30 Aralık 2007 Pazar

PKK İSİM DEĞİŞTİRİP PEJAK OLUYOR

Türk ordusu tarafından Kuzey Irak'ta gerçekleştirilen terörle mücadele operasyonlarından dolayı Barzani ve Talabani’nin aslında altlarını ıslattıklarına adım gibi eminim. Ama herhalde onları adam yerine koyan birileri var ki, bunlar Türkiye’yi tehdit etme cüretinde bulunuyorlar. Üstüne üstlük Türkiye'nin tüm askeri eylemleri bir an önce durdurmasını da istiyorlar. Kulak ardı etmek ve ciddiye almamak lazım. Neden derseniz bu feodal zibidilerin bölgede üç kuruşluk forsları vardı o da gümbürtüye gitmek üzere. Bu efeliklerinin sebeplerinden biri de, olmayan otoritelerini korumak için. Bunları adam yerine koymamak gerek.

PKK ne ve Barzani kim? Biri besleme terörist bir gurup diğeri ise, bu karışıklıktan yararlanarak uyuşturucu, sigara ve mazot kaçakçılığı yapan para istifleyen bir ağa. Dağdan in, evine dön, ovada siyaset yap gibi laf salataları ve af söylentileri bunları adam yerine koymak ve meşrulaştırmak anlamına gelir. İşte bu yüzdendir ki bu aşiret ağası şımardı ve daha da azdı. Bu adamı, Türkiye’ye karşı duracağını bile söyleyebilecek bir duruma, verdiğimiz tavizlerle biz getirdik. Edilen laflara bakın, eyleme karışmamış terörist. Teröristin eyleme karışmamışı nasıl oluyorsa.

ABD, ya PKK’ya her zaman olduğu gibi, gizli gizli destek olacak, teröre arka çıkacaktı, ya da Türkiye'ye mani olamamak gibi bir görünüme bürünmek zorunda kalacaktı. Şimdi bu iki eylemi de bir arada yapıyor. Peki, Barzani hala niçin horoz gibi ötüyor harekâta karşı çıkıyor. PKK’ya arka çıkmaya çalışıyor. Demek ki bu emperyalist uşağı PKK terörünü destekliyor. Bir aydır yanan arabaların hesabı PKK’dan önce Barzani ve Talabani’den sorulmalıdır. Türkiye’ye zarar vermek için araba yakma emirlerinin kuzey Iraktan geldiği de zaten ortaya çıktı. Bunları yapanlar kim? Dağa çıkmamış teröristler. Bunlar için nasıl bir af çıkarılmalı acaba?

Aklımın bir türlü almadığı ve hazmedemediğim şey, sırf bizim silik ve tutarsız davranışlarımız yüzünden cesaret alan Barzani ve Talabani’nin, Türkiye'nin sınır ötesi operasyon gerçekleştiremeyeceğine inanmaları. Ama bunlara hak vermek lazım böyle bir dış politika yapılırsa onların yerinde olsam, aynı düşünceye bende katılırdım.

Ama ne oldu da ABD bir anlamda stratejik ortağı PKK ve Barzani’ye bir an için de olsa sırtını döndü? Aslında ABD için, Barzani, Talabani ve peşmergenin fiyatı çok ucuz. Bir milyon Kuzey Iraklının değeri yarım dolar bile etmez. Ama Türk kamuoyu için de PKK’nın mutlaka bitmesi lazım, çünkü Bush’un önümüzdeki altı ay için Türkiye’ye ihtiyacı var. Bush İran’a saldırı hazırlığı yapmakta.

ABD, PKK’yı aslında dağıtmak filan istemiyor. İran’a karşı kullanacak. Yani PKK bitecek PEJAK başlayacak. Çünkü bütün itler PEJAK’ a transfer oldu ve olacak. Sağ olsun ABD’nin yardımı ile de PKK bitirilmiş olacak. Bu demektir ki ABD bölgeyi kan gölüne çevirmekten asla vaz geçmeyecek.

Bilindiği gibi ABD, Türkiye'ye şu an için bağımlı durumda bulunuyor. Irak’a yapılan mal ve silah sevki yüzde seksen oranında Türkiye'deki üsler, öncelikle de İncirlik üssü üzerinden gerçekleştiriliyor. Onun için ABD'nin (şimdilik) Türkiye tarafında yer aldığı görüntüsü yaratılmaya çalışılıyor.

Necmi ÖZNEY

27 Aralık 2007 Perşembe

TÜRKİYE ARTIK AYAĞA KALKMALIDIR

Türkiye Cumhuriyeti İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, hem ABD ile hem de Avrupa’daki bazı ülkelerle ekonomik, politik ve askeri alanlarda çeşitli ortaklıklar, anlaşmalar, işbirlikleri oluşturmuştur. Bütün bu oluşumların gerektirdiği sorumluluk ve yükümlülüklerini büyük bir samimiyetle eksiksiz yerine getirmiş, halen artık saflık sayabileceğimiz bir şekilde de yerine getirmeye devam etmektedir.

Yalnızca Cumhuriyet tarihinde değil, Osmanlı İmparatorluğu’nun son iki yüzyılında da sözde batılılaşma, özde ise Türkleri yok etme çalışmaları, iç işbirlikçilerin çabaları ile hiç ara verilmeden yapılmıştır.

Türk insanının bütün samimiyet ve iyi niyetine rağmen, ABD ve AB Türkiye Cumhuriyeti’ni arka bahçesi gibi görmekten hiçbir zaman vazgeçmedi. Türkiye’yi kendi çıkar politikalarına alet etti, sömürdü, pazar olarak gördü, askeri güç olarak faydalandı. Soğuk savaş döneminde Sovyet tehlikesine karşı kalkan ülke olarak kullandı. Ortadoğu’nun ve Kafkasların enerji kaynaklarına sahip olabilmek ve daha o zamanlardan beri bölgeyi kontrol edebilmek için komşuları ile arasının bozulmasında etkin oldu ve dost görünüm altında düşmanlıklar tezgâhladı.

İşin doğrusu, Batı Türkiye Cumhuriyeti’ni hiçbir zaman bağımsız, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olarak görmek istemedi. Türk halkını Arap bedevisi yerine koydu, Türk devletine de aşiret devleti muamelesi yapmaya çalıştı. Çünkü Türkiye’nin durumu kendi planladıkları şekilde olursa, istedikleri gibi yönlendirecekler, istediklerini kabul ettirecekler yani yönetebileceklerdi. Bunun sebebi de, Türkiye’yi yönettiğini ve kendilerini bir vizyon sahibi zanneden basiretsiz ve kişiliksiz yöneticilerdir.

Kurtuluş Savaşı’nı, Lozan’ı ta o zamandan beri, hazmedememişler, bu durumu da her fırsatta ve her zaman bize hissettirmişlerdir.

Cumhuriyet tarihimizdeki seksen yıl ve biraz daha eski tarihimizdeki iki yüz yıl bizim açımızdan boşa harcanan ve kaybedilen zaman olmuştur. Batı tarafından teröre verilen destek, Kıbrıs konusundaki tutumları, sözde Ermeni soykırımı dayatmaları, Türkiye’yi yok sayarak, ya tutarsa misali batı tarafından kışkırtılarak kurulmasına çalışılan Kürt devleti, uluslararası platformlarda yalnızlaştırma politikaları, Ege sorunu gibi olaylara bakıldığında Türkiye’ye nasıl bir zarar verildiğini ve önünün nasıl kesildiğini görürsünüz.

Hala endişeye kapılmaya, karamsarlığa gerek yok diyebilir misiniz?

Dünyamız ABD imparatorluğu toprağı değildir ve Türkiye ise hiç değildir. Artık ABD’nin dümen suyunda gitmemizin ve Batıya biat eder durumda olmamızın bize ne kadar zarar verdiğini görmemiz lazım. Türkiye Cumhuriyeti bu güne kadar kendisine zarar veren tüm ilişkilerini gözden geçirmeli ve kendine yeni bir yol çizmelidir. Küresel emperyalizme karşı koyabilmenin yolu, bölgesel yeni birliktelikler oluşturmak ve bölge ülkelerinin çıkarlarını, bu birliktelikler içerisinde savunması lazımdır.

Yeni küreselleşme çağı adı altında baş veren emperyalizme karşı, her devlet için, amaç ve çıkarları bir olanların oluşturdukları ittifaklara yönelme zorunluluğu artık vazgeçilmez bir mecburiyettir.

Uluslararası ilişkilerimiz konusunda, günümüzde ve geleceğimiz ile ilgili doğru değerlendirmeler yapabilmek için, tarihin çok iyi bilinmesi gereklidir. Üstünlük istemleri, emperyalizm hevesleri günümüzde de halen devam etmektedir. Sahip olunan ileri teknoloji ve bilgi birikimi, sömürme kavramının boyutlarını daha da genişletmiş olmaktadır. Yani medeniyet ne kadar gelişirse gelişsin, insanın hayvani tarafının özünde bir değişiklik veya iyiye doğru bir gelişme meydana koyamamıştır.

Küreselleşen dünya düzeni uluslararası ilişkilerde, tüm devletlerin çok yönlü bir şekilde davranmalarını gerektirmektedir. Zengin maden kaynakları ve özellikle petrol bölgeleri emperyalizmin iştahını kabartmaktadır. Türkiye potansiyel gücünü olumlu kullanabilirse bölge ve dünya için daha saygın ve cazip bir ülke haline gelebilir.

ABD, Avrupa Rusya ve Uzakdoğu arasında oynanan denge oyunlarında iyi bir yerde durmak mecburiyetinde olan Türkiye yeni kuracağı sağlıklı ilişkiler sayesinde durumunu güçlendirebilecektir.

Türkiye’nin, Atatürk fikir ve ilkelerini kullanarak, komşuları ve dünya devletleri ile ilişkilerini yeniden gözden geçirmesi, bir yandan dünya barışına olumlu yön verilmesini sağlayacak, bir yandan da dik duruşu ile uluslararası ilişkilerde etkinliğinin artmasına saygı görmesine yol açacaktır.

Necmi ÖZNEY

necmiozney@gmail.com

23 Aralık 2007 Pazar

BİR KONFERANSIN ARDINDAN DÜŞEN MASKELER

Amerika, demokrasi ve barış istermiş görünüşü altında, bölge ve Dünya barışı adını kullanarak Ortadoğu’da kendi çıkarları doğrultusunda her an, dünya barışını tehlikeye atacak teşebbüslerde bulunmaktadır. Annapolis konferansı da bu planların bir parçası olarak yapılmıştır.

Ortadoğu barış konferansının perde arkasında ise, Bush ve avanesinin ABD’nin Dünya’da ve Ortadoğu'daki ortaya çıkmaya başlayan tiksindirici imajını düzeltmeye çalışmak için olduğu açıkça görülüyor.

Amerika'nın Afganistan ve Irak'ı işgal etmesi, katliam ve yıkımlar yapması, ırkçı İsrail’in işlediği cinayetleri, Filistin'i işgal etmesini, Lübnan'a saldırma girişimlerini koşulsuz olarak desteklemesi, Amerikalı yöneticilerin ve onların yönlendirdiği medya gruplarının İslam düşmanlığı, sağduyulu hiçbir insanın kayıtsız kalamayacağı insanlığa, medeniyete ve barışa karşı yapılmış düşmanca hareketlerdir.

Bu yüzden hepside birer şer kaynağı haline gelmiş Beyaz Saray yöneticileri, Ortadoğu barış konferansını düzenlemeye ve kendilerini barışsever olarak göstermeye, İslam ve Arap dünyasında kaybolan hâkimiyet ve itibarlarını yeniden kazanmaya çalışıyorlar. Her ne kadar işbirlikçi ve Amerikan yanlısı ülkelerin yöneticileri her zaman kendi şahsi çıkarları gereği ABD’nin yanında olsalar da bu ülkelerde yaşayan ve ABD emperyalizminden bıkmış olan halklardan ortaya çıkacak potansiyel öfkeden çekiniyorlar.

Amerika'nın ana hedefi Filistin sorununu çözmek veya barışı getirmek değil, Irak'a yaptığı saldırı ve işgalden dolayı içine düştüğü kötü durumdan kurtulmak ve bunu yaparken de kendisinin barış isteyen bir devlet olarak yutturmayı sağlamaktır. Dünya milletleri arasında, ABD’nin Filistinlilerle İsrail arasında barış istediklerine samimi olarak inanan kaç kişi çıkar acaba? Hatta ve hatta Dünya genelinde barış çalışmaları yaptığına kimler inanır?

Amerika'nın sözüm ona bu barış konferansını düzenlemesinin bir başka nedeni ise Filistin halkına karşı İsrail ordusunun Filistin’i sindirme girişimlerini Dünya kamuoyunun gözlerinden gizlemek ve örtbas etmektir. İsrail’in Lübnan'a karşı açtığı ve yaklaşık bir ay süren savaşta, Lübnan’dan gördüğü direniş karşısında ağır askeri ve ekonomik bir yenilgiye uğraması ile kaybettiği prestiji tekrar sağlamak içindir. Bu fiyaskonun üzerinden bir seneyi aşkın bir zaman geçtiği halde İsrail bu hezimetten dolayı hala belini doğrultabilmiş değildir. ABD sözde Ortadoğu barış konferansını düzenleyerek İsrail'in Lübnan karşısındaki aczini unutturma ve İsrail lehine yeni şartlar oluşturmaya çalışmaktadır.

Amerika'nın yapmak istediği Ortadoğu barış konferansı birçok çelişki ve tutarsızlıklar içinde yapıldığı kesindir. Bush'un ve çevresinin İsrail yanlısı bir politika izlemelerinden dolayı Amerika tarafsız ve adil bir arabulucu olabilir mi?

Sözde Ortadoğu barış konferansından sonra Amerika, İsrail'in yanında yer alıp, Filistin halkını ezdirecektir. Amerika'nın bu tek yanlı ve İsrail taraftarlığından dolayı, Rusya, AB ve BM’nin tarafsızlığı da ayrıca etkisiz hale gelecektir. İsrail göç eden Filistinlilerin Filistin'e geri dönmelerini engellemekte ve buna karşılık diğer ülkelerdeki Yahudileri işgal edilen Filistin'e göç ettirerek, Filistinlilerin topraklarına yerleştirme girişimlerini halen sürdürmektedir. Sözde Ortadoğu konferansı, Filistin halkının temel hak ve özgürlüklerini, bağımsızlığını korumayacak. Yalnızca İsrail'in yayılmacı ve işgalci politikalarını sağlamlaştıracak, garanti altına alacaktır. Bu ikiyüzlü davranışlar karşısında 2008 yılında da Dünya barışı ve insanlık için iyi şeyler olacağını beklemek safdillik olur düşüncesindeyim.

Necmi ÖZNEY

16 Aralık 2007 Pazar

1938 DEN SONRA TÜRKİYE GELECEĞİNE BAKMAYI UNUTTU MU?

Türkiye’nin ve Türk halkının geleceğini garanti altına almak için, AB’nin planlarını ve bu planların zaman içindeki kat ettiği yolu ve bu planların zaman ve zemine göre değişkenliğini çok iyi anlamak lazımdır. Üst AB tarafından, birlik içindeki devletlerin yöneticilerine yalnızca Türkiye ve Türkiye’nin üyeliği hakkında verilmiş roller vardır. Bu yöneticiler, genel olarak AB üst yönetimi tarafından sahneye konmuş fakat politika gereği dışa vurulamayan, AB’nin ikircikli ve sinsi siyasal davranışının söylemi değilmiş de, kendi bireysel fikirleri imiş gibi fakat merkez çıkışlı olan olayları dillendirirler. Şimdi bakalım, Avrupa birliği Türkiye ile niçin bu kadar yakından ilgileniyor. Eşek ve havuç politikası ile planladıkları gerçek amaçları acaba nedir?

Batı Türkiye’nin, vatanını seven ve ülkesinin çıkarlarını düşünen yöneticiler elinde yönetildiği zaman neler yapabileceğini biliyor ve tahmin ediyor. Ortaya çıkabilecek bu olumlu potansiyel ve barışçı bir Türkiye isminden rahatsızlık duyuyorlar. Türkiye’de emperyalizme karşı duruşun manevi lideri Atatürk ruhunun aktif olarak tekrar ortaya çıkmaya başlamasından huzursuz oluyorlar. Onun içindir ki eve giren hırsız misali “ -yakala getir oğlum. – gelmiyor baba. – bırak gitsin oğlum. –gitmiyor baba.” davranışı içindeler.

Türkiye için kafalarında, geri bırakılmış, uyuşuk, hiçbir olumsuzluğa tepki vermeyen ve genel olarak maddi ve manevi olarak fakirleştirilmiş bir halk görüntüsü var. Bu profile uygun bir Türkiye oluşturmak için kimlerle nasıl bir ilişkiler ve entrikalar yumağı içindeler varın siz görmeye çalışın. Davranışlarından ve bu davranışlardan zaman içinde çıkan sonuçlardan çıkanlara baktığımızda, AB’nin istediği Türkiye ile Türkiye’de yaratmış oldukları ve halen devam ede gelen ve yaratılmaya çalışılan Türkiye ise hala istedikleri gibi olmuyor. Öyle ki, artık konsolosları sömürge valisi gibi yurt içi gezilere çıkıyorlar.

Avrupa’da Türkiye ve Türkiye’de AB imajının birbirinden 180 derece farklı olduğu artık görülmelidir. Bu fark düşmanlık anlamına gelmez. Ama Batının, Türkiye’de rejimi değiştirmek ve ülkemizin hiç değilse bir kısmını, Türk ve Türkiye düşmanı olarak gördüğü bazı kesimlerin idaresine verme çabalarını hala görememek ve hala AB goygoyculuğu yapmak hainlikle eş değer değil midir?

Türkiye için Ege, Akdeniz ve Karadeniz’in önemini anlamamız ve şimdiden stratejik tedbirlerimizi almamız ve bu tedbirleri kalın kırmızıçizgilerle korumamız gerekir. Ege malum, yarısının tapusu Yunanistan sebebi ile zaten AB’nin ellerinde. Akdeniz derseniz, onu da Sarkozy tekeline almaya çalışıyor. Karadeniz’e şimdilik pek ilgi göstermiyormuş gibi görünen bazı Avrupa ülkelerinin Karadeniz konusunda aslında bazı şer planları olduğu da kesindir. Rusya’nın Akdeniz’e olan ilgisi ise, zamanı geldiğinde Karadeniz’de daha çok söz sahibi olma ve dolayısı ile Karadeniz’de kendi çıkarlarını Akdeniz’den savunma amacı düşüncesi sonucu olduğu da görülebilmelidir. Bütün bunlara karşı ülkemizin maksimum çıkarları göz önüne alınarak devletlerarası ilişkiler tarafımızdan yeniden düzeltilmelidir.

Türkiye, hem Doğu Akdeniz’i, hem de Karadeniz’i kontrol eden stratejik mevkii ile çok önemli bir ülkedir. Dünya’yı kaos içine sürüklemeye çalışan ülkelere karşı Türkiye, ileride her üç denizde de, aynı zaman içinde deniz savunması yapmak zorunda kalabilir. En kısa zamanda bunu yapabilecek askeri imkân ve yeteneğe kavuşmalıdır. İşte bu yüzden genel politik olayların Karadeniz’e yansıması durumunda, sadece ekonomik ve sosyal açıdan değil, politik ve askeri açılardan da çalışmalar şimdiden başlamalı ve en ufak bir veri dahi atlanmadan sağlıklı olarak değerlendirilmelidir.

Türk halkı barış zamanı barışı ve harp zamanı da harbin nasıl yapılacağını Büyük Önderi Atatürk’ten gayet bilinçli bir şekilde öğrenmiştir. Bundan kimsenin hiç bir kuşkusu olmasın.

Türkiye’de ve tüm Dünya’da 5.kol ve misyonerler cirit atıp kendi fikirlerini ve dinlerini yaymaya çalışırlarken biz niçin Atatürk’ün ilkelerini ve Dünya görüşünü yayarak, anlatarak Dünya barışına katkıda bulunmayalım. Bu size de iyi bir fikir gibi gelmiyor mu? Yapmamız gereken en önemli şeylerden birisi ve en önemlisi işte budur. Batılı liderlere adamlık ihraç etmek.

Necmi ÖZNEY

12 Aralık 2007 Çarşamba

EMPERYALİST SİON EMRİNDEKİ HAİNLERİ TANIYIN

ABD ve işbirlikçileri Irak’ı işgal edip önce kendi kuklası olan Saddam'ı devirip Irak'a Barış ve Özgürlük getirdi ya, şimdide bu özgürlük ortamından faydalanmaya başladı ve ana maksat yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı.

Türkiye PKK ile Suriye iç meseleleri ile İran ise nükleer enerji mevzuu ile tüm Dünya ile uğraşırken Irak'ta, tüm çevre ülkelerin gözünden kaçan ve farkına varamayacakları bir hareket başlamış durumda. Evangelist Bush yönetimi tarafından daha işgal başlamadan önce tasarlanmış olduğu kesin ve başroldeki ana ürün bu.

Bölge ve dünya genelinde İsrail dışında yaşayan Siyonist Yahudiler ABD ve İngiliz güçlerinin koruması altında Bağdat, Musul, Kerkük gibi Irak'ın büyük şehirlerine yerleştirilmeye başlandılar.

Siyonistlerin Kuzey Irak'a yerleşmeleri, Barzani ve Talabani’nin ABD ile müttefiklerinin isteklerini kayıtsız şartsız yerine getirmeleri ile mümkün oldu. Bundan başka Yahudilerin Kürtlere, Iraklı Kürtlerin üçte birinin Yahudi olduğunu, bu toprakların vaat edilmiş topraklar olduğu ve Yahudi Kürtlere ait olduğu iddiası Kürtleri inandırmaya yetti. Şimdilerde Nakşibendî yapılan Barzani’nin daha önceleri Yahudi olduğu yazılıp çizilmiş ve Siyonistler bu haberi etrafa yaymaya başlamışlardı.

Özellikle Barzani ve etrafındakilerin Yahudi olduğu söylentileri, göç edecek Yahudileri tanımadıkları topraklara gitmenin korkusundan kurtarmak amacı ile yapılan bir propaganda. İsrail’in iddiasına göre, elli ve yetmiş yıl önce Iraklı diktatörlerin zulmünden kaçıp İsrail'e göç eden Iraklı Kürt Yahudiler şimdi bu diktatör korkusu kalktığına göre hem kendi vatanlarına dönmek istiyorlarmış, hem de Iraklı Kürt Yahudi kardeşlerine kavuşacaklarmış.

Dünyada dağılmış Yahudileri Filistin topraklarına göç etmeye zorlayan ve milyarlarca dolar harcayan Siyonist örgütler şimdi Yahudileri, Iraklı Kürt Yahudi’si adı altında Irak'a yerleştiriyorlar. Şakası yok yerleştirmeye çalışmıyorlar resmen yerleştiriyorlar.

Tüm Dünyada ki İsrail elçilikleri, bulunduğu ülkelerdeki Yahudileri Büyük İsrail hayaliyle örgütlüyor ve bulunduklar ülkelerde Mısır’dan çıkıştan beri yaptıkları gibi tefecilik ve faiz sistemini uygulayarak ekonomilerin çarklarını ellerine geçirmeye yönlendiriyorlar. Osmanlı’nın çöküşü de bunların elinden olmamış mıydı? Almanya’da. İspanya’da ve diğer Avrupa ülkelerinde aynı şeyler yaşanmamış mıydı? Onlar kesti biçti biz bağrımızı açtık.

Dikkat ederseniz Dünyanın neresinde bir stratejik bölge varsa küreselleşme adı altında bir sömürü düzeni kuruluyor ve lobileri aracılığıyla burası Yahudilere vaat edilmiş mukaddes topraklardır damgası vuruluyor. Ya Filistin ve Lübnan’da olduğu gibi işgal ederek veya satın alarak oluyor, 1948 evveli ve şimdide Irak’ta ve Türkiye’de yaptıkları gibi. Vatanını seven etkili ve yetkili kişilerin güneydoğu Anadolu’da ki toprak satışlarını büyük bir hassasiyetle inceleyip millete bilgi vermesi gerekir.

Tüm Dünya'nın gözleri önünde ABD ve İngiliz desteği ile dün Filistin'de yaptıklarını bugün aynen Irak'ta da yapıyorlar. 60 yıl boyunca Yahudileri Filistin'e yerleştirmek için büyük propagandalar yapan ve büyük çabalar harcayan Siyonistler şimdide Yahudileri Irak'a yerleştirmek istiyorlar.

İsrail işgalden sonra, mossad ajanlarını ABD koruması altında Irak'a gönderiyor. Öncelikle Kuzey Irak’ta stratejik yerleri belirliyorlar ve daha sonra Kuzey Irak'ı ve çevresini inceliyorlar. Sonra Barzani ve Talabani ile anlaşıp önce rüşvet olarak karşılıksız kredi veriyorlar. Barzani’nin peşmergelerini eğitiyor ve modern silahlarla donatıyorlar. Karşılığında ise Barzani, İsrail'de bulunan sözde Yahudi Kürtlerin sözde kendi topraklarına dönmelerine ve Siyonistler tarafından belirlenen bölgelerde yer satın almalarına yardımcı olacaklar.

Barzani ve Talabani ile yapılan anlaşma sonucunda önümüzdeki üç beş yıl içinde elli bin uydurma Iraklı Kürt Yahudi Kuzey Irak'a, özelliklede Avir ve Babil şehirlerine yerleştirilecekler. Bu iki şehrin tercih edilme sebepleri ise, bu şehirlerin kutsal kitaba göre Yahudilerin vaat edilmiş mukaddes toprakları sayılması.

Irak'ta barış ve özgürlük getirdik hikâyesi adına katliamlar işlenirken Siyonistler plan dâhilindeki yerlerde otelleri, arazileri ve villaları büyük paralar ödeyerek satın alıyor ve göç eden ve edecek Yahudilere bedava veriyorlar. Hatta bu satın alma planı Saddam zamanında bile Iraklı Kürtler aracılığı ile yapılmış. Onlarında ceplerine para girince emanetçi olmuşlar. Yahudilerin Irak’ta, gizli ama aslen sahibi oldukları çok toprak var. Musul, Kerkük ve Bağdat'ın içinden aldıkları yerlerin hesabı meçhul.

Dikkat ederseniz bu bölgeler petrolün bol olduğu, ziraata çok elverişli topraklar. Fırat nehrinin etrafı olması toprağın bereketini karesi ile çarpıyor.

Siyonistler örgütlü olduğu kadar sinsi ve planlı çalışıyorlar. Siyonist olarak donatılmış ve Irak’a göç etmeye hazırlanan her Yahudi için Etiyopya'dan iki Yahudi getirip işgal ettikleri Filistin topraklarına yerleştiriyorlar, yıllarca İsrail’de eğittikleri Siyonist Yahudileri de Irak'a gönderiyorlar.

Nil'den Fırat'a vaat edilmiş toprakları ( Arz-ı mevut ) gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Evangelizm ya da iseviyahudi veya emperyalizm hadi başka bir ismiyle söyleyeyim, küreselleşme, daha başka bir ismi ile BOP işte buna hizmet ediyor.

Bütün bunlara karşı ancak Atatürkçü bir ruha sahip Türk halkı ve Türk Ordusu karşı koyabilir.

Hıristiyanlar arasında nasıl Siyonist Hıristiyanlar varsa, Müslümanlar arasında da inanışına israiliyat karıştırmış Müslümanlar vardır. Bunlar Amerikan ve İsrail güdümündedirler ve bilinçli olarak onlara hizmet ederler. Bunların derdi İslam filan değil milletin gönlünde yatan Gazi Paşayı ve Türk ordusunu kötülemek, Türkiye’yi parçalamak için ellerinden ne gelirse yapmaktır.

Çünkü bilirler ki Büyük Atamızın fikirlerine uyan büyük Türk milletine her düşmanlık vız gelir tırıs gider. İşte dış mihrakların ve yerli işbirlikçilerin bütün hain çabaları Türkiye’yi emperyalist uşağı yapmak içindir. Türk milletinin artık bu düşmanlıklara karşı durmasının zamanı gelmiştir.

Necmi ÖZNEY

10 Aralık 2007 Pazartesi

UÇAK KAZASININ SONRA AKLA GELENLER

Yolcuları ve mürettebatıyla toplam 57 kişinin öldüğü uçak kazasında, Türkiye'de yaşanan şüpheli kaza yalnız Türkiye’de değil dünyada da tartışılıyor. Tüm hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet diliyorum.

Uçakta hayatını kaybedenlerden altı kişi nükleer enerji teknolojisi konusunda iyi yetişmiş uzman bilim adamı olunca da bazı şüpheler ister istemez ağırlık kazanıyor.

Ülkemizde uzun bir süredir tartışılan ve eski cumhurbaşkanımız Sayın Ahmet Necdet Sezer tarafından veto edilen nükleer santraller yapımı konusu, hükümet tarafından yeniden gündeme getirilerek tekrar cumhurbaşkanlığına gönderildi ve cumhurbaşkanı Abdullah Gül tasarıya onay verdi. Tasarı yasallaşınca, hükümet ülke genelinde nükleer santral kurulması için özel şirketlerin de katılımını sağlayacak olan ihaleler açma hazırlıklarına başladı. Çernobil nükleer santralindeki kaza akla gelince, bu kadar acele, halkın nükleer enerji santrallerine şüpheyle bakmasına yol açıyor. Nükleer santral yapılması, işletilmesi özel uzmanlık ve bilgi isteyen bir konu olması sebebi ile çok iyi incelenip karar verilmesi gereken bir olay. Yapım aşamasındaki eski teknikler, yeni teknikler gibi konuları bilgi bakımından irdeleyip haddimi aşacak halde değilim. Ama doğanın korunması, atıkların izalesi ve halkın güvenliği bakımından çok iyi incelenip karar verilmesi gerektiğine inanıyorum.

Düşen uçakta, nükleer enerji teknolojisinde uzman altı fizikçinin hayatını kaybetmesi, üzüntümün yanında, kazada bir sabotaj olabilir ihtimalini de düşünmeme sebep oldu. Çünkü fizikçilerimizin iki yıldır üzerinde çalıştıkları özel bir projenin varlığı da bu kaza ile su yüzüne çıktı. Düşünün 8 üniversiteden onlarca öğretim üyesi ve kalabalık bir araştırmacı gurubu tarafından yürütülen bu projenin Türkiye için üç, beş sene içinde sonuçlanacak ve hayati bir önem taşıyan bir girişim olduğu söyleniyor. Kaza ile ilgili olarak enerji bakanı Hilmi Güler de uçağın düşürüldüğüne dair açıklama yapmanın erken olduğunu belirtti. Fakat kazada hayatını yitiren fizikçilerin, nükleer enerji ve toryum madenleriyle ilgili araştırmalar yaptıklarını açıkladı.

Şimdi hatırlayın, bir süre evvel Trabzon yakınlarında düşen ve içinde pilotla beraber, Pakistan devlet başkanı Müşerref'in özel kuryesi olduğu söylenen bir kişinin öldüğü uçak kazasının da nükleer sırlar taşıdığı iddia edilmişti. Bu günlerde Pakistan’da ki karışıklıkların görünmeyen sebeplerinden birinin de nükleer enstrümanların teröristlerin eline geçmemesi söylentileri olduğu düşünülürse ve hele hele ABD’nin eli Pakistan’ın içinde olduğu gerçeği buna eklenirse sabotaj söylentileri göz ardı edilemez.

Her iki uçak kazasında da, ortak noktanın nükleer enerji konusu olması ve Ankara'nın nükleer santral konusunda kararlı bir adım atmasıyla eş zamanlı döneme rastlamış olması bilinçli vatandaşların dikkatlerini çekiyor. Bu arada ASELSAN mühendislerinin ölümleri ile ilgili sorular kafaları bulandırıyor. Onlarda önemli projeler üzerinde çalışıyorlardı.

Hayatlarını kaybeden fizikçilerin, nükleer enerji ve toryum madeni üzerine araştırmalarda bulundukları biliniyor. Türkiye’nin, toryum madeni açısından çok zengin bir ülke olduğu ve dünya üzerindeki rezervin yüzde ellisine sahip olduğu söyleniyor. Dünya genelinde nükleer santralleri toryumla çalışan ülke sayısı çok az. Türkiye'de bilim adamları bu alanda ciddi araştırmalarda bulunmuşlar. Bir ton toryum madeni 1 milyon varil petrol'e eşit olarak görülüyor. Dünya’da ve Türkiye'de artan enerji ihtiyacı, bu ihtiyacın karşılanması için nükleer santrallerin kurulması başta olmak üzere alternatif enerji arayışları son yıllarda artış gösterdi. Dünya doğal gazının ihracı başta olmak üzere, doğalgaz ile çalışan elektrik santrallerinin kurulması ve üretim maliyeti, nükleer santrallerinin kurulması için adımların atılması da, bu arayışların ardındaki sebepler. Peki, fizikçilerimizin ve mühendislerimizin ölümleri arkasındaki sebepler ne? Emperyalizmin pis kolları olmasın sakın.

Sonuç olarak, Türkiye’nin bu acı kaybı. her zaman doğrulanan bir gerçeği tekrar gündeme getirmiş oldu. Bu da ülkenin yeraltı zenginliklerinin milli olması ve milli kalması gerektiğidir.

Necmi ÖZNEY

7 Aralık 2007 Cuma

ABD POLİTİKA DERSİNİ KAHPE BİZANSTAN ALMIŞ

8 yıl süren İran Irak savaşı boyunca başta ABD ve AB desteği sonunda, altı yüz bin asker, dört bin tank, bin sekiz yüz savaş uçağı sayesinde bölgesel güç haline gelen Saddam rejimi bölgesel güç haline gelmişti. ABD bu durumdan faydalanmış despot Saddam’a önceleri gaz vermişti. Tarihin her zamanında bütün diktatörlerin yaptığı gibi Saddam’da kendini adam yerine koymuş saldıracak yer aramaya başlamıştı. 1990 senesinde Kuveyt’e saldırarak Körfez bölgesindeki bulunan petrol kuyularını ele geçirmeye ABD tarafından el altından heveslendirilmişti.

ABD’nin bölgedeki çıkarlarını korumak için uygulamaya koyduğu plan düşman yaratıp duruma el koyma planıydı. Dünyadaki enerji kaynaklarının ve geçit yollarının sınırları içindeki coğrafi bölgeleri kontrol etme stratejik planı olan senaryosunu uygulamaya koydu. Irak’ın Kuveyt’e saldırısı ABD’nin bölgeye yerleşmesi için yeterli bahaneyi yaratmış ve ABD’nin ekmeğine yağ sürmüş oldu. ABD planı gereği ilk önceleri Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesine ses çıkarmadı. Saddam atılan zokaya balıklama atlayınca ABD için beklenen an gelmiş ve ABD bölgeye iyice yerleşmek için beklediği gerekçeyi elde etmiş oldu.

İlk etapta Irak ordusunu Kuveyt’ten çıkarılması maksadı ile başlatılan askeri harekât, daha sonra Saddam rejimini devirmek için devam ettirildi. ABD kendi çıkarları söz konusu olduğu zaman dünya ülkeleri içinde ki, buna bütün müttefikleri de dâhildir. İlişkilerinde dost veya düşman tanımaz, hemen kendi çıkarlarına ters düşen ülkenin can düşmanı olur. Fakat zaman içinde Irak’ı da tam olarak kontrolü altına alamadığı için uyguladığı tüm stratejik planlar alt üst olmuş oldu.

ABD’nin Irak’a getirmiş olduğunu iddia ettiği demokrasi sonucu otorite boşluğu kuzey Irak’ta ki aşiretleri heveslendirdi. Saddam’dan büyük destek gören PKK bu sefer ABD ve AB tarafından desteklenmeye başladı. Barzani ve Talabani PKK’yı açık açık desteklemeye başladılar. Bütün bu kalleş oyunlar şu anda dahi ABD tarafından koordine edilmektedir.

Sözde bağımsız Kürdistan devletinin kurulması hayali ABD tarafından desteklenerek bölge devletleri karışıklık içine çekilmeye çalışıldı. Kürt kartını bölge ülkelerine karşı kullanan kendini dev aynasında gören ABD emperyalizmi çok büyük hatalar yaptı ve yapmaya devam ediyor. İşbirlikçilerin davranışlarını Türk halkının düşünceleri sayan ABD daha çok hatalar yapacak ve daha çok insanlık suçu işleyecektir.

Türk halkı ABD’nin Irak işgaline ve Irak’ta ki davranışlarına karşıdır. Bugün Irak’ta yaşanan gelişmeler Türk halkının bakış açısını doğruluyor. ABD’nin gerek Irak’a gerekse bölge ülkelerine yutturmaya çalıştığı BOP’un yanlış olduğunu ortaya çıkarıyor. Bu durum yöneticiler tarafından da görülebilse keşke.
ABD ve İngiltere Türkiye ile dostmuş gibi görünüp PKK teröristleri ile devamlı ilişkide bulunarak PKK’yı kendi kontrolleri altında tutamaya çalışıyorlar. Bunun adı politika değil düşmanlıktır. Büyükelçinin davranışlarına bir bakın sömürge valisi gibi. Türkiye’de olmayan bir Kürt sorununu varmış gibi gösterme ve yaymaya çalışma gayretinde.

Türkiye, dünya üzerinde hiç bir ayrılıkçı terör örgütünün isteklerinin politik yollarla çözülemeyeceği hakikatini artık görmelidir. PKK terör örgütüne yok edilmesine yönelik adımları atmasının zamanı çoktan gelmiş, hatta geçmiştir. Türk ordusu kahredici gücünü en yüksek düzeye çıkarmalı ve Türkiye’ye yönelmiş olan bu tehlikeyi bir an önce ortadan kaldırmalıdır. Bunu da, ABD aracılığıyla değil, kendi inisiyatifi ile sağlamalıdır.

Çıkarılan tezkerenin cepte bekletilmesine karşıydım ve bir an evvel ordumuza verilmesini istiyordum. Ama şimdi geç verilmesini sevdim. Zannediyorlardı ki ağır kış şartlarını gören Mehmetçik yılacak, biraz kartopu oynayıp kışlasına geri dönecek. Kar kış demiyorlar, hepsi aslan yavrusu gibi. Onlarla gurur duyuyoruz. Hepsi alınlarından öpülesi kahramanlar. Dosta düşmana Atatürk’ün ordusunu sergilediler. Ders çıkarması gerekenler, paylarına düşen dersi alabiliyorlar mı acaba?

Necmi ÖZNEY

2 Aralık 2007 Pazar

SÖZDE DEMOKRASİLER YAYILMA SÜRECİNDE

Dünya’da, ABD’de dâhil olmak üzere, genel olarak aşikâr fakat demokrasiye ters bir durum var. Demokrasi ile idare edildiğini zannettiğimiz birçok ülkede iktidar babadan oğula veya aileden birine geçirilme eğiliminde. Şimdi üçüncü gözümüzü açalım ve Ortadoğu’da ki genel siyasi yapılara bir göz atalım. Ürdün'de, Suudi Arabistan’da, sağa sola serpilmiş emirliklerde hanedan idareleri hüküm sürüyor, Sözde demokrasi ile idare edilen Suriye'de iktidar babadan oğula geçiyor, görünüşte demokratik görünen Mısır'da da ortaya çıkan belirtiler Mübarek ailesinin babadan oğla geçecek bir iktidar değişimi hazırlıkları içinde olduğu.

Hüsnü Mübarek 1981 yılından beri devlet başkanlık yapıyor ve 79 yaşında. Mısırda sağduyuluların gerçekleşmesinden korktuğu tek şey, Hüsnü Mübarek'in iktidarı oğlu Cemal Mübarek'e bırakma hazırlığına girmesi.

Mısırda iktidarı eleştiren aydınlar için bu bir tehlike işareti. Kahire ve diğer şehirlerin meydanlarında oğul Cemal'in resimleri boy göstermeye başladı bile.

26 yıl süren baskıcı bir iktidar döneminden sonra, oğul Mübarek'in de baba Mübarek'i izleyeceği yolundaki şüpheler, solcusundan İslamcısına ve liberaline kadar geniş bir toplumu temsil eden muhalefeti harekete geçirecek gibi görünüyor.

Oğul Cemal, halka dürüst ve modern biri olarak gösterilmeye çalışılıyor. Oğul Mübarek, Kahire Amerikan Üniversitesinde okudu, Londra'da çalıştı ve Mısır'da ekonomik olarak kuvvetli ve ülkede sözde ekonomik istikrarın bozulmasını istemeyen küresel sermaye destekçisi gurubun siyasal desteğine güveniyor.

Bürokratların ve yöneticilerin bakanlıklara atanmalarının, oğul Mübarek'in tesiri ile yapıldığı inanışı halk arasında yaygın durumda. Hatta Mısırdaki ekonomik büyüme bile onun başarısı olarak halka anlatılıyor.

Mübarek ailesi, bölgedeki birçok ülkenin içine düşme tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğu karışık ortamlara karşı, halkın istediği istikrarı halkı diktatör gibi yöneterek koruyacağını garanti ediyor. Bu yüzdende ülkedeki muhalefet giderek daha da büyük baskılara maruz kalıyor. Halkın özgürlükleri daha da kısıtlanıyor. Umut bağlanabilecek muhalefet partisi ise bölünmüş durumda. Partinin başkanı ise, gelişigüzel sebeplerle suçlanarak yapılan bir mahkeme sonucunda cezaevinde yatıyor.

Muhalefet eden gazetelerde rejimi eleştiren yazılar yayınlayan yazarlara her an davalar açılıyor. Mısır anayasası halkın ve muhalefetin devlet başkanlığına her hangi bir kişiyi aday göstermesini imkânsızlaştıracak kanunlarla değiştiriliyor.

Mısırda önemli bir muhalefet gücü olarak tanınan Müslüman kardeşler örgütü üzerine fazla gidilmiyor ve kanundışı bir örgüt olduğu halde iktidar tarafından halka çaktırmadan destekleniyor. Bunun sebeplerinden biri illegal olan bu örgüt siyasallaşıp seçimlere giremeyecek ve herhangi bir makama aday gösteremeyecek durumda olması. İkinci sebep ise, iktidarın ABD ve batıyı Müslüman kardeşler örgütü ile korkutup onlardan kendine ve ailesine destek sağlamayı düşünmesi.

Mısırda başkan adayı olma koşulları Mübarek'in partisinin üyeleri dışında hiç kimseye uymuyor. Anayasa’da yapılan son değişiklikler yüzünden, başkan adaylarının, aynı zamanda parti meclisinin de, üyeleri olmaları gerekiyor. Mübarek'in iktidar partisi de, yaptığı genel kurulda, böyle bir meclis oluşturdu ve oğul Cemal bu kurulun üyesi yapıldı.

ABD ve AB Ortadoğu ve Orta Asya çevrelerini dantel gibi büyük bir sabırla işliyor. Küreselleşme planına gerekli olabilecek her türlü detay adım adım devreye sokuluyor. Uygulamaya konan her plan virüs gibi çevreye yayılıyor. Emperyalizm artık yeni işbirlikçiler aramak için yorulmuyor, aile boyu çalışıyor. Zaten emperyalizme gönüllü hizmet edecek karakter yoksunu kişiler mebzul miktarda her zaman olmuş ve şimdide varlar. Cepleri dolsun, şahsi ikballeri korunsun, yüceltilsin yeter. Orta Asya ve Ortadoğu daha vahim olaylara gebe bırakıldı, doğurması yakındır. Armagedon yani büyük kıyam doğmak üzere.

Necmi ÖZNEY

necmiozney@gmail.com