiye kızgın ama ne yapacağı ve yapması gerektiğini bile düşünemiyor. Çünkü muhakeme yeteneği elinden alınmış. Üç beş parti lideri onun adına düşünüyor. Halk milletvekillerini kendisinin seçtiğini zannediyor. Hâlbuki en fazla beş kişinin önceden seçtiği kişilere oy verip dört beş yılda bir söz sahibi olduğu kanısında. Sonrada oturup futbol takımı tutar gibi taraftar oluyor.
Politika yapanlar veya yaptığını zannedenler, seçim zamanlarında halka beni seçin, ben sizin içinizden geldim diye nerdeyse halkın gözünün içini yalayanlar, seçildikten sonra halka hemen gerisini dönüveriyor. Kanları asil bir kanla nerede değiştiriliyorsa seçkin ve kendi deyimleri ile birinci sınıf vatandaş oluveriyorlar.
Bize şırınga edilen fikre bakın. Dışarıdan bol bol yabancı sermaye gelecek ve kalkınacağız. Dolarlar geliyor yüksek faizli fonlara akıyor, kazandığı faizini alıyor ve geldiği yere dönüyor. Yatırım yok. Bu şekilde olmaz da zaten. Biz bundan sonra da sanki hiçbir şey olmuyormuş gibi, yine üretmeden tüketmeye devam edelim. Hatta dövizi daha da düşük tutalım ki ithalat sektörümüz daha da gelişsin. En ufak politik bir tenkide bile verilen cevap ise, aman kriz çıkar istikrar bozulur olsun.
Söylermisiniz bana bu topraklarda Atatürk dönemi hariç iki yüz yıldır kriz olmadan geçirdiğimiz bir zaman dilimi varmıdır? Türkiye, Avrupa ve ABD yüzünden devamlı ve bilinçli yaratılan bir kriz ortamındadır. Bu kriz ortamı, en genel anlamda Osmanlı'dan beri gelen ve Cumhuriyete döneminde dahi yok edilemeyen mandacılık fikrinin devamıdır. Cumhuriyetle bittiğini zannettiğimiz bu aşağılık fikir iç ve dış güçler tarafından her an gayet canlı tutulmaktadır. Bu fikri ayakta ve canlı tutanlar ise maalesef içimizde ve kendilerine fikir önderi yaftası asan işbirlikçilerdir.
Biz milletimize anlayamadığımız bir problemi çözemeyeceğimizi anlatmaya ve üretme kültürü yerine satın alma ve tüketme kültürünü terk ettirmeye mecburuz. Sanayileşmek fikrinin bilinçli bir şekilde terk edildiği bu dönemi mutlaka bir daha açmamak üzere kapatmalıyız. Görgüsüz tüketim iğrençliği bitmeli. Üretim elimizdeki bütün imkânlar kullanılarak desteklenmeli.
Ülkeyi gırtlağına kadar borca sokan yöneticiler, bir yandan enflasyonun körüklenmesi ve enflasyonun birinci sebebi olurken diğer yandan da hala bu sistemin reklâmını yapmayı bırakmalı. Üretene ceza verir gibi yaptırımlar reva görmemeli. Rantçıya ve faizciye ise mükâfat gibi rant vermemeli. Vatandaş, paran varsa iş kurma, gel bana ver, sana Faiz vereyim dememeli.
Bütün bunların neticesinde ise, üretmek istemeyen, ama her şeyi tüketmek için aç bir fare gibi poposunu açarak koşan. Bütün ihracat imkânı ancak elli milyar dolar olan bir ülkenin insanı olduğunu unutarak, kendisinden yirmi kat daha zengin ülkelerdeki hayatı aynen yaşamak isteyen, görgüsüz ve tembel bir toplum şeklinde önüne gelen her şeyi satın almaya, yutmaya çalışan, her kaynağı kurutan sevimsiz bir yeni bir sınıf ortaya çıkar. Sonuç olarak ta ahlaksızlık alır başını gider. Yoksul fakat şerefli yaşamak, zengin ama ahlaksız yaşamaktan daha evladır.
İşte, kriz denen şey kısaca bundan ibarettir. Krizin aslında doğru adı ahlaksızlıktır.
Necmi ÖZNEY
21 Haziran 2007 Perşembe
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder