30 Aralık 2007 Pazar

PKK İSİM DEĞİŞTİRİP PEJAK OLUYOR

Türk ordusu tarafından Kuzey Irak'ta gerçekleştirilen terörle mücadele operasyonlarından dolayı Barzani ve Talabani’nin aslında altlarını ıslattıklarına adım gibi eminim. Ama herhalde onları adam yerine koyan birileri var ki, bunlar Türkiye’yi tehdit etme cüretinde bulunuyorlar. Üstüne üstlük Türkiye'nin tüm askeri eylemleri bir an önce durdurmasını da istiyorlar. Kulak ardı etmek ve ciddiye almamak lazım. Neden derseniz bu feodal zibidilerin bölgede üç kuruşluk forsları vardı o da gümbürtüye gitmek üzere. Bu efeliklerinin sebeplerinden biri de, olmayan otoritelerini korumak için. Bunları adam yerine koymamak gerek.

PKK ne ve Barzani kim? Biri besleme terörist bir gurup diğeri ise, bu karışıklıktan yararlanarak uyuşturucu, sigara ve mazot kaçakçılığı yapan para istifleyen bir ağa. Dağdan in, evine dön, ovada siyaset yap gibi laf salataları ve af söylentileri bunları adam yerine koymak ve meşrulaştırmak anlamına gelir. İşte bu yüzdendir ki bu aşiret ağası şımardı ve daha da azdı. Bu adamı, Türkiye’ye karşı duracağını bile söyleyebilecek bir duruma, verdiğimiz tavizlerle biz getirdik. Edilen laflara bakın, eyleme karışmamış terörist. Teröristin eyleme karışmamışı nasıl oluyorsa.

ABD, ya PKK’ya her zaman olduğu gibi, gizli gizli destek olacak, teröre arka çıkacaktı, ya da Türkiye'ye mani olamamak gibi bir görünüme bürünmek zorunda kalacaktı. Şimdi bu iki eylemi de bir arada yapıyor. Peki, Barzani hala niçin horoz gibi ötüyor harekâta karşı çıkıyor. PKK’ya arka çıkmaya çalışıyor. Demek ki bu emperyalist uşağı PKK terörünü destekliyor. Bir aydır yanan arabaların hesabı PKK’dan önce Barzani ve Talabani’den sorulmalıdır. Türkiye’ye zarar vermek için araba yakma emirlerinin kuzey Iraktan geldiği de zaten ortaya çıktı. Bunları yapanlar kim? Dağa çıkmamış teröristler. Bunlar için nasıl bir af çıkarılmalı acaba?

Aklımın bir türlü almadığı ve hazmedemediğim şey, sırf bizim silik ve tutarsız davranışlarımız yüzünden cesaret alan Barzani ve Talabani’nin, Türkiye'nin sınır ötesi operasyon gerçekleştiremeyeceğine inanmaları. Ama bunlara hak vermek lazım böyle bir dış politika yapılırsa onların yerinde olsam, aynı düşünceye bende katılırdım.

Ama ne oldu da ABD bir anlamda stratejik ortağı PKK ve Barzani’ye bir an için de olsa sırtını döndü? Aslında ABD için, Barzani, Talabani ve peşmergenin fiyatı çok ucuz. Bir milyon Kuzey Iraklının değeri yarım dolar bile etmez. Ama Türk kamuoyu için de PKK’nın mutlaka bitmesi lazım, çünkü Bush’un önümüzdeki altı ay için Türkiye’ye ihtiyacı var. Bush İran’a saldırı hazırlığı yapmakta.

ABD, PKK’yı aslında dağıtmak filan istemiyor. İran’a karşı kullanacak. Yani PKK bitecek PEJAK başlayacak. Çünkü bütün itler PEJAK’ a transfer oldu ve olacak. Sağ olsun ABD’nin yardımı ile de PKK bitirilmiş olacak. Bu demektir ki ABD bölgeyi kan gölüne çevirmekten asla vaz geçmeyecek.

Bilindiği gibi ABD, Türkiye'ye şu an için bağımlı durumda bulunuyor. Irak’a yapılan mal ve silah sevki yüzde seksen oranında Türkiye'deki üsler, öncelikle de İncirlik üssü üzerinden gerçekleştiriliyor. Onun için ABD'nin (şimdilik) Türkiye tarafında yer aldığı görüntüsü yaratılmaya çalışılıyor.

Necmi ÖZNEY

27 Aralık 2007 Perşembe

TÜRKİYE ARTIK AYAĞA KALKMALIDIR

Türkiye Cumhuriyeti İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, hem ABD ile hem de Avrupa’daki bazı ülkelerle ekonomik, politik ve askeri alanlarda çeşitli ortaklıklar, anlaşmalar, işbirlikleri oluşturmuştur. Bütün bu oluşumların gerektirdiği sorumluluk ve yükümlülüklerini büyük bir samimiyetle eksiksiz yerine getirmiş, halen artık saflık sayabileceğimiz bir şekilde de yerine getirmeye devam etmektedir.

Yalnızca Cumhuriyet tarihinde değil, Osmanlı İmparatorluğu’nun son iki yüzyılında da sözde batılılaşma, özde ise Türkleri yok etme çalışmaları, iç işbirlikçilerin çabaları ile hiç ara verilmeden yapılmıştır.

Türk insanının bütün samimiyet ve iyi niyetine rağmen, ABD ve AB Türkiye Cumhuriyeti’ni arka bahçesi gibi görmekten hiçbir zaman vazgeçmedi. Türkiye’yi kendi çıkar politikalarına alet etti, sömürdü, pazar olarak gördü, askeri güç olarak faydalandı. Soğuk savaş döneminde Sovyet tehlikesine karşı kalkan ülke olarak kullandı. Ortadoğu’nun ve Kafkasların enerji kaynaklarına sahip olabilmek ve daha o zamanlardan beri bölgeyi kontrol edebilmek için komşuları ile arasının bozulmasında etkin oldu ve dost görünüm altında düşmanlıklar tezgâhladı.

İşin doğrusu, Batı Türkiye Cumhuriyeti’ni hiçbir zaman bağımsız, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olarak görmek istemedi. Türk halkını Arap bedevisi yerine koydu, Türk devletine de aşiret devleti muamelesi yapmaya çalıştı. Çünkü Türkiye’nin durumu kendi planladıkları şekilde olursa, istedikleri gibi yönlendirecekler, istediklerini kabul ettirecekler yani yönetebileceklerdi. Bunun sebebi de, Türkiye’yi yönettiğini ve kendilerini bir vizyon sahibi zanneden basiretsiz ve kişiliksiz yöneticilerdir.

Kurtuluş Savaşı’nı, Lozan’ı ta o zamandan beri, hazmedememişler, bu durumu da her fırsatta ve her zaman bize hissettirmişlerdir.

Cumhuriyet tarihimizdeki seksen yıl ve biraz daha eski tarihimizdeki iki yüz yıl bizim açımızdan boşa harcanan ve kaybedilen zaman olmuştur. Batı tarafından teröre verilen destek, Kıbrıs konusundaki tutumları, sözde Ermeni soykırımı dayatmaları, Türkiye’yi yok sayarak, ya tutarsa misali batı tarafından kışkırtılarak kurulmasına çalışılan Kürt devleti, uluslararası platformlarda yalnızlaştırma politikaları, Ege sorunu gibi olaylara bakıldığında Türkiye’ye nasıl bir zarar verildiğini ve önünün nasıl kesildiğini görürsünüz.

Hala endişeye kapılmaya, karamsarlığa gerek yok diyebilir misiniz?

Dünyamız ABD imparatorluğu toprağı değildir ve Türkiye ise hiç değildir. Artık ABD’nin dümen suyunda gitmemizin ve Batıya biat eder durumda olmamızın bize ne kadar zarar verdiğini görmemiz lazım. Türkiye Cumhuriyeti bu güne kadar kendisine zarar veren tüm ilişkilerini gözden geçirmeli ve kendine yeni bir yol çizmelidir. Küresel emperyalizme karşı koyabilmenin yolu, bölgesel yeni birliktelikler oluşturmak ve bölge ülkelerinin çıkarlarını, bu birliktelikler içerisinde savunması lazımdır.

Yeni küreselleşme çağı adı altında baş veren emperyalizme karşı, her devlet için, amaç ve çıkarları bir olanların oluşturdukları ittifaklara yönelme zorunluluğu artık vazgeçilmez bir mecburiyettir.

Uluslararası ilişkilerimiz konusunda, günümüzde ve geleceğimiz ile ilgili doğru değerlendirmeler yapabilmek için, tarihin çok iyi bilinmesi gereklidir. Üstünlük istemleri, emperyalizm hevesleri günümüzde de halen devam etmektedir. Sahip olunan ileri teknoloji ve bilgi birikimi, sömürme kavramının boyutlarını daha da genişletmiş olmaktadır. Yani medeniyet ne kadar gelişirse gelişsin, insanın hayvani tarafının özünde bir değişiklik veya iyiye doğru bir gelişme meydana koyamamıştır.

Küreselleşen dünya düzeni uluslararası ilişkilerde, tüm devletlerin çok yönlü bir şekilde davranmalarını gerektirmektedir. Zengin maden kaynakları ve özellikle petrol bölgeleri emperyalizmin iştahını kabartmaktadır. Türkiye potansiyel gücünü olumlu kullanabilirse bölge ve dünya için daha saygın ve cazip bir ülke haline gelebilir.

ABD, Avrupa Rusya ve Uzakdoğu arasında oynanan denge oyunlarında iyi bir yerde durmak mecburiyetinde olan Türkiye yeni kuracağı sağlıklı ilişkiler sayesinde durumunu güçlendirebilecektir.

Türkiye’nin, Atatürk fikir ve ilkelerini kullanarak, komşuları ve dünya devletleri ile ilişkilerini yeniden gözden geçirmesi, bir yandan dünya barışına olumlu yön verilmesini sağlayacak, bir yandan da dik duruşu ile uluslararası ilişkilerde etkinliğinin artmasına saygı görmesine yol açacaktır.

Necmi ÖZNEY

necmiozney@gmail.com

23 Aralık 2007 Pazar

BİR KONFERANSIN ARDINDAN DÜŞEN MASKELER

Amerika, demokrasi ve barış istermiş görünüşü altında, bölge ve Dünya barışı adını kullanarak Ortadoğu’da kendi çıkarları doğrultusunda her an, dünya barışını tehlikeye atacak teşebbüslerde bulunmaktadır. Annapolis konferansı da bu planların bir parçası olarak yapılmıştır.

Ortadoğu barış konferansının perde arkasında ise, Bush ve avanesinin ABD’nin Dünya’da ve Ortadoğu'daki ortaya çıkmaya başlayan tiksindirici imajını düzeltmeye çalışmak için olduğu açıkça görülüyor.

Amerika'nın Afganistan ve Irak'ı işgal etmesi, katliam ve yıkımlar yapması, ırkçı İsrail’in işlediği cinayetleri, Filistin'i işgal etmesini, Lübnan'a saldırma girişimlerini koşulsuz olarak desteklemesi, Amerikalı yöneticilerin ve onların yönlendirdiği medya gruplarının İslam düşmanlığı, sağduyulu hiçbir insanın kayıtsız kalamayacağı insanlığa, medeniyete ve barışa karşı yapılmış düşmanca hareketlerdir.

Bu yüzden hepside birer şer kaynağı haline gelmiş Beyaz Saray yöneticileri, Ortadoğu barış konferansını düzenlemeye ve kendilerini barışsever olarak göstermeye, İslam ve Arap dünyasında kaybolan hâkimiyet ve itibarlarını yeniden kazanmaya çalışıyorlar. Her ne kadar işbirlikçi ve Amerikan yanlısı ülkelerin yöneticileri her zaman kendi şahsi çıkarları gereği ABD’nin yanında olsalar da bu ülkelerde yaşayan ve ABD emperyalizminden bıkmış olan halklardan ortaya çıkacak potansiyel öfkeden çekiniyorlar.

Amerika'nın ana hedefi Filistin sorununu çözmek veya barışı getirmek değil, Irak'a yaptığı saldırı ve işgalden dolayı içine düştüğü kötü durumdan kurtulmak ve bunu yaparken de kendisinin barış isteyen bir devlet olarak yutturmayı sağlamaktır. Dünya milletleri arasında, ABD’nin Filistinlilerle İsrail arasında barış istediklerine samimi olarak inanan kaç kişi çıkar acaba? Hatta ve hatta Dünya genelinde barış çalışmaları yaptığına kimler inanır?

Amerika'nın sözüm ona bu barış konferansını düzenlemesinin bir başka nedeni ise Filistin halkına karşı İsrail ordusunun Filistin’i sindirme girişimlerini Dünya kamuoyunun gözlerinden gizlemek ve örtbas etmektir. İsrail’in Lübnan'a karşı açtığı ve yaklaşık bir ay süren savaşta, Lübnan’dan gördüğü direniş karşısında ağır askeri ve ekonomik bir yenilgiye uğraması ile kaybettiği prestiji tekrar sağlamak içindir. Bu fiyaskonun üzerinden bir seneyi aşkın bir zaman geçtiği halde İsrail bu hezimetten dolayı hala belini doğrultabilmiş değildir. ABD sözde Ortadoğu barış konferansını düzenleyerek İsrail'in Lübnan karşısındaki aczini unutturma ve İsrail lehine yeni şartlar oluşturmaya çalışmaktadır.

Amerika'nın yapmak istediği Ortadoğu barış konferansı birçok çelişki ve tutarsızlıklar içinde yapıldığı kesindir. Bush'un ve çevresinin İsrail yanlısı bir politika izlemelerinden dolayı Amerika tarafsız ve adil bir arabulucu olabilir mi?

Sözde Ortadoğu barış konferansından sonra Amerika, İsrail'in yanında yer alıp, Filistin halkını ezdirecektir. Amerika'nın bu tek yanlı ve İsrail taraftarlığından dolayı, Rusya, AB ve BM’nin tarafsızlığı da ayrıca etkisiz hale gelecektir. İsrail göç eden Filistinlilerin Filistin'e geri dönmelerini engellemekte ve buna karşılık diğer ülkelerdeki Yahudileri işgal edilen Filistin'e göç ettirerek, Filistinlilerin topraklarına yerleştirme girişimlerini halen sürdürmektedir. Sözde Ortadoğu konferansı, Filistin halkının temel hak ve özgürlüklerini, bağımsızlığını korumayacak. Yalnızca İsrail'in yayılmacı ve işgalci politikalarını sağlamlaştıracak, garanti altına alacaktır. Bu ikiyüzlü davranışlar karşısında 2008 yılında da Dünya barışı ve insanlık için iyi şeyler olacağını beklemek safdillik olur düşüncesindeyim.

Necmi ÖZNEY

16 Aralık 2007 Pazar

1938 DEN SONRA TÜRKİYE GELECEĞİNE BAKMAYI UNUTTU MU?

Türkiye’nin ve Türk halkının geleceğini garanti altına almak için, AB’nin planlarını ve bu planların zaman içindeki kat ettiği yolu ve bu planların zaman ve zemine göre değişkenliğini çok iyi anlamak lazımdır. Üst AB tarafından, birlik içindeki devletlerin yöneticilerine yalnızca Türkiye ve Türkiye’nin üyeliği hakkında verilmiş roller vardır. Bu yöneticiler, genel olarak AB üst yönetimi tarafından sahneye konmuş fakat politika gereği dışa vurulamayan, AB’nin ikircikli ve sinsi siyasal davranışının söylemi değilmiş de, kendi bireysel fikirleri imiş gibi fakat merkez çıkışlı olan olayları dillendirirler. Şimdi bakalım, Avrupa birliği Türkiye ile niçin bu kadar yakından ilgileniyor. Eşek ve havuç politikası ile planladıkları gerçek amaçları acaba nedir?

Batı Türkiye’nin, vatanını seven ve ülkesinin çıkarlarını düşünen yöneticiler elinde yönetildiği zaman neler yapabileceğini biliyor ve tahmin ediyor. Ortaya çıkabilecek bu olumlu potansiyel ve barışçı bir Türkiye isminden rahatsızlık duyuyorlar. Türkiye’de emperyalizme karşı duruşun manevi lideri Atatürk ruhunun aktif olarak tekrar ortaya çıkmaya başlamasından huzursuz oluyorlar. Onun içindir ki eve giren hırsız misali “ -yakala getir oğlum. – gelmiyor baba. – bırak gitsin oğlum. –gitmiyor baba.” davranışı içindeler.

Türkiye için kafalarında, geri bırakılmış, uyuşuk, hiçbir olumsuzluğa tepki vermeyen ve genel olarak maddi ve manevi olarak fakirleştirilmiş bir halk görüntüsü var. Bu profile uygun bir Türkiye oluşturmak için kimlerle nasıl bir ilişkiler ve entrikalar yumağı içindeler varın siz görmeye çalışın. Davranışlarından ve bu davranışlardan zaman içinde çıkan sonuçlardan çıkanlara baktığımızda, AB’nin istediği Türkiye ile Türkiye’de yaratmış oldukları ve halen devam ede gelen ve yaratılmaya çalışılan Türkiye ise hala istedikleri gibi olmuyor. Öyle ki, artık konsolosları sömürge valisi gibi yurt içi gezilere çıkıyorlar.

Avrupa’da Türkiye ve Türkiye’de AB imajının birbirinden 180 derece farklı olduğu artık görülmelidir. Bu fark düşmanlık anlamına gelmez. Ama Batının, Türkiye’de rejimi değiştirmek ve ülkemizin hiç değilse bir kısmını, Türk ve Türkiye düşmanı olarak gördüğü bazı kesimlerin idaresine verme çabalarını hala görememek ve hala AB goygoyculuğu yapmak hainlikle eş değer değil midir?

Türkiye için Ege, Akdeniz ve Karadeniz’in önemini anlamamız ve şimdiden stratejik tedbirlerimizi almamız ve bu tedbirleri kalın kırmızıçizgilerle korumamız gerekir. Ege malum, yarısının tapusu Yunanistan sebebi ile zaten AB’nin ellerinde. Akdeniz derseniz, onu da Sarkozy tekeline almaya çalışıyor. Karadeniz’e şimdilik pek ilgi göstermiyormuş gibi görünen bazı Avrupa ülkelerinin Karadeniz konusunda aslında bazı şer planları olduğu da kesindir. Rusya’nın Akdeniz’e olan ilgisi ise, zamanı geldiğinde Karadeniz’de daha çok söz sahibi olma ve dolayısı ile Karadeniz’de kendi çıkarlarını Akdeniz’den savunma amacı düşüncesi sonucu olduğu da görülebilmelidir. Bütün bunlara karşı ülkemizin maksimum çıkarları göz önüne alınarak devletlerarası ilişkiler tarafımızdan yeniden düzeltilmelidir.

Türkiye, hem Doğu Akdeniz’i, hem de Karadeniz’i kontrol eden stratejik mevkii ile çok önemli bir ülkedir. Dünya’yı kaos içine sürüklemeye çalışan ülkelere karşı Türkiye, ileride her üç denizde de, aynı zaman içinde deniz savunması yapmak zorunda kalabilir. En kısa zamanda bunu yapabilecek askeri imkân ve yeteneğe kavuşmalıdır. İşte bu yüzden genel politik olayların Karadeniz’e yansıması durumunda, sadece ekonomik ve sosyal açıdan değil, politik ve askeri açılardan da çalışmalar şimdiden başlamalı ve en ufak bir veri dahi atlanmadan sağlıklı olarak değerlendirilmelidir.

Türk halkı barış zamanı barışı ve harp zamanı da harbin nasıl yapılacağını Büyük Önderi Atatürk’ten gayet bilinçli bir şekilde öğrenmiştir. Bundan kimsenin hiç bir kuşkusu olmasın.

Türkiye’de ve tüm Dünya’da 5.kol ve misyonerler cirit atıp kendi fikirlerini ve dinlerini yaymaya çalışırlarken biz niçin Atatürk’ün ilkelerini ve Dünya görüşünü yayarak, anlatarak Dünya barışına katkıda bulunmayalım. Bu size de iyi bir fikir gibi gelmiyor mu? Yapmamız gereken en önemli şeylerden birisi ve en önemlisi işte budur. Batılı liderlere adamlık ihraç etmek.

Necmi ÖZNEY

12 Aralık 2007 Çarşamba

EMPERYALİST SİON EMRİNDEKİ HAİNLERİ TANIYIN

ABD ve işbirlikçileri Irak’ı işgal edip önce kendi kuklası olan Saddam'ı devirip Irak'a Barış ve Özgürlük getirdi ya, şimdide bu özgürlük ortamından faydalanmaya başladı ve ana maksat yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı.

Türkiye PKK ile Suriye iç meseleleri ile İran ise nükleer enerji mevzuu ile tüm Dünya ile uğraşırken Irak'ta, tüm çevre ülkelerin gözünden kaçan ve farkına varamayacakları bir hareket başlamış durumda. Evangelist Bush yönetimi tarafından daha işgal başlamadan önce tasarlanmış olduğu kesin ve başroldeki ana ürün bu.

Bölge ve dünya genelinde İsrail dışında yaşayan Siyonist Yahudiler ABD ve İngiliz güçlerinin koruması altında Bağdat, Musul, Kerkük gibi Irak'ın büyük şehirlerine yerleştirilmeye başlandılar.

Siyonistlerin Kuzey Irak'a yerleşmeleri, Barzani ve Talabani’nin ABD ile müttefiklerinin isteklerini kayıtsız şartsız yerine getirmeleri ile mümkün oldu. Bundan başka Yahudilerin Kürtlere, Iraklı Kürtlerin üçte birinin Yahudi olduğunu, bu toprakların vaat edilmiş topraklar olduğu ve Yahudi Kürtlere ait olduğu iddiası Kürtleri inandırmaya yetti. Şimdilerde Nakşibendî yapılan Barzani’nin daha önceleri Yahudi olduğu yazılıp çizilmiş ve Siyonistler bu haberi etrafa yaymaya başlamışlardı.

Özellikle Barzani ve etrafındakilerin Yahudi olduğu söylentileri, göç edecek Yahudileri tanımadıkları topraklara gitmenin korkusundan kurtarmak amacı ile yapılan bir propaganda. İsrail’in iddiasına göre, elli ve yetmiş yıl önce Iraklı diktatörlerin zulmünden kaçıp İsrail'e göç eden Iraklı Kürt Yahudiler şimdi bu diktatör korkusu kalktığına göre hem kendi vatanlarına dönmek istiyorlarmış, hem de Iraklı Kürt Yahudi kardeşlerine kavuşacaklarmış.

Dünyada dağılmış Yahudileri Filistin topraklarına göç etmeye zorlayan ve milyarlarca dolar harcayan Siyonist örgütler şimdi Yahudileri, Iraklı Kürt Yahudi’si adı altında Irak'a yerleştiriyorlar. Şakası yok yerleştirmeye çalışmıyorlar resmen yerleştiriyorlar.

Tüm Dünyada ki İsrail elçilikleri, bulunduğu ülkelerdeki Yahudileri Büyük İsrail hayaliyle örgütlüyor ve bulunduklar ülkelerde Mısır’dan çıkıştan beri yaptıkları gibi tefecilik ve faiz sistemini uygulayarak ekonomilerin çarklarını ellerine geçirmeye yönlendiriyorlar. Osmanlı’nın çöküşü de bunların elinden olmamış mıydı? Almanya’da. İspanya’da ve diğer Avrupa ülkelerinde aynı şeyler yaşanmamış mıydı? Onlar kesti biçti biz bağrımızı açtık.

Dikkat ederseniz Dünyanın neresinde bir stratejik bölge varsa küreselleşme adı altında bir sömürü düzeni kuruluyor ve lobileri aracılığıyla burası Yahudilere vaat edilmiş mukaddes topraklardır damgası vuruluyor. Ya Filistin ve Lübnan’da olduğu gibi işgal ederek veya satın alarak oluyor, 1948 evveli ve şimdide Irak’ta ve Türkiye’de yaptıkları gibi. Vatanını seven etkili ve yetkili kişilerin güneydoğu Anadolu’da ki toprak satışlarını büyük bir hassasiyetle inceleyip millete bilgi vermesi gerekir.

Tüm Dünya'nın gözleri önünde ABD ve İngiliz desteği ile dün Filistin'de yaptıklarını bugün aynen Irak'ta da yapıyorlar. 60 yıl boyunca Yahudileri Filistin'e yerleştirmek için büyük propagandalar yapan ve büyük çabalar harcayan Siyonistler şimdide Yahudileri Irak'a yerleştirmek istiyorlar.

İsrail işgalden sonra, mossad ajanlarını ABD koruması altında Irak'a gönderiyor. Öncelikle Kuzey Irak’ta stratejik yerleri belirliyorlar ve daha sonra Kuzey Irak'ı ve çevresini inceliyorlar. Sonra Barzani ve Talabani ile anlaşıp önce rüşvet olarak karşılıksız kredi veriyorlar. Barzani’nin peşmergelerini eğitiyor ve modern silahlarla donatıyorlar. Karşılığında ise Barzani, İsrail'de bulunan sözde Yahudi Kürtlerin sözde kendi topraklarına dönmelerine ve Siyonistler tarafından belirlenen bölgelerde yer satın almalarına yardımcı olacaklar.

Barzani ve Talabani ile yapılan anlaşma sonucunda önümüzdeki üç beş yıl içinde elli bin uydurma Iraklı Kürt Yahudi Kuzey Irak'a, özelliklede Avir ve Babil şehirlerine yerleştirilecekler. Bu iki şehrin tercih edilme sebepleri ise, bu şehirlerin kutsal kitaba göre Yahudilerin vaat edilmiş mukaddes toprakları sayılması.

Irak'ta barış ve özgürlük getirdik hikâyesi adına katliamlar işlenirken Siyonistler plan dâhilindeki yerlerde otelleri, arazileri ve villaları büyük paralar ödeyerek satın alıyor ve göç eden ve edecek Yahudilere bedava veriyorlar. Hatta bu satın alma planı Saddam zamanında bile Iraklı Kürtler aracılığı ile yapılmış. Onlarında ceplerine para girince emanetçi olmuşlar. Yahudilerin Irak’ta, gizli ama aslen sahibi oldukları çok toprak var. Musul, Kerkük ve Bağdat'ın içinden aldıkları yerlerin hesabı meçhul.

Dikkat ederseniz bu bölgeler petrolün bol olduğu, ziraata çok elverişli topraklar. Fırat nehrinin etrafı olması toprağın bereketini karesi ile çarpıyor.

Siyonistler örgütlü olduğu kadar sinsi ve planlı çalışıyorlar. Siyonist olarak donatılmış ve Irak’a göç etmeye hazırlanan her Yahudi için Etiyopya'dan iki Yahudi getirip işgal ettikleri Filistin topraklarına yerleştiriyorlar, yıllarca İsrail’de eğittikleri Siyonist Yahudileri de Irak'a gönderiyorlar.

Nil'den Fırat'a vaat edilmiş toprakları ( Arz-ı mevut ) gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Evangelizm ya da iseviyahudi veya emperyalizm hadi başka bir ismiyle söyleyeyim, küreselleşme, daha başka bir ismi ile BOP işte buna hizmet ediyor.

Bütün bunlara karşı ancak Atatürkçü bir ruha sahip Türk halkı ve Türk Ordusu karşı koyabilir.

Hıristiyanlar arasında nasıl Siyonist Hıristiyanlar varsa, Müslümanlar arasında da inanışına israiliyat karıştırmış Müslümanlar vardır. Bunlar Amerikan ve İsrail güdümündedirler ve bilinçli olarak onlara hizmet ederler. Bunların derdi İslam filan değil milletin gönlünde yatan Gazi Paşayı ve Türk ordusunu kötülemek, Türkiye’yi parçalamak için ellerinden ne gelirse yapmaktır.

Çünkü bilirler ki Büyük Atamızın fikirlerine uyan büyük Türk milletine her düşmanlık vız gelir tırıs gider. İşte dış mihrakların ve yerli işbirlikçilerin bütün hain çabaları Türkiye’yi emperyalist uşağı yapmak içindir. Türk milletinin artık bu düşmanlıklara karşı durmasının zamanı gelmiştir.

Necmi ÖZNEY

10 Aralık 2007 Pazartesi

UÇAK KAZASININ SONRA AKLA GELENLER

Yolcuları ve mürettebatıyla toplam 57 kişinin öldüğü uçak kazasında, Türkiye'de yaşanan şüpheli kaza yalnız Türkiye’de değil dünyada da tartışılıyor. Tüm hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet diliyorum.

Uçakta hayatını kaybedenlerden altı kişi nükleer enerji teknolojisi konusunda iyi yetişmiş uzman bilim adamı olunca da bazı şüpheler ister istemez ağırlık kazanıyor.

Ülkemizde uzun bir süredir tartışılan ve eski cumhurbaşkanımız Sayın Ahmet Necdet Sezer tarafından veto edilen nükleer santraller yapımı konusu, hükümet tarafından yeniden gündeme getirilerek tekrar cumhurbaşkanlığına gönderildi ve cumhurbaşkanı Abdullah Gül tasarıya onay verdi. Tasarı yasallaşınca, hükümet ülke genelinde nükleer santral kurulması için özel şirketlerin de katılımını sağlayacak olan ihaleler açma hazırlıklarına başladı. Çernobil nükleer santralindeki kaza akla gelince, bu kadar acele, halkın nükleer enerji santrallerine şüpheyle bakmasına yol açıyor. Nükleer santral yapılması, işletilmesi özel uzmanlık ve bilgi isteyen bir konu olması sebebi ile çok iyi incelenip karar verilmesi gereken bir olay. Yapım aşamasındaki eski teknikler, yeni teknikler gibi konuları bilgi bakımından irdeleyip haddimi aşacak halde değilim. Ama doğanın korunması, atıkların izalesi ve halkın güvenliği bakımından çok iyi incelenip karar verilmesi gerektiğine inanıyorum.

Düşen uçakta, nükleer enerji teknolojisinde uzman altı fizikçinin hayatını kaybetmesi, üzüntümün yanında, kazada bir sabotaj olabilir ihtimalini de düşünmeme sebep oldu. Çünkü fizikçilerimizin iki yıldır üzerinde çalıştıkları özel bir projenin varlığı da bu kaza ile su yüzüne çıktı. Düşünün 8 üniversiteden onlarca öğretim üyesi ve kalabalık bir araştırmacı gurubu tarafından yürütülen bu projenin Türkiye için üç, beş sene içinde sonuçlanacak ve hayati bir önem taşıyan bir girişim olduğu söyleniyor. Kaza ile ilgili olarak enerji bakanı Hilmi Güler de uçağın düşürüldüğüne dair açıklama yapmanın erken olduğunu belirtti. Fakat kazada hayatını yitiren fizikçilerin, nükleer enerji ve toryum madenleriyle ilgili araştırmalar yaptıklarını açıkladı.

Şimdi hatırlayın, bir süre evvel Trabzon yakınlarında düşen ve içinde pilotla beraber, Pakistan devlet başkanı Müşerref'in özel kuryesi olduğu söylenen bir kişinin öldüğü uçak kazasının da nükleer sırlar taşıdığı iddia edilmişti. Bu günlerde Pakistan’da ki karışıklıkların görünmeyen sebeplerinden birinin de nükleer enstrümanların teröristlerin eline geçmemesi söylentileri olduğu düşünülürse ve hele hele ABD’nin eli Pakistan’ın içinde olduğu gerçeği buna eklenirse sabotaj söylentileri göz ardı edilemez.

Her iki uçak kazasında da, ortak noktanın nükleer enerji konusu olması ve Ankara'nın nükleer santral konusunda kararlı bir adım atmasıyla eş zamanlı döneme rastlamış olması bilinçli vatandaşların dikkatlerini çekiyor. Bu arada ASELSAN mühendislerinin ölümleri ile ilgili sorular kafaları bulandırıyor. Onlarda önemli projeler üzerinde çalışıyorlardı.

Hayatlarını kaybeden fizikçilerin, nükleer enerji ve toryum madeni üzerine araştırmalarda bulundukları biliniyor. Türkiye’nin, toryum madeni açısından çok zengin bir ülke olduğu ve dünya üzerindeki rezervin yüzde ellisine sahip olduğu söyleniyor. Dünya genelinde nükleer santralleri toryumla çalışan ülke sayısı çok az. Türkiye'de bilim adamları bu alanda ciddi araştırmalarda bulunmuşlar. Bir ton toryum madeni 1 milyon varil petrol'e eşit olarak görülüyor. Dünya’da ve Türkiye'de artan enerji ihtiyacı, bu ihtiyacın karşılanması için nükleer santrallerin kurulması başta olmak üzere alternatif enerji arayışları son yıllarda artış gösterdi. Dünya doğal gazının ihracı başta olmak üzere, doğalgaz ile çalışan elektrik santrallerinin kurulması ve üretim maliyeti, nükleer santrallerinin kurulması için adımların atılması da, bu arayışların ardındaki sebepler. Peki, fizikçilerimizin ve mühendislerimizin ölümleri arkasındaki sebepler ne? Emperyalizmin pis kolları olmasın sakın.

Sonuç olarak, Türkiye’nin bu acı kaybı. her zaman doğrulanan bir gerçeği tekrar gündeme getirmiş oldu. Bu da ülkenin yeraltı zenginliklerinin milli olması ve milli kalması gerektiğidir.

Necmi ÖZNEY

7 Aralık 2007 Cuma

ABD POLİTİKA DERSİNİ KAHPE BİZANSTAN ALMIŞ

8 yıl süren İran Irak savaşı boyunca başta ABD ve AB desteği sonunda, altı yüz bin asker, dört bin tank, bin sekiz yüz savaş uçağı sayesinde bölgesel güç haline gelen Saddam rejimi bölgesel güç haline gelmişti. ABD bu durumdan faydalanmış despot Saddam’a önceleri gaz vermişti. Tarihin her zamanında bütün diktatörlerin yaptığı gibi Saddam’da kendini adam yerine koymuş saldıracak yer aramaya başlamıştı. 1990 senesinde Kuveyt’e saldırarak Körfez bölgesindeki bulunan petrol kuyularını ele geçirmeye ABD tarafından el altından heveslendirilmişti.

ABD’nin bölgedeki çıkarlarını korumak için uygulamaya koyduğu plan düşman yaratıp duruma el koyma planıydı. Dünyadaki enerji kaynaklarının ve geçit yollarının sınırları içindeki coğrafi bölgeleri kontrol etme stratejik planı olan senaryosunu uygulamaya koydu. Irak’ın Kuveyt’e saldırısı ABD’nin bölgeye yerleşmesi için yeterli bahaneyi yaratmış ve ABD’nin ekmeğine yağ sürmüş oldu. ABD planı gereği ilk önceleri Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesine ses çıkarmadı. Saddam atılan zokaya balıklama atlayınca ABD için beklenen an gelmiş ve ABD bölgeye iyice yerleşmek için beklediği gerekçeyi elde etmiş oldu.

İlk etapta Irak ordusunu Kuveyt’ten çıkarılması maksadı ile başlatılan askeri harekât, daha sonra Saddam rejimini devirmek için devam ettirildi. ABD kendi çıkarları söz konusu olduğu zaman dünya ülkeleri içinde ki, buna bütün müttefikleri de dâhildir. İlişkilerinde dost veya düşman tanımaz, hemen kendi çıkarlarına ters düşen ülkenin can düşmanı olur. Fakat zaman içinde Irak’ı da tam olarak kontrolü altına alamadığı için uyguladığı tüm stratejik planlar alt üst olmuş oldu.

ABD’nin Irak’a getirmiş olduğunu iddia ettiği demokrasi sonucu otorite boşluğu kuzey Irak’ta ki aşiretleri heveslendirdi. Saddam’dan büyük destek gören PKK bu sefer ABD ve AB tarafından desteklenmeye başladı. Barzani ve Talabani PKK’yı açık açık desteklemeye başladılar. Bütün bu kalleş oyunlar şu anda dahi ABD tarafından koordine edilmektedir.

Sözde bağımsız Kürdistan devletinin kurulması hayali ABD tarafından desteklenerek bölge devletleri karışıklık içine çekilmeye çalışıldı. Kürt kartını bölge ülkelerine karşı kullanan kendini dev aynasında gören ABD emperyalizmi çok büyük hatalar yaptı ve yapmaya devam ediyor. İşbirlikçilerin davranışlarını Türk halkının düşünceleri sayan ABD daha çok hatalar yapacak ve daha çok insanlık suçu işleyecektir.

Türk halkı ABD’nin Irak işgaline ve Irak’ta ki davranışlarına karşıdır. Bugün Irak’ta yaşanan gelişmeler Türk halkının bakış açısını doğruluyor. ABD’nin gerek Irak’a gerekse bölge ülkelerine yutturmaya çalıştığı BOP’un yanlış olduğunu ortaya çıkarıyor. Bu durum yöneticiler tarafından da görülebilse keşke.
ABD ve İngiltere Türkiye ile dostmuş gibi görünüp PKK teröristleri ile devamlı ilişkide bulunarak PKK’yı kendi kontrolleri altında tutamaya çalışıyorlar. Bunun adı politika değil düşmanlıktır. Büyükelçinin davranışlarına bir bakın sömürge valisi gibi. Türkiye’de olmayan bir Kürt sorununu varmış gibi gösterme ve yaymaya çalışma gayretinde.

Türkiye, dünya üzerinde hiç bir ayrılıkçı terör örgütünün isteklerinin politik yollarla çözülemeyeceği hakikatini artık görmelidir. PKK terör örgütüne yok edilmesine yönelik adımları atmasının zamanı çoktan gelmiş, hatta geçmiştir. Türk ordusu kahredici gücünü en yüksek düzeye çıkarmalı ve Türkiye’ye yönelmiş olan bu tehlikeyi bir an önce ortadan kaldırmalıdır. Bunu da, ABD aracılığıyla değil, kendi inisiyatifi ile sağlamalıdır.

Çıkarılan tezkerenin cepte bekletilmesine karşıydım ve bir an evvel ordumuza verilmesini istiyordum. Ama şimdi geç verilmesini sevdim. Zannediyorlardı ki ağır kış şartlarını gören Mehmetçik yılacak, biraz kartopu oynayıp kışlasına geri dönecek. Kar kış demiyorlar, hepsi aslan yavrusu gibi. Onlarla gurur duyuyoruz. Hepsi alınlarından öpülesi kahramanlar. Dosta düşmana Atatürk’ün ordusunu sergilediler. Ders çıkarması gerekenler, paylarına düşen dersi alabiliyorlar mı acaba?

Necmi ÖZNEY

2 Aralık 2007 Pazar

SÖZDE DEMOKRASİLER YAYILMA SÜRECİNDE

Dünya’da, ABD’de dâhil olmak üzere, genel olarak aşikâr fakat demokrasiye ters bir durum var. Demokrasi ile idare edildiğini zannettiğimiz birçok ülkede iktidar babadan oğula veya aileden birine geçirilme eğiliminde. Şimdi üçüncü gözümüzü açalım ve Ortadoğu’da ki genel siyasi yapılara bir göz atalım. Ürdün'de, Suudi Arabistan’da, sağa sola serpilmiş emirliklerde hanedan idareleri hüküm sürüyor, Sözde demokrasi ile idare edilen Suriye'de iktidar babadan oğula geçiyor, görünüşte demokratik görünen Mısır'da da ortaya çıkan belirtiler Mübarek ailesinin babadan oğla geçecek bir iktidar değişimi hazırlıkları içinde olduğu.

Hüsnü Mübarek 1981 yılından beri devlet başkanlık yapıyor ve 79 yaşında. Mısırda sağduyuluların gerçekleşmesinden korktuğu tek şey, Hüsnü Mübarek'in iktidarı oğlu Cemal Mübarek'e bırakma hazırlığına girmesi.

Mısırda iktidarı eleştiren aydınlar için bu bir tehlike işareti. Kahire ve diğer şehirlerin meydanlarında oğul Cemal'in resimleri boy göstermeye başladı bile.

26 yıl süren baskıcı bir iktidar döneminden sonra, oğul Mübarek'in de baba Mübarek'i izleyeceği yolundaki şüpheler, solcusundan İslamcısına ve liberaline kadar geniş bir toplumu temsil eden muhalefeti harekete geçirecek gibi görünüyor.

Oğul Cemal, halka dürüst ve modern biri olarak gösterilmeye çalışılıyor. Oğul Mübarek, Kahire Amerikan Üniversitesinde okudu, Londra'da çalıştı ve Mısır'da ekonomik olarak kuvvetli ve ülkede sözde ekonomik istikrarın bozulmasını istemeyen küresel sermaye destekçisi gurubun siyasal desteğine güveniyor.

Bürokratların ve yöneticilerin bakanlıklara atanmalarının, oğul Mübarek'in tesiri ile yapıldığı inanışı halk arasında yaygın durumda. Hatta Mısırdaki ekonomik büyüme bile onun başarısı olarak halka anlatılıyor.

Mübarek ailesi, bölgedeki birçok ülkenin içine düşme tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğu karışık ortamlara karşı, halkın istediği istikrarı halkı diktatör gibi yöneterek koruyacağını garanti ediyor. Bu yüzdende ülkedeki muhalefet giderek daha da büyük baskılara maruz kalıyor. Halkın özgürlükleri daha da kısıtlanıyor. Umut bağlanabilecek muhalefet partisi ise bölünmüş durumda. Partinin başkanı ise, gelişigüzel sebeplerle suçlanarak yapılan bir mahkeme sonucunda cezaevinde yatıyor.

Muhalefet eden gazetelerde rejimi eleştiren yazılar yayınlayan yazarlara her an davalar açılıyor. Mısır anayasası halkın ve muhalefetin devlet başkanlığına her hangi bir kişiyi aday göstermesini imkânsızlaştıracak kanunlarla değiştiriliyor.

Mısırda önemli bir muhalefet gücü olarak tanınan Müslüman kardeşler örgütü üzerine fazla gidilmiyor ve kanundışı bir örgüt olduğu halde iktidar tarafından halka çaktırmadan destekleniyor. Bunun sebeplerinden biri illegal olan bu örgüt siyasallaşıp seçimlere giremeyecek ve herhangi bir makama aday gösteremeyecek durumda olması. İkinci sebep ise, iktidarın ABD ve batıyı Müslüman kardeşler örgütü ile korkutup onlardan kendine ve ailesine destek sağlamayı düşünmesi.

Mısırda başkan adayı olma koşulları Mübarek'in partisinin üyeleri dışında hiç kimseye uymuyor. Anayasa’da yapılan son değişiklikler yüzünden, başkan adaylarının, aynı zamanda parti meclisinin de, üyeleri olmaları gerekiyor. Mübarek'in iktidar partisi de, yaptığı genel kurulda, böyle bir meclis oluşturdu ve oğul Cemal bu kurulun üyesi yapıldı.

ABD ve AB Ortadoğu ve Orta Asya çevrelerini dantel gibi büyük bir sabırla işliyor. Küreselleşme planına gerekli olabilecek her türlü detay adım adım devreye sokuluyor. Uygulamaya konan her plan virüs gibi çevreye yayılıyor. Emperyalizm artık yeni işbirlikçiler aramak için yorulmuyor, aile boyu çalışıyor. Zaten emperyalizme gönüllü hizmet edecek karakter yoksunu kişiler mebzul miktarda her zaman olmuş ve şimdide varlar. Cepleri dolsun, şahsi ikballeri korunsun, yüceltilsin yeter. Orta Asya ve Ortadoğu daha vahim olaylara gebe bırakıldı, doğurması yakındır. Armagedon yani büyük kıyam doğmak üzere.

Necmi ÖZNEY

necmiozney@gmail.com

27 Kasım 2007 Salı

DTP’NİN DÜŞÜNDÜĞÜ ŞEYTANİ PLAN

DTP ve PKK’da bir şeyler oluyor ama sonuç tahminine başladığımız zaman anlıyoruz ki ikisi de eş zamanlı ve beraber olarak bir yol ayırımı tercihi yapmak üzereler. PKK’yı biraz kurcalayacak olsanız altından ABD ve AB çıkıyor. Barzani, Talabani deseniz keza aynı etki burada da görülüyor. Bu günlerde yaşanan süreçte anlatılan komik masallar serisi benim çok ilgimi çekiyor ve epeyce olayı çözebiliyorum. Neymiş efendim sahip oldukları halk tabanını koruyabilmek için, ellerinden geleni yapacaklarmış. Özgürlük ortamı PKK’yı bitirirmiş. Dağdakilere siyaset imkânı verilmeliymiş. Geçin efendim bu masalları, artık masal dinlemekten, dinlerken de uyutulmaktan bıktık.

Asıl gaye, Amerikan emperyalizminin Irak’taki işgali sürerken, onun bölgedeki varlığından istifade ederek her ne şekilde olursa olsun kendileri için bazı kazançlar elde edebilmeyi umuyorlar. Talabani, Barzani, PKK ve kendilerini PKK’nın kardeşi sayan kediden bozma aslanların son günlerdeki söylem ve eylemlerini, Türk halkının sabrını taşırma senaryosu üzerine kurduklarını fark ediyoruz. Diyarbakır’da yapılan mitingin amacı, güvenlik güçlerinin halkın üzerine sert tedbirlerle gitmesini sağlayacak bir şekilde daha çok tahrik edici olaylar meydana getirmektir. Güneydoğu’da çeşitli şehirlerde, şu son günlerde, halkı meydanlara toplayıp Öcalan posterleriyle ve yaşasın PKK, kahrolsun TSK, barışsa barış savaşsa savaş, gibi sloganlarla gösteri yaptırmaları, orduyu ve hatta halkı kendi üzerlerine saldırtmayı amaçlayan tahriklerdir.

Türk halkı ile asırlardır kardeşçe yaşamış bir halkı koyun güder gibi gütmenin her zaman mümkün olamayacağı’nın bizzat Kürt vatandaşlarımız tarafından ayrılıkçı ve işbirlikçilere anlatılması gerekir. Feodal yapı içinde dahi olsa bizzat Kürt vatandaşlarımız tarafından yapılacak bir yeter artık tepkisi kesinlikle hayal değildir.

DTP, yaklaşık iki milyon oy almış bir parti ve bu durumunun kendisine uluslararası arenada bir avantaj sağlayacağını düşünüyor. Kaybedecek bir şeyi yok. Türkiye’yi karıştırmak isteyen emperyalistlerin teşviki ile kazanacak birçok şeyler olduğunu da zannediyor. Bu planın ana hedefinde Türk ve Kürt halkı arasına nifak sokup iki halkı kapıştırıp sonunda bölgeye uluslar arası barış gücü adı altında silahlı kuvvet çağrılması yatmaktadır. DTP’nin Diyarbakır’da ki en son mitingi ise bütün köprüleri atma hazırlığı ve girişimidir. DTP Sadece bir siyasî parti değildir, Kendilerinin de açıkça ifade ettiği gibi PKK’nın yandaşıdır. ABD ve AB planlanan bu duruma müdahil olmak için salyalarını akıtarak beklemektedir.

Avrupa’da yaşayan PKK’lılar, geçtiğimiz günlerde, Papa’ya bir mektup göndererek bu planı el altından uygulamaya koymaya çalışmışlardır. O Papa’ki, İslam’a karşı takındığı düşmanca tavır ortadadır. Papa’nın bariz Türk ve İslam düşmanlığı göz önüne alındığında, en ufak bir şeytani iması bile Türkiye’de çıkacak bir kargaşaya elini bulaştırmak isteyen güçler için, bulunmaz fırsat sayılır.

Müslüman Kürt halkının nasıl bir oyuna getirilmeye çalışıldığını anlayabiliyoruz ama Avrupa’daki bu Kürtçü kuruluşların, Papa’ya Müslüman Kürt halkı adına müracaatları Türk vatandaşı Kürt halkına hakaret anlamına geldiğini acaba Kürt vatandaşlarımız anlayacaklar mıdır?

Sonuç olarak, ABD ve AB’nin Türkiye’de Atatürk sevgisine niçin karşı olduklarını, emperyalistlerin ve yerli işbirlikçilerin Ata’nın Ordusuna karşı niçin cephe aldıklarını acaba biz anlayabiliyor muyuz?

Necmi ÖZNEY

22 Kasım 2007 Perşembe

BEDEVİLİK BÖYLE BİR ŞEY HERHALDE

Türkiye Irak’ta ki Türkmenlerin haklarını korumakla yükümlüdür. Bu hem milli ve hem de tarihten gelen bir hakkımızdır. Tapu dairesi kayıtları talan edilirken Türkmenler göçe zorlanırken kimse kafasını çevirip neler oluyor diye niçin ilgilenmez.

İran, Irak’taki Şiiler ile ilişki kurmaya onları korumaya çalışırken veya Arap ülkeleri Irak’ta ki Sünni Araplar ile ilgili bir görüş belirttiğinde hemen, ya kukla Irak Hükümetinden veya kuzey Iraklı Aşiret reislerinden ABD destekli parazit sesler yayılıyor. Irak’ın ulusal egemenliğini ihlal etmeyin ve Irak’ın iç işlerine karışmayın diye.

PKK ve Iraklı Kürtler, Türk sınırını yolgeçen hanı yapmışlar ülkemiz topraklarında, yollara istedikleri gibi mayın döşüyorlar. Karakollarımıza saldırıyorlar, askerlerimizi şehit ediyorlar, bizi alenen tehdit ediyorlar ve ülkemizi bölmeyi açık açık dile getirdikleri halde verilen tepkiler çok cılız kalıyor ve yalnızca defi hacet kabilinden birkaç politik kelam sarf ediliyor. Siz zannediyor musunuz ki yalnızca PKK sınırı geçiyor ve katliam yapıyor. Peşmerge itleri de onlarla beraber ayni düşmanlıkları yapıyor. Hem yenilerde değil 1984 lerden beri bu böyle. Laf olsun sayfa dolsun diye değil bire bir tarafımdan yaşanmış olaylara dayanarak bunları yazıyorum.

Genel olarak Irak’taki gelişmelerin, özellikle de Kuzey Iraktaki gelişmelerin Türkiye’nin ulusal güvenliği üzerinde yarattığı tehlike hafife alınıyor hatta görmemezlikten geliniyor. Türk kamuoyunun talepleri ve endişeleri, yöneticilerin davranışları ve kararları üzerinde etkili olamıyor. Terörizme karşı ulusal güvenlik Türkiye için gereksiz bir şey gibi algılanıyor sanki ama ABD veya İsrail bahis mevzuu olunca kıyametler kopuyor ve karşı saldırılar yapılıyor ve yapılanların hesabı kat ve kat soruluyor. ABD ve Bush hükümeti, uluslar arası muhalefete rağmen Irak’a saldırıp bir milyona yakın kişiyi katletti bu da yetmedi Irak’ı işgal etti. İsrail bir askeri kaçırıldı rehin alındı diye Filistin’de bombalamadık yer bırakmadı.

Öyle tuhaf bir durum ki Barzani ve Talabani, ABD ve el altından AB’nin kışkırtıcı desteklerine güveniyor. Bunların gücünde olsun, kültürlerinde olsun, onları bu tür densiz tutumlara itecek cesaretleri nereden gelir ki? Bırakın devlet olmayı feodal aşiret yapıları bile sağlıklı çalışmaz. Kuzey Irak bölgesini Irak’tan ayırmaya hatta tüm komşu ülkelerdeki yaşayan Kürtlerin hamiliğine soyunup onlar adına bağımsızlık isteyecek havalara girmesine kim fırsat verdi. Hemen düşman aramayın. Bu durum bizim sünepeliğimiz yüzünden karşı taraf için fırsat oldu.

Orta doğudaki Arap şeyhleri kendi şahsi ikballeri yüzünden, ABD’nin bölgedeki bir sonraki hedefi durumunda olmamak için seslerini çıkaramıyorlar. ABD’nin Irak’ta başarısız olmaya başlamasından sonra bile yaptıkları iş İran karşıtlığı oldu. Her an emperyalist yalakalığı yapılması lazım çünkü onların ve bölgesel işbirlikçilerin cepleri böyle doluyor ve gemileri böyle yol alıyor. Ürdün Kralı Abdullah bölgede Şii hilali meselesinden şikâyet ediyor. Hüsnü Mübarek, Irak Şiilerinin kazancıyla İran’ın zafer kazandığını söylüyor. Suudi Arabistan Kralı Abdullah da ABD’nin Irak’a saldırısından kazançlı çıkanın İran olduğunu söyleyerek endişeleniyor.

Hiçbir Arap lideri, Irak gibi bir Arap ülkesinin ABD, AB ve Bush destekli Kürtler tarafından bölünmeye çalışılmasından şikâyetçi olamıyor. O kadar şerefsiz ve ırklarına karşı o kadar hainler ki ABD’nin Bush’u şeyim Çengelköy mamulü dese, benim şeyimde tuz diye koşturuyorlar. Aslında Dünya’nın ABD emperyalizminden önce, bunlar gibi yalaka despotlardan kurtarılması gerekiyor.

Nasıl olsa madalya verdik. Bunların saraylarına birer Atatürk büstü de hediye etsek mi acaba? Yanına birde Arapçaya çevirip nutuk koyalım. Bakar, okur hem insanlık ve hem de devlet adamlığı öğrenirler belki.

Necmi ÖZNEY

19 Kasım 2007 Pazartesi

KÜRESEL EMPERYALİZMİN KİLİT TAŞI PAKİSTAN

Pakistan'da yaşanan son gelişmeler Bush yönetiminin yeni bir başarısızlığıdır. 2008 senesi 1. Dünya Savaşı'ndan bu yana bölge için çok tehlikeli bir dönem olacaktır. ABD halen devam ede geldiği gibi Dünya politikasında insani değerleri bir kenara iterek siyaset yapmaya devam ederse, bu sürecin sonunda Amerika için sonun başlangıcı yaklaşıyor demektir.

Pakistan'da sıkıyönetim ilan ederek anayasayı askıya alan Pervez Müşerref, Bush yönetiminin teröre karşı küresel savaşında yeni bir başarısızlığının temeline de taşı koymuş oldu. Müşerref yönetimi içinde geri sayımın başladığını bu hesabın içinde ele almak gerekir.

Pakistan'da yaşananların Dünya kamuoyunda, ABD yönetimi içinde ciddi bir sınav olacağı kesindir. Müşerref liderliğinde kurulan diktatörlüğün, ABD’nin sözde teröre karşı savaşında merkez üs görevi gördüğü göz önüne alınırsa, Yakın bir zamanda Müşerref'in alaşağı edilmesinde, terörle savaş adı altındaki küreselleşme görüntülü emperyalizmde bir miktar çökecektir.

2001'deki saldırıların ardından Müşerref’in, terör tehdidini, Batı'nın ve bilhassa ABD'nin desteğini almak ve kendi diktatöryasının sağlamlaşması için kullandığını ve bu yöntemin iyi sonuç verdiğini ve ABD tarafından desteklendiğini görüyoruz. Müşerref terör ve karışıklık tehdidini bahane ederek orduyu halka karşı sokağa döktü. Pakistan'ın anarşi ve kargaşaya sürüklenmesinde, ağza almaya bile değmeyecek yapılan bir maddi yardım karşısında Pakistan’ı, Afganistan ve diğer İslam ülkelerine yönelecek bir savaşta ABD'nin askeri üssü haline getiren Müşerrefin nasıl bir payı olduğunu anlayın. 10 – 15 milyar dolar civarında olan ve yardım altında gelen bu para ise ABD şirketleri ve Müşerrefin rüşvet ve yolsuzluk batağındaki yandaşlarının cebine aktarıldı.

ABD dikta yanlısı politikacıları cesaretlendiriyor ve halklarına karşı kullanılan şiddetin sınırlarını genişlettiriyor. Pakistan kamuoyunda sevilmediğinin bilinmesine rağmen Müşerref Bush'tan destek bulabiliyor. ABD’nin, Müşerref yönetiminin imajını düzeltmek için çalışmasına rağmen göreceksiniz sonuç Pakistan ve Müşerref için hiçte iyi olmayacak. Bu sonucu acı bir şekilde kavrayan Müşerref ABD'nin, sağı solu karıştırma planlarından biraz olsun kurtulmak ve kamuoyuna kendini ABD’den bağımsızmış gibi göstermek niyetiyle sıkıyönetim ilan etti ama bitti Bor’un pazarı, sür eşeği Niğde’ye lafı geçerli artık.

ABD'nin Pakistan politikası hiç iyi bir sonuç vermeyecek. Batı'nın desteği ve büyük can kaybı ve mal kaybına rağmen, böyle bir politikanın uygulandığı Irak ve Afganistan'daki sonuçlarına bakın. Pakistan ABD'nin dümen suyundaki diğer ülkeler gibi, mezhep ve ırk çatışmaları ile kaosa doğru gidiyor. Bangladeş ayrılması ile daha önce bölünen Pakistan ikinci defa bir bölünme ihtimaliyle yüz yüze gelmek üzere.

Bu olayların Türk milletine bir şeyler anlatmaya çalıştığını hissedebiliyor musunuz? Hadi biraz inceleyin bu konuyu. ABD’nin bushluklarını çözün, anlatın ve aydınlatın bu planet üzerinde yaşayan insanları.

Necmi ÖZNEY

necmiozney@gmail.com

15 Kasım 2007 Perşembe

MOLLALAR EMPERYALİST TUZAĞA DÜŞMEK ÜZERELER

Ekonomik yaptırımlar veya askeri saldırı tehdidi, İran’ın mollalar rejimini ılımlı İslam deyiminden duyduğu korku kadar korkutmuyor. Molla rejimi, altını oymaya yönelik ılımlı İslam’ı duyduğu zaman panik içinde eli ayağına dolaşıyor.

Tahran Üniversitesi öğrencilerinin Ahmedinejad’a karşı protesto eylemi, molla yönetimini yumuşak devrim olasılığı ve ılımlı İslam korkusuna saldı. Hem mollalarda hem de İran kamuoyunda, ABD'nin İran'a karşı bir askeri saldırı planını şimdilik rafa kaldırdığı, ama bir rejim değişikliğini teşvik ederek kaos yaratma niyetinden vazgeçmediği görülüyor.

Amerikan kamuoyunun, Irak savaşı karşısındaki tutumunun Bush’un aleyhine değişmiş olmasının, ABD hükümetini, İran'a karşı girişilecek bir savaşın, Irak'takinden daha korkunç sonuçları olacağı hakikatini görmesine yol açtı. Bu yüzden ABD’nin İran’da ki rejimi devirmek için silahlara değil ama ellerinden gelen her türlü bushluğa başvuracağına inanmak lazım.

Düşündükleri entrikalar arasında, İran'da egemen olan Şiilere karşı bir Sünni cephesinin kurulması, ülke içinde etnik ve mezhepsel çatışmaların körüklenip başlatılma entrikaları ve genel olarak Asıl olarak LAİK EĞİLİMLİ olan İran halkının mollalı İslam yönetimine karşı ayaklandırılması yer alıyor.

Mollaların internet üzerindeki sansürüne rağmen, İran’da ülke içine gizlice sokulan video filmleri ve diğer yayınlar ile yapılan beyin yıkama teknikleri ile kültürel yozlaştırma propagandaları gibi yöntemlere olumlu cevap verenler çıkacaktır. Halk şu andaki mollalar rejimine karşı gelmek için yavaş yavaş uyanacaktır. Halk ne yaparsa yapsın İran’ın bütünlüğüne sahip çıkarak yapacağını yapması lazım.

Dışarıdan gelen bu yoğun baskı, molla rejimi için bir tehdit oluşturmakla kalmayacak, İran sivil toplumunu olduğu gibi, Politik aktif muhalefeti de zor bir duruma sokacaktır.

Mollalar rejimi ise ülke içindeki rejimi samimiyetle eleştiren yurttaşların etkinliklerini, politik kökü dışarıda olarak algılayacak, kişileri suçlamak için bir bahane yaratacak ve baskı aracı olarak kullanılacaktır. Bu da İran ve halkı için başka bir zor durum.

Artık en ufak bir eleştiri bile, Devlet düzenine ve ulusal güvenliğe karşı faaliyet yürütme ve yabancı gizli servislere ve elçiliklere bilgi sızdırmalar olarak mimlenecektir. İran basını da, devlete karşı sinsice yaklaşan bir darbenin belirtileri var, gibi haber ve yorumlarına başladılar bile.

Komplo teorilerinin, ithamların ve ihbarların zehri etrafa, giderek daha fazla yayılıyor. Muhalefet için zor bir durum ancak, radikal İslamcıları tuzağa çekerek yapılan ve yapılacak baskıları kullanarak, mollalar ile halkı karşı karşıya getirmek için ABD’nin İran’a karşı kullanacağı en iyi silah olacağı kesin.

İran’ın bu şekilde zayıflatılması bölge içinde bulunan dengeleri olumsuz etkileyeceği kesindir. Türkiye açısından ise, İran’ın güçlenmesinden çok zayıflatılması, olumlu sonuç vermeyecektir. Türkiye ve İran asla müttefik olamaz ama birbirlerine karşıda açık bir şekilde düşmanca tutum içine giremezler. Bu durum ne olursa olsun değişmez. İran’ın kötü duruma düşmesi Türkiye’yi ve bölgeyi emperyalizmin kucağına atar. Yani İran Türkiye için kötü dosttur ve şimdiye kadar kurulmuş olan dengenin korunması lazımdır.

Amerikan emperyalist planı, şimdilik yan ürün olarak, Azerbaycan’ın da bölgede yaratılan kargaşanın içine çekilmesini sağlayacak gibi görünüyor. Sonuç olarak BOP denilen herzenin henüz ilk sahneleri oynanıyor gibi.

1.Dünya savaşı Osmanlı’yı çökertip parçalamıştı. 2. Dünya savaşı küllenmiş gibi görünerek orda burada halen devam etmekte. Çıkacak bir 3.Dünya savaşı ise ABD’yi ve ortağı AB yi aşılması zor durumlara sokacak gibi görünüyor. Çünkü çok gezen pabuç eve pislik, çok uluyan it de ağıla kurt getirirmiş.

Bu kötü gidişatı düzeltmek için bilge ve iyi niyetli bir kişiler bulunsa ve bu kişiler insanlık ve barış için iyi ve güzel fikirler üretmeye memur edilse, sonuç ne olur biliyor musunuz? Dünya ve insanlık için ortaya konan fikirlerin Atatürk ilke ve düşünceleri ile bire bir eş olduğu gözlenir. Mevlana’yı Dünya’ya nasıl tanıtmaya çalışıyorsak. Atatürk ve düşüncelerini Dünya’ya yaymaya başlamalıyız bugünden tezi yok. Hem de kendimizden başlamak şartı ile.

Necmi ÖZNEY

12 Kasım 2007 Pazartesi

BOP ÖNCELİKLE AMERİKA’NIN BÖLGEYE YERLEŞME PLANIDIR

ABD başkanı Minik Bush’un çok büyük emperyalist arzuları var. Fakat Bush bu arzularının çoğunu artık mezara götürmek zorunda kalacak.Bush BOP projesi çerçevesinde demokrasiyi
tarif ederken, İsrail, başarılı bir demokrasi rejimidir ve Ortadoğu ülkeleri için uygun bir modeldir diyor. İsrail’in bu sözde demokrasi modeli, Amerika’nın Irak’ta ve Ortadoğu’da gerçekleştirmek istediği modelin biçimlendirme isteğidir.

Bush İsrail’in (bazılarına göre de gayri meşru) oluşum sürecini uygun bir model olarak gündeme getiriyor ve Amerika’nın Irak için düşündüğü demokrasi modeli için ideal bir model olarak gösteriyor.

Bölgenin yakın tarihini izlediğimiz zaman İsrail’in petrol kaynaklarının merkezinde ve İslam dünyası ile çevrili bir denizin ortasında nasıl kurulduğunu çok güzel anlayabiliriz. Yakın tarihte İsrail rejiminin oluşum sürecinde Hagana ve İrgon gibi Siyonist terör örgütlerinin ne denli etkili olduğunu görebiliriz. Bu Siyonist terör örgütleri ölüm mangaları kurarak ve çeşitli baskı yöntemleri ile Filistinliler arasında panik ve kaos ortamı yaratarak onları zorunlu göçe zorlamış, yurtlarından, evlerinden etmişti.

Zorunlu göç ettirme ve Filistin topraklarına musallat olmak, Siyonist terör örgütlerinin işgal altındaki Filistin topraklarında izlediği temel siyasetlerdi ki zaman sürecinde gelişti ve Siyonist İsrail rejiminin varlığı ile sonuçlandı ki, Bush için bu demokrasi sayılıyor. Aslında bu hareket devlet teröründen başkası değildir.

Bush’un İsrail rejiminden Ortadoğu için uygun bir demokrasi modeli olarak söz etmesi ve bu rejimin de Irak için örnek alınması gerektiğini vurgulaması rasgele söylenmiş bir söz değildir. Irak’taki PKK teröristlerinin gerçekte Amerika’nın bölgeye ve bu ülkeye yönelik uzun vadeli amaçları doğrultusunda hareket ettiği CIA ve İsrail’e verilen görevin bir bölümünü yerine getirmekle meşgul oldukları açıkça ortadadır.

İşgal altındaki Filistin topraklarında Siyonist terör örgütleri cinayet işler, terör yapar ve bu olayların haberlerini Filistinlilerin yaşadığı bölgelere yaymak suretiyle izledikleri korku yayma hedeflerine ulaşmaya çalışırlardı. Bu gün aynı yöntem ve vahşi uygulamalar daha geniş boyutlarda tüm Irak genelinde uygulanıyor ve böylece Irak halkı zorunlu göçe ve sonu bilinmeyen bir kadere doğru itiliyor. Son verilere göre en az 4 milyon Iraklı bu ülkede devam eden şiddet ve terör olayları yüzünden evini barkını bırakmış bulunuyor ve bu sayıdan 2 milyonu Irak topraklarını terk ettiği ve canını kurtarmak için başka ülkelere sığındığı gözleniyor.

Burada doğal olarak akla gelen ilk soru, Bush’un Irak yapılanmasında İsrail rejimini model olarak kullanacağı ile neyi kastettiğidir. Acaba Bush bu açıklamayı yaparak gerçekte Irak’tan daha fazla halkın göç etmesinin gerçekleşmesini mi amaçlıyor? Çünkü doğal olarak Irak’ta birçok insan böyle bir baskı karşısında panik ve dehşete kapılacaktır ve bu yüzden yaşamlarını ve geleceklerini kurtarmak ve ABD’nin hain saldırılarından etkilenmemek için başka yerlere göç etmeyi düşünecektir.

Bush bu sürecin aynen Irak için de uygulanmasını istedi ve bu yüzden bu işlerde tecrübe kazanmış İsrail’i Irak kaosu için organizatör yaptı. Planda çok ufak bir değişiklik yapıldı o da şu; Hagana ve İrgon örgütlerinin yaptığı terörizm ve kaos yaratma işi Talabani, Barzani ve PKK’ya verildi.

Şu anda Amerika ordusu Irak’ta 4 büyük askeri üs ve radar ve dinleme üssü kuruyor ve ayrıca Amerika’nın şu an 1000 görevliyi barındıran ve acil durumlarda 4000 kişiyi barındırabilecek kapasitedeki en büyük büyükelçiliği de Irak’ta bulunuyor. Bu bir nevi garnizon veya kale işlevi görebilecek. Çünkü Irak Filistin değil. ne olur ne olmaz. ABD’nin ve işbirlikçi peşmergenin saldırıya uğraması ve kötü duruma düşmesi halinde belli bir süre kaçacak ve korunacak yeri olsun.

ABD Irak’tan çıkmaz. Çünkü burasını, dünyanın en mühim petrol kaynakları bulunan bölgesinde bir komuta merkezi olarak kullanılacaktır. İsrail’in terörist yöntemlerinden yararlanmak suretiyle Hıristiyan batının İslam dünyasına yönelik geniş çaplı taarruzu da buradan yönetilecektir. Bu yerleşim gerçekte yeni bir haçlı seferinin bir parçasıdır. Bu büyükelçilik Ortadoğu’nun göbeğinde ileri teknoloji iletişim sistemlerinden yararlanarak casusluk işlerini yürütecek ve bölgenin iletişim ve hatta ulaşım sistemlerini aksatarak ABD’nin hedeflerine hizmet edecektir. Tabii olarak, Türkiye ve Türk ordusu buradan hiçbir surette istihbarat filan alamaz.Vermezler.

Gerçekte Amerikalılar Irak işgalinden doğan ve evangelistler için bulunmaz fırsatı değerlendiriyor ve böylece Ortadoğu’da ve İslam dünyasının göbeğinde yuvalanmak ve bölgede yeni ortaklar ve işbirlikçiler bulmak suretiyle bölgenin stratejik yapısında yeni bir durum oluşturmaya çalışıyor.Bölgenin stratejik konumunu değiştiriyorlar.

8 Kasım 2007 Perşembe

2.DÜNYA SAVAŞI’NIN GİZLENMİŞ SÜRECİNDEYİZ

Ortadoğu bölgesi, tarihin derinliklerinde bu yana tüm Dünya için önemli bir coğrafyadır. Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu’ya bir bakın, enerji bakımından dünya’nın hayat merkezleridir.

Bu bölge üçgeni içinde kalan topraklar, dünyaya hâkim olma veya üstünlük sağlama mücadelelerinde daima göz önünde bulundurulan bir bölgedir. Bu coğrafyada jeopolitik etkenleri de reddedemeyiz, ama konuyu sadece petrol, su, enerji kaynakları ve diğer yeraltı ve üstü maddî zenginliklerle izaha kalkışmak, gerçeğin tamamını göremememiz demektir.

Gerçeğin iyice kavranması için, bölgenin ekonomik ve dinsel bütün öğe ve etkenlerini göz önünde bulundurmamız gerekir. Bu bölge, dinsel olarak ta bu topraklara direkt veya dolaylı olarak hâkim olanlar açısından, Dünya’nın, olmazsa olmaz dediğimiz türden, önemli bir noktasıdır.

İnsanlık tarihi bunun en iyi şahididir. İslamiyet’in ortaya çıkmasından sonra, bu bölge daha da bir önemlidir. Hıristiyanlar ve Yahudiler yönünden dinlerinin ve inaçlarının hâkim kılınabilmesi için, kendilerinden olmayanların bu bölgede kırılmaları şarttır. Buna karşılık, hayatta var olma mücadelesine girenler, düşmanlarından, lütuf ve hayat hakkı dilenmemek, kendi hayatlarını kendi güçleriyle sağlamak ve korumak zorundadırlar. Bunun için de, hemen her gücün, kendi konumunu ve gücünü göz önünde bulundurarak bir planı, bir hesabı vardır ve bunun da olması şarttır.

Amerikan emperyalizmi ve Siyonist İsrail rejimi’nin Ortadoğu için son birkaç senedir düşündükleri bir büyük plan var. Büyük Ortadoğu Projesi, Onlara göre, yani kendi çıkarları için düşündükleri bu plan, yüzlerce senedir yapıla gelen daha önceki planların aşınması veya etkisiz kalması sonucunda, ortaya çıkan yeni gerçeklere karşı olan ihtiyaçtan kaynaklandı. Bizlere sorulsa bütün bunlar nedir diye, düşünmeye bile gerek duymayız, Cevap hazır. “Bırakın bunları yahu hepsi bir entrika yumağı.” Dedik mi sorun çözülmüş olur. Hatta proje içinde bir yer edinmeye çalışanlarımız bile vardır.

Bu proje, Kuzey Afrika’dan Güney Asya’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyada, emperyalizmin uzun vadeli hedeflerini sağlamak için her ne gerekirse ve bunlara karşı çıkacak ülkeleri kontrol ve boyunduruk altına almayı hedefleyen yeni bir dünya düzeni oluşturmayı ortaya koyar. Bu projenin diğer ayağı ise küreselleşmedir.

Bunun için de, geniş halk kitlelerini, ülkeleri çeşitli oyunlarla borçlandırmak ve yaşamsal olarak kendilerine muhtaç etmek, emperyalist değirmenlere su sağlayan köleler durumuna getirmek istiyorlar.

Emperyalist güçler bu veya buna benzer planlar yapacaklardır, normal olarak. Böyle planlar yapmayan zaten emperyalist değildir. Böyle oyunlar, biz istesek de, istemesek de oynanacak. Bunlara karşı ya direneceğiz, mücadele edeceğiz, engellemeye çalışacağız. Ya da, kaderci bir tavırla başımıza gelecekleri bekleyeceğiz.

Bu bakımdan, BOP üzerine korkular üretmek yerine, insani olduğuna inandığımız değerler içeren barış dolu bir dünya için, sloganlarda ve havada kalmayan, planlarımız var mı, onu düşünmeliyiz, bunun endişesini taşımalıyız. Başkaları kendilerine göre, yapmaları gereken kendi işlerini yaparlarken, biz kendi yapmamız gereken işleri ve planları yapıyor muyuz?

Biz, genelde, Amerikan emperyalizminin Türkiye’de oynadığı oyunların o andaki durumuna göre Amerika veya AB’ye hemen bir dostluk veya düşmanlık hisleri besliyoruz. ABD ve Siyonist İsrail rejimlerinin orta doğuda ki oyunlarının direkt olarak Türkiye’yi ilgilendirmediğini zannettiğimiz zaman kafamızı çevirip şöyle bir bakmıyoruz. İlgilenmiyoruz bile. Onlarla zaten stratejik müttefik olan işbirlikçilerini, satılmış medyada açıkça destekliyor.

Şimdi, Amerika ve Siyonist İsrail, elbette ki kendi çıkarlarını korumak için, entrika üstüne entrikalar hazırlıyor olacak. Hazırlaması da kendi açısından normal görülmeli. Biz ise, özellikle Irak’ta yapılan entrikaların Türkiye aleyhine olup olmadığına dair yorumlarla meşgulüz. Bu coğrafyadaki halkların ve topraklarının aleyhindeki her emperyalist plan ister istemez bizim de aleyhimizde olacak demektir. Gayet açık bir şekilde bunun anlaşılması ve tarafımızdan bilinmesi gerektir. Bizim için normal olmayan şey, böyle bir emperyalist gücü stratejik müttefik zannetmemiz ve onları dost görmemizdir.

Şimdi, görüyoruz ki, ABD emperyalizmi ve Siyonist İsrail rejimi, bölgedeki tahakkümünü sürdürebilmek için, bölgeyle kedinin fareyle oynaması gibi oynuyor, yine. Ülkeleri, birbirine karşı savaştıracak milyarlarca dolarlık yeni silah satışları yapıyor. Özellikle, Sünnileri şia İslam olan İran’a karşı kullanmak istiyor. Irak’ta istediği yeni düzenlemeler için, eski planları tutmayan Amerikan İsrail rejimleri yeni planlar yapıyor. Ve bunların Türkiye aleyhine de olacağı ortada. Ülkemizin teminatı ordumuz ise hâlâ, Amerika’nın ve dolayısıyla İsrail’in uyutma ve lafebeliği ile önlenmesi kıskacında.

Bizi uyandıracak ve kendimize getirecek tek şey Atatürk’ün ilkeleri, inkılâpları ve davranışlarıdır. Rehberimiz olmalı. Bölge ülkelerine de ilham vermeli. İşte bu nedenle devlet adamlığı olsun, insanlığı olsun Büyük Atatürk’ü her an büyük bir sevgiyle ve gururla hatırlarız. Atatürk ışığı altında, Atatürk bir sevdadır içimizde.

Necmi ÖZNEY

3 Kasım 2007 Cumartesi

BATIYI ANLAMAK İÇİN ÇALIŞALIM

Türkiye Cumhuriyeti terör’e son vermek adına, gerekirse sınır ötesi bir harekâta hazırlanmasıyla, aslında, Irak’ta, Amerikan işgali sonrasında oluşturulmaya çalışılan sözde Kürt bölgesi feodal ağaları ve kukla hükümetin değil, doğrudan, işgalci bir güç olan Amerikan emperyalizmiyle ve onun şerefsiz ve haysiyetsiz entrikalarıyla karşı karşıya gelebilecektir.

Irak’ta ve kuzey Irakta, kendilerine yasal Irak hükümeti diyen ve oluşma aşamasında imiş gibi gösterilmeye çalışılan sözde Kürt bölgesi yöneticileri aslen otorite sahibi değildir. Irak’ta şu anda söz sahipleri, doğrudan doğruya Amerikan ve İsrail yöneticileridir. Irak’taki asıl söz sahibi irade, bu iki şer merkezidir.

Türkiye gibi bir ülke, kendi varlığını ciddi surette tehdit altında görüyorsa, elbette ki, o şer odaklarıyla karşı karşıya gelmeyi de göze almalıdır. Bu da yaltaklanmayla değil, milli şuur ile olur.

Ortadoğu’da asırlarca bir arada ve kardeşçe yaşamış olan halkların hak ve ortak çıkarları göz önüne alınmadan, sadece ABD ve yandaşı İsrail menfaatleri göz önünde tutularak bir çözüm yolu bulunamaz. Kaldı ki, o ortak çıkarların hangi güç odaklarına göre belirlendiği ve hangi stratejik yalanlarla düşmanlıklar yaratılmaya çalışıldığı da ayrı bir konudur.

PKK teröristleri ile gizlemeye bile gerek duymadıkları ilişki ve yönlendirmeleri ortadayken, emperyalistlerin her hangi bir hareket ve sözüne inanmak bir yana, Bizim yapmamız gereken asıl şey Ortadoğu’nun geleceği üzerine yığınla planlar, projeler hazırlamakla meşgul olan emperyalist şeytani güç odaklarının etkilerinin nasıl kırılacağını düşünmek olmalıdır.

Amerikan emperyalizmi, Osmanlı’nın geleceğine dair projelere, hem kültürel hem de askeri açıdan 1900’lerden itibaren daha özel bir ilgi göstermişti. Türkiye Cumhuriyeti’ne vücut veren Lozan Antlaşması ABD Hükümeti’nce de imzalandığı halde, Amerikan Kongresi, zamanı gelince Ortadoğu da yapacağı düzenlemeler için ellerinin kuvvetli olması hesabıyla bu antlaşmayı onaylamamıştı. Amerikan Hükümeti ise, bu danışıklı dövüşü, Kongrenin işleri diye göz ardı etmişti.

Aynı oyun, şimdi de tekrarlanıyor ve Amerikan kongresi’nin temsilciler meclisi, ABD Hükümetinin karşı çıktığı yalanlarına rağmen, Ermeni soykırımı iddiası adı altında 1915 i tekrar kaşıyor, tekrar tekrar ortaya sürüyor ve bu durumu ABD hükümeti, aynı şekilde kongrenin işleri, hiç bir şey yapamıyoruz diye bizlere yutturmaya çalışıyor.

Bu pis ve insanlık dışı yalanın başlıca amacının, 1915 lerde Almanya ve Türkiye aleyhinde bir kamuoyu oluşturmak için kendileri tarafından çıkarıldığını niçin itiraf edemiyorlar.

Ermeni katliamı dedikleri olayın belki de o zamanlar Amerikan parmağı ile kurdurulan ve şu anda adına Talabani, Barzani aşireti denilen çetelerin dedelerine yaptırılmadığı ve Türk’ün üzerine atılmadığı ne malum. Çünkü o sıralar Anadolu da Amerikan misyonerlerinin ve casuslarının fink attığını bütün dünya biliyor.

ABD emperyalizmi, 2. Dünya Savaşı ve sonrasında da 50 yıl süren, kapitalist Batı ve Komünist Doğu arasındaki Soğuk Savaşta, Türkiye’ye verilen emperyalist uşaklığı rolü sebebiyle, böyle meseleleri rafta bekletiyorlardı. İşte 90 yıl sonra gündeme getirme fırsatını yakaladılar Türkiye’yi bunaltmak ve meşgul etmek için hemen kullanıma soktular. ABD’de şu anda büyük bir kadronun 100 sene sonra yapacakları pis işleri planladıklarına adım gibi eminim.

Haberler havalarda uçuşuyor. “Musul vilayet konseyi'nin BM daimi temsilcisi İsviçreli hukukçu Keller, Türkiye'nin Musul ve Kerkük’e müdahale hakkı bulunduğunu ve kendini bilen kuzey Iraklı Kürt aşiret liderlerinin Türkiye'ye bağlanmak istediğini söyledi. “ İşte aslında doğru haber budur. Balkanlardan tutunda tüm orta doğuyu içine alan bir coğrafyada Türk insanlığı, Türk medeniyeti ne demekmiş her fert gayet iyi bilir ve Türk’ü severdi. İşte kahpe emperyalist ve artık insanlıklarından dahi şüphe ettiğim bu vahşet yanlılarının dünya da barışı istemeyen politikaları sonucu her devlet bir diğerine düşman oldu.

Kuzey Irak meselesine gelince bakın görün kimlerden icazet bekliyoruz. Dünya güzelimiz Rice geldi ya, artık her şey yoluna girer, hiç merak etmeyin. Yazık oluyor bu milletin onuruna yazık.

Necmi ÖZNEY

necmiozney@gmail.com

30 Ekim 2007 Salı

AYDINLIK TÜRKİYE İÇİN DEĞİŞMELİYİZ

Türkiye her an bir mengene arasında. Bu sıralar mengenenin hareketsiz kısmında AB yer almakta, hareketli kısmında ise ABD var. İki öğe kendi ihtiyaçlarına göre yer değiştiriyorlar. Zaten bizim için olacak bir şey yok ama AB meselesi şu an beklemede, sıkıştırma görevi ABD tarafından yapılıyor. Bir yandan küreselleşme, bir yandan AB’nin bilmem ne süreci. Bu konuları büyüteç altına alıp yakından incelediğimiz zaman, bazı gerçeklerle karşı karşıya kalıyoruz.

Türk toplumunda geçmişte ve hala da hâkim olan devlet anlayışı, devlet baba anlayışıdır. Devlet, Türk toplumunca, manevi, ekonomik ve sosyal olarak sığınacağı ilk ve son yerdir. Devleti ve toprağı uğruna seve seve canını verir. Bu nedenle de Türklerde güçlü bir sosyal devlet isteği vardır. Bunun nedeni 1850 lerden beri çektiği acılar, iç ve dış etkenler yüzünden geri kalmışlık ve batının gizli ve açık Türkiye’yi bölme, parçalama ve yok etme planlarıdır.

Türk insanı, batı tarafından kendisine gösterilen sözde insani değerlerin aslında bir değer olmadığını, en güzel insani değerlere kendisinin zaten genetik olarak sahip olduğunu bilir. Çünkü Türkler Mevlana’nın, Yunus’un torunlarıdır. Osmanlı zamanında horlanmış, yoksul bırakılmış, İstiklal savaşı öncesi hakkında ölüm fetvaları çıkarılmıştır. Ama kendi gücüne dayanarak devletine sahip çıkmış. Vatanını kurtarmasını, kulluktan vatandaşlığa geçmesini bilmiştir.

Türk halkı Avrupa Birliği macerasının ne olduğunu anlamadan önce, bunun kendisine iş ve çalışma imkânları yaratıp, yaratamayacağına bakıyordu. AB halka öyle bir şişirilerek anlatılmıştı ki. Gümrük birliğine girildiğinde nasıl çarpılacağını anlayamamıştı bile. Milli değerleri bir bir peşkeş çekilmeye, yağmalanmaya başlanınca uyandı ama atı alan Üsküdar’a geçmiş, Üsküdar’ı mesken tutmuştu.

Türk ekonomisindeki gelir dağılımı dengesizliği sebebi ile hem küreselleşme hem de AB sorunları iki yönlü olarak desteklendi veya karşı çıkıldı.

Küresel değişim ve AB nimetlerinden ekonomik ve politik nüfuz sahibi olarak yararlananlar, değişime destek verirlerken, Bu işin Türkiye için zararlı olduğunu anlayan ve hatta zarar bile görmeye başlayanlar olayların gelişimi karşısında rüya görmekten ve aldatılmaktan sıyrılmaya çalışıp AB’ye karşı çıktılar.

Türkiye'nin içinde bulunduğu olumsuz ekonomik koşullar nedeni ile günü kurtarmaya bakan bazı kıvrak zekâlılar ben yaptım oldu mantığı ile ne bulurlarsa götürmeye başladılar. Bilgi istemediler ve olan bilgiyi de bir kenara itiverdiler. Daha da kötüsü, yaratıcılıktan ve üretimden ziyade taklitçilik ve ithalata önem verdiler. Devlet içinde ve piyasalarda kurnazca işini yürütenler de, sanki bir iş yapmış ve başarı kazanmış gibi övünerek halkı kandırdılar. İşte bu durumun farkına varan Türk insanı yaşadığı sıkıntıların kaynağı olarak, küreselleşmeyi ve AB’yi görmeye başladı. Doğal olarak, artık AB’ci ve batıcı reklâmcıları da Türkiye ve kendileri için muhtemel bir tehdit olarak algılamaya başladılar.

Türk toplumunun büyük çoğunluğu Avrupa Birliğini macerasının ikiyüzlü yapısından ve 40 yılda gelinen noktaya baktığı zaman, haklı olarak AB'nin Türkiye'yi Avrupa Birliğine üye yapmak istemediğine ve bazı çıkarları için oyaladığını ve kandırdığını düşünüyorlar. AB işbirlikçileri ve beslemeleri ise bütün bunları bilmelerine rağmen, şahsi çıkarları gereği ısrarla AB goygoyculuğu yapmaya devam ediyorlar.

AB'nin barış, refah ve istikrar toplumu olduğu hikâyeleri yayılmaya çalışılsa da. Ekonomik istikrar bozulacak safsataları ile halk zenginlikte değil fakirlikte eşit hale getirilmeye çalışılıyor. Üretim engelleniyor. Halkın sofrasından alınan lokmalar yabancı fonlara (sermayeye değil) faiz olarak aktarılıyor. Benim gibi emekli bir memura veya çalışan işçiye yapılacak üç beş lira zam ise bütçenin dengelerini sarsıyor enflasyonu azdırıyor.

Evet, Türkiye'nin öncelikli sorunu artık değişimdir. Hem de gelişerek değişimdir. Ama lafla değil. Eskiden lafla yürütülmeye çalışılan peynir gemileri artık karaya oturmak üzere.

Çağdaş değerler doğrultusunda küresel koşullarda, aydınlık bir gelecek için değişmeliyiz. Gücümüzü, stratejik konumumuzu ve ulusal çıkarlarımızı korumak için değişmeliyiz. Türkiye’nin artık kendine ve halkına güvenip, büyük düşünerek, çalışıp üretmesi için değişmeliyiz. En önemlisi kaybettiğimiz zamanın kıymetini bilip, bir daha zaman kaybetmemek için değişmeliyiz. Onurumuzu ve geleceğimizi koruyarak güvence altına almak için hem de çok değişmeliyiz. Ciddi boyutta bir Atatürkçü zihniyet devrimine dönmek, topraktan yeni fidanlar çıkarmak için hızla değişmeliyiz.

Bazılarının bize yutturmaya çalıştığı gibi, Büyük Atatürk milletine hedef olarak muasır yani çağdaş medeniyeti hedef gösterdi. Medeniyeti kendinden menkul Avrupa’yı ve Amerika’yı değil. Medeniyet ilk önce insan olmak demektir.

Necmi ÖZNEY

27 Ekim 2007 Cumartesi

AMERİKA VE YENİ DÜNYA DÜZENİ İNANCI

11 Eylül olayları, ABD’nin müdahaleci ve dünya çapında yayılmacı Amerikan faşizminin kendini Dünya’ya daha açık göstermesi için bütün şartları hazırladı. Bush’un sahip olduğu kişilik, Amerika’nın askeri gücü, ayrıca ekonomi ve Amerikan politik nüfuzuna sahip olma, Bush’un ve ABD yöneticilerinin tek kutuplu Dünya görüşlerini ve vahşi küresel soygun planlarını daha açık olarak yürürlüğe koyma isteklerini hızlandırdı,

ABD’nin Bölgesel veya uluslararası rakiplerin oluşmasını engelleme çabaları başladı. Amerikan halkına, yapmaya başlayacakları küresel vahşet ve emperyalizmin, Amerika için Tanrı tarafından verilmiş büyük bir kutsal görev olduğu. İyi ve kötü arasında devamlı bir çatışmanın bulunması ve Amerika’nın menfaatlerine ters gelen her şeye şer güç diye tavır koyulması gerektiği anlatıldı ve çoğu inandırıldı. Bu zaten dinleri ve inaçları olan evangelizmin gereklerindendir. Üçüncü ve insanlığın çöküşü olacak Dünya savaşı kesinlikle çıkmalıdır onlara göre.

Bush ve yandaşları Dünyada liberal demokrasi ve liberal demokratik değerlerin ölçü alındığı yeni bir düzen kurmak niyetindedir. Bush böyle bir düzenin kurulmasının gerekli, mümkün ve şart olduğunu söylemektedir. Bu düzenin başkanı ise Amerika olacakmış.

Yeni sömürü düzenin kurulmasında, milli hükümetlerin Amerika’ya biat etmelerinin ardından, Amerikan askeri gücünü desteklemeleri ve onun için dua etmeleri süreci başlamalıdır. Amerikan ordusunun yeni emperyalist küresel sömürü düzenin gerçekleşme garantörü olduğuna inanmaları ve iman etmeleri gerekir. ABD askeri gücünün varlığı, Amerika’nın tartışmasız başarısına sağlayacaktır, Aba altından gösterilen bu sopadan sonra yerel hükümetler küresel sömürü düzenine olumlu bakacaklar ve ABD’nin yardımı ile iktidarlarını sürdürecekler, karşı çıkan hükümetler ve halk ise terörist ilan edilip vahşete uğrayacak ırakta ne yapılıyorsa o yapılacaktır.

Bush bu konuyu halkına, “ABD’nin Dünya çapında üstün bir askeri güç kurmasının zamanı gelmiştir. Bizler ancak böyle korunuruz.” Diye anlatıp yutturmaya çalışıyor. “Bir ordunun caydırıcı güç olması muhtemelen yenilgiye uğrayacağını gösterir, bu yüzden tüm düşmanları yenebileceğimiz güce kavuşmamız gerekir.” Diye devam ediyor.

Bush’a göre “Amerikan askeri gücü atak biçimde kullanılmalı, zira en iyi savunma, saldırmaktır.” Bu yüzden Bush önceden saldırmayı, gelecek tehditlere karşı en uygun yöntem olarak halen kullanmakta ve her zaman kullanacaktır da. Fakat bu konuda yalnızca Bush’un günahını almamak lazım. Aslında tüm Amerikalılar için, yeni Amerikan Dünya geneli politikası budur.

Bush Amerikanın korunması için askeri gücün kullanılmasını, Amerika ve Amerikan çıkarları için bir tehdidin gerçekleşmesinden önce saldırıya geçmenin uygun olacağı görüşünde. Yani bu amcanın canı kan dökmek istediğinde yapacağı şey her hangi bir yere saldırmak ve susuzluğunu giderene kadar kan içmek.

Bush’a göre;

İnsanlar, başka dini inançlar, milletler ve yapılan her şey felsefi ve politik girişimlerle değil, Amerika’nın çıkarları çerçevesinde küreselleşmelidir. Amerikan değerlerinin hükümranlık kurması herkes tarafından kabul edilmelidir. Amerika genelde tek başına hareket eder. Başka ülkelerle masaya oturup konuşmazlar. Aslında onlardan yardım talebinde de bulunmazlar. Ancak popoları sıkışınca halklar arasına nifak tohumlar ekerek onları bölmek ve katletmek gerekir. İşte 21.yüzyılda Dünya böyle olmalıdır. Yani Amerika’ya göre medeniyet böyle bir şeydir.

Amerikanın başta Ortadoğu olmak üzere dünyanın çeşitli bölgelerinde ki politikaları işte budur. Güç eksenli politikalar ise daima karşısında bir düşman gerektirir, düşman yoksa bile yaratılır. Saldırının nereye yapılacağı daha tam olarak planlanmadan şer politikası başlar ve ABD ordusu saldırıya geçer. İşte ABD’nin Dünya’yı çekmek istediği yol budur. Bu Nazi zihniyetidir, faşizmdir tek anlamı ABD toplumunun diğer milletler üzerine dikta kullanarak hükmetmek istemesidir.

Hitler, Mussolini ve diğer diktatörleri hatırlayın. Halklarının içinde hala onlar gibi olmayı gizli gizli isteyenler çoğunlukta. Ama gizli gizli. Diktatörler ve fikirleri işte böyle gizliliğe ve utançla hatırlanmaya layıktır. Tarih onları insanlık adına utançla ve nefretle anıyor.

Ya biz, yukarıda ki diktatörlerin çağdaşı olan Büyük Atamızı büyük bir sevgiyle ve saygıyla her an kalbimizde hissediyoruz. Büyük bir gururla adına ve yaptığı devrimlere sahip çıkıyoruz ve adını rahmetle anıyoruz. İşte Türk’ün en büyük serveti budur.

Türk olmak Gazi Paşa’nın “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” tavsiyesine uymak, Ama aksi halde düşmanları yok etme ve kahretmeyi de çok iyi bilmek demektir.

Necmi ÖZNEY

26 Ekim 2007 Cuma

EMPERYALİST MAŞASI KÖPEKLER VE EFENDİLERİ

Bugünlerde AB ve ABD'nin Türkiye’de uygulamaya koymak istediği senaryonun aktifleştirmeye çalıştığı sahnesi Türkiye’de bir iç savaş çıkarma denemesidir. Türkiye'nin küçültülmesi, bölünmesi ve Türk milleti arasında kanlı bir iç savaş çıkarma senaryosudur.

Kurtuluş savaşımız sonuna kadar can düşmanımız olan Avrupa, Cumhuriyet kurulduktan sonra Türkiye ile dost görünmeye çalıştı. Rusya faktörü ve soğuk savaş dönemi yüzünden batı’nın ve ABD’nin Türkiye düşmanlığı kendileri tarafından derin dondurucuya kondu ve müsait bir zamanda tekrar kotarmak üzere bizimle olan ilişkileri müttefiklik adı altında anılmaya başlandı. Atatürk haricindeki yöneticiler bu hakikati görmemekte, anlamamakta bilerek veya bilmeyerek de olsa ısrar ettiler.

Aslında bitmeyen ve asla da, Avrupa ve ABD için hiç bitmeyecek bu tek taraflı düşmanlık sadece bir sonraki savaş için verilmiş, Türkiye’yi nasıl parçalayabiliriz diye yeni planlar üretmeleri için bir hazırlık safhası idi.

Batı’nın yozlaşmış adetleri, Amerikan filmleri gibi kültürel bombardıman ile Türkiye’yi uyuşturmaya başladılar. İç işbirlikçiler bu hareketleri dostluk ve barış olarak halka yedirmeye başladılar.

SSCB yıkıldıktan sonra ki, ABD’nin ve Avrupa'nın başı üzerinde duran komünizm tehlikesi kalktı, işte o zaman Türkiye için eski alacak verecek defterleri açılmaya başladı. Türkiye'nin tasfiyesine, çalışmalara kalındığı yerden tekrar başlandı.

Amerika'nın ilk zamanlarda Dünya Jandarmalığına soyunması, ABD’nin küresel imparatorluğu için bir ön aşama olduğu dikkatlerden kaçtı veya kaçırıldı. Ben bu bilgilerin Türk halkından gizlendiğine adım gibi eminim. Yapılan Atatürk düşmanlığı, yapılan ordu düşmanlığı bunun ispatıdır.

Atatürkçü düşünce, Türk Ordusu ve dolayısıyla Türkiye ABD’nin bu projesinin tahakkuku için bertaraf edilmesi, en azından ve yerinde bir deyimle hizaya getirilmesi gerekli bir ülkedir. Öte yandan büyük ve güçlü bir Türkiye AB için de zarardır. Eninde sonunda fiyasko ile sonuçlanacak bir AB üyeliği sonunda AB için güçlü bir Türkiye’nin kalması doğru olmaz. Onun için Türkiye’nin değerleri ve içi boşaltılmalı, Türkiye, Türkiye olmaktan çıkarılmalıdır. İşte olayların kısa bir özeti.

Osmanlıdan kalan intikamlar ve Çanakkale savaşının alınacak tarihi intikam heveslerini buraya yazmak gerekir. Hala konuyu anlamamakta ısrar eden aymazlar varsa işte ispatı. Turist olarak gönderin İtalya’ya size Osmanlı mızraklarının ucuna geçirilmiş İtalyan kanlı kafalı kartpostallarını göndersin. Bu propaganda hala devam ediyor.

Türkiye Atatürk milliyetçiliği etrafında birleşmiş bir ulu ülke. Hangi etnik kökene bağlı olursa olsun vatandaşlar arasında bir ayırım yapılmaz. Halk kökeni ne olursa olsun kardeştir. Aradan çıkan bir iki densiz harici dün böyle idi bundan sonrada böyle olacaktır.

Türkiye’nin zayıflatılması için ilk önce bireylerin duruşu kırılmalı, aileler fakirleştirilmeli ve muhtaç hale getirilmelidir. Ekonomisi baskı altında tutulmalı ve hatta dışardan yönlendirilebilir olmalıdır. Yalnız devletin borç batağına sürüklenmesi yetmez halkta bireysel olarak borçlandırılmalıdır. Tarım ve hayvancılık yok edilmeli ve Türkiye’nin kendi kendine yeterliliği ortadan kaldırılmalıdır. Bırakın ağır sanayiyi aslında montaj sanayinin bile bitmesi lazımdır. Yaşam için ne gerekiyorsa bırakın ithal etsinler. İşte kısaca, aleyhimize alınan ve yürürlüğe konulan kararların bir özeti. Bunlar hakikat, hem de su katılmamış hakikat değil mi? Peki bütün bunları kim yapıyor?

Bütün bunların yanında Türkiye’yi yıpratmak için en etkili yol, uzaktan kumanda ve siyasi maşa kullanmaktır. Ne olur ne olmaz yarın bu zibidiler Türkiye’ye ve ordusuna ihtiyaç duyabilirler. Açık düşmanlık yapmak olmaz. Türk milletine karşı savaş durumuna geçirdikleri PKK ve kuzey Irak’tan havlayan itleri öne sürerler olur biter. Türkiye, PKK'yı her halükarda bitirmeye mecburdur. Ve bitirecektir. İç Savaş tehditleri yapan Barzani ve Talabani’nin dersi verilmelidir. Uluyan it kendi başını yermiş. Fakat bu itler sahiplerinin de başını yiyecek gibime geliyor. O günleri de göreceğiz inşallah.

Necmi ÖZNEY

23 Ekim 2007 Salı

FEODALİZM VE PKK

Marksist, Leninist temeller üzerine kurulan, ancak sonraları etnik siyasete el atan ve Kürtlerin yaşadığı bölgelerde bağımsız devlet kurmak isteyen bir örgüt konumuna geçen ve Güneydoğu Anadolu’da daha önceleri önemli mevzi sahibi olan Rızgari Örgütü’nün yerini alan PKK 1984’ten beri silahlı eylemler düzenliyor. Bugüne kadar bu saldırılarda 35–40 bin arası insan öldürüldü, birçok kişi evinden köyünden oldu ve insani ihtiyaçlarını karşılayamaz hale geldi.

PKK sadece Türkiye’de faaliyet göstermiyor. Suriye’de, Irak’ta, İran’da da kolları var. Teröristler bu 4 ülkeden de adam toplayabiliyor. Günümüzde kuzey Irak’ta ABD’nin bilerek ve isteyerek sebep olduğu kargaşayı ve ABD faktörünü de çok iyi kullanarak burada mevzileniyor ve genel örgütlenmesini de Kandil Dağı civarından yönetiyor.

Irak’ın kuzeyindeki ABD güdümlü sözde Kürt Bölgesel Yönetimi, bu örgüte karşı hiçbir şey yapmaz. Çünkü PKK lı teröristlerden birçoğu peşmergenin içinde görevli. Hatta Barzani’den maaş alıyorlar ve besleniyorlar. PKK şu anda, ABD’nin Türkiye’ye karşı Irak’taki elini güçlendiren Barzani ve Talabani’den bile kıymetli müttefiki olduğu için ABD makamları tarafından da korunuyor ve bu topraklara Türk ordusunun girişi önleniyor. Sıcak takip için bile ordumuzu bu topraklara sokmamak için türlü oyunlar planlanıyor. Peşmerge kılıklı Amerikan askerleri kuzey Irak’ta boy göstermeye başladılar bile. Amerikan traşlı, ajan gözlüklü, yürüyüşleri afili peşmergeler ortalıkta salınıp geziyorlar. Biraz uyanık olsak düşmanımızı tanıyabilseydik keşke.

Bölgede bulunan İran da daha önceleri Türkiye’ye karşı destek verdiği PKK’nın kendi aleyhinde faaliyet gösterdiğini görünce Türkiye gibi PKK’ya karşı (PEJAK) eylemlere başladı. Bu günlerde İran ile Türkiye arasında bu konuda bir işbirliği yapılması gerekir. Suriye ise nispeten daha rahat konumda ama Türkiye gibi o da ayrılıkçı Kürt hareketinden şikâyetçi. Ama ABD PKK konusunda Suriye’yi sindirmiş vaziyette. Türkiye Bush’un ağzına bakıyor. İran ise başka sebeplerden ABD ile anlaşamadığından bu konuda sindirilemiyor.

Ayrılıkçı hareketler, ABD ve AB emperyalizmi, küreselleşme olgusunu kullanmaya başlayınca tüm Dünyada etkili olmaya başladılar. Bunun sebebi küreselleşme ile yaratılmaya çalışılan mikro alt etnik milliyetçilik akımı. Küresel sermaye, ulus devletlere kolaylıkla nüfuz etmenin çok zaman alacağını anlayınca ülkeleri ırk, din, mezhep gibi ayrılıklara göre bölerek küçük ve güçsüz devletler yaratma arayışına girdi. Çünkü bu şekilde küçük ülkelere girmesi ve onları kendi istediği gibi yönetmesi mümkün olacak.

Türkiye, Kurtuluş Savaşı’nda emperyalist güçlere karşı beraber savaştığı ve günümüzde de ailesel birleşmeler ve sosyolojik diğer nedenlerle neredeyse ülkenin her yerine yayılan Kürt kökenli vatandaşlarına karşı aslı astarı olmayan bir Kürt meselesi ile karşı karşıya bırakılmak isteniyor.

Öncelikle işe eğitimle başlanmalı ve ortaçağdan kalma feodal yapının pislikleri, Doğu ve Güneydoğu’da anlatılmalıdır. Sizde televizyonlarda gazetelerde izlemişsinizdir. Aşiret ağalarının düğünlerinde takılan altın ve mücevherleri sandıklar almıyor. Ama marabalar aç, halk sefil. Ağaların bu durumu gizlemek için yaptıkları şeyde Türkiye düşmanlığı. Ağalık sistemini yıkmak için bir türlü yapılamayan toprak reformu gerçekleştirilmelidir. İşsiz insanlara toprak verilmeli, eğitilmeli ve böylece göç etmesi önlenmelidir. Ayrıca devlet kültür sanat faaliyetlerini bölge çapında geliştirmeli, teknolojiden bihaber olan halk bilgi ile tanıştırılmalıdır. PKK nın borazanı olan ROJ TV gibi yayınların halkın, devletle arasını açmasına mani olmak gerekir. Siyasi partilerimiz Kürt kökenli vatandaşlarımızın sorunlarına, dertlerine derman olabilmeli, meydan DTP gibi etnik temelde siyaset yapan ve teröriste kardeşim diyen partilere bırakılmamalıdır. Yazımın bu cümlesini yazarken bunları kimlerden istediğim kafama dank etti birden. Yahu bu ağaların çoğu politikada ve bizleri temsil ediyor. Kimlerden neler istiyoruz. İslamiyet tüm Türkiye’de iyi anlatılmalı ve iyi anlaşılmalıdır. PKK ile başa baş çalışan tarikatlar hem İslamiyet hem de Türkiye için en büyük tehlikedir. Aslında şeriat maskesi altında bölücülük yapılmakta, bırakın Kürtleri, Türkleri tüm halkın kafasını karıştırmaktadırlar.

Kısacası PKK terörizmi ve aslında olmayan bir Kürt sorunu ayrı ayrı ele alınması gereken ama birbiriyle asla karıştırılmaması gereken sorunlardır.

Bu vatan için canlarını veren tüm şehitlerimiz, kanlarınızı bu vatana helal ediniz. Evlatlarını bu vatana şehit veren ana babalar, ateş yalnız düştüğü yeri yakmıyor. Şehitlerimizi yüreklerimize gömdük. Hepsi nur içinde yatıyor.

Necmi ÖZNEY

18 Ekim 2007 Perşembe

ANAYASA REFERANDUMU VE VATANDAŞLIK HAKKIM

Politika çok temiz bir şekilde yapılmaya çalışılsa dahi, insanın, elini kirden sakınması ve bazı söylentilerden uzak durması ve şaibeli olayların içine dâhil olmaması imkânsızdır. Buna karşılık vatandaş için, politikadan uzak durmaya çalışmak da büyük bir hatadır. Aslında politikadan uzak durmaya çalışmak da bir politikadır. Fakat bu yapılan kötü politikadır. Birey olarak politika ile bir şekilde, ama mutlaka bilinçli, önyargısız ve halkın genelini asgari müşterekte kucaklayacak fikirleri ortaya koyarak uğraşmamız gerekir. Aksi durumda ise politikacı ve bizzat politik sistem bizimle uğraşmaya ve oynamaya başlar. Politika, insan'ın öz benliğini meydana getiren öğelerden biridir. Alınacak kararlardan herhangi bir şahsi sonuç beklemek bir yana, alınacak kararın topluma sağlayacağı sonuç nispet üzerindeki olumlu getirilerini gözlemleyebilmeliyiz.

Politika ile uğraşmak aynı zamanda kendimize karşı göstermemiz gereken saygının da bir göstergesi olmalıdır. Politika, insan'ın İnsan’a hükmetmek üzere oynadığı bir oyundur. Birey olarak, bu oyun içerisinde istesek de, istemesek de bir rol almak durumundayız. Aktif politikada vatandaş olarak bir rol sahibi olmak da, istiyor musun diye sorulup fikrimiz alınmadan, bizim haricîmizde, bizim irade ve isteğimizden hariç, var oluşumuzun ayrılmaz bir parçası gibi bize dikte edilmektedir. Seçilmiş kelimesi bana, toplum tarafından, “bizi belli bir süre yönet” ifadesini uzun zamandır anlatmıyor hatta çağrıştırmıyor bile. Çünkü üç beş parti liderinin kişisel tercihleri sonucu seçtiği kişiler haricinde kendi öz irademle herhangi bir kişiyi seçme şansım yok.

Bakın, yine yeni bir oyun oynanacak ve bize yine bir rol verilecektir. Ama bu rol bizi, pasif kılan bir rol olacaktır. Bu, kendi elimizle kendi irademizi yok saymamız ve kendi kendimizi köleleştirmemiz demektir. O halde, kendi kendimize saygımız demek olan iç özgürlüğümüz hatırına oylama zamanları kimi niçin seçeceğimiz, neye, niçin evet veya hayır dememiz gerektiğini açık, açık bilmemiz gerekmektedir. Bu bilgiler toplumun mutlaka aktif bir politika içinde olması demek değildir. Bu, hem gereksizdir, hem de her şekilde imkânsızdır.

Politika ve politikacılar hakkında düşünmek ve araştırmak. Diğer vatandaşların ve araştıranların, fikirlerini, bilgi ve bulgularını öğrenmek. Kendi düşüncelerimizi ifade etmek. Doğru ve haklı bulduklarımızı savunmak. Yanlış ve haksız bulduklarımızı reddetmek veya etmeye gayret etmek. Düşünce, ifade, örgütlenme haklarımıza sahip çıkmak politikanın ve vatandaşlık haklarımızın en vazgeçilmezleridir.

Aktif siyaset yapan politikacıların, insana ve Allaha saygı gereği, kendilerinin de Allah tarafından temiz yaratılmış olduklarını hatırlayarak vade geldiğinde toprağa temiz girmeye gayret etmeleri gerekir. İçinde vatan sevgisi Allah korkusu olmayan hatta ve hatta kendini tek ve yarı ilah gören politikacıya bunları anlatmaya çalışmak abesle iştigal etmek demektir.

Hayat bir insana verilen en kıymetli sermayedir. O halde en iyi, en kaliteli, en yüksek verimli alanlara yatırılmalı yüce Yaratanın sevmediği lüzumsuz işlerle iştigal etmemeliyiz. Çünkü halkın sesi Hakkın sesidir.

Şimdi sormak istiyorum. Birkaç gün sonra yapılacak olan anayasa referandumunda neye ve niçin, evet veya hayır diyeceğiz. Devletinin anayasasına uymak bireylerin şeref ve namusudur. Bırakın maddelerini, tek bir kelimesini bile bilmediğim, okumadığım bir anayasa hakkında oy kullanmamı isteyenleri hariç tutuyorum. Böyle bir oylamada oy kullanacağım için kendi vicdanıma bile hesap veremeyeceğim için endişeliyim. İçeriğini tam olarak bilmediğim bir anayasa oylamasında, dolayısıyla hayır demek en tabii hakkımdır.

Necmi ÖZNEY

17 Ekim 2007 Çarşamba

SINIR ÖTESİNDE İT İZİ ÇAKAL İZİ BİRBİRİNE KARIŞMIŞ

ABD tarafından işgal edilmiş ve neredeyse fiilen üçe bölünmüş Irak. Irak’ta bir Kürdistan eyaleti veya bağımsız Kürt devleti hazırlıkları ABD’nin Irak petrollerini çalma amacının dışında kendi iç politikasında Amerikan halkına yeni bir uydu devlet gösterme ve yapılan savaş masraflarının petrol olarak döneceğinin anlatılma çabasıdır. Çünkü Amerikalı paradan başka bir şey tanımaz. ABD, Dünya genelinde yaptığı barbar ve insanlık dışı davranışları yüzünden Türkiye’de ve bazı ülkelerde dışlanmaya başlamıştır. İşbirlikçi yalakalar her ne kadar ABD reklâmı yapsalar da, ilerdeki günlerde

ABD, Türk halkı tarafından daha da çok dışlanacaktır. Çünkü kötünün ve daha doğrusu emperyalist politikaların sonunun bu olması gerekir.

Türkiye ile ABD stratejik ortakmış. Nasıl bir ortaksa 1800 lü senelerden beri Türkiye aleyhine kurulan her kumpasta gizli patron rolüne soyunmuş, Osmanlıdan ve İstiklal savaşından bu yana aleyhimize kurulan her kötülükte gizli düşman olarak yerini almış stratejik ortak.

Stratejik ortak deyimi Türk halkını kandırmak için kullanılan içi boş bir cümledir. ABD’nin BOP projesi ve bu yüzden oluşturduğu dış politikası ile Türkiye arasında hiçbir stratejik ortaklık söz konusu olamaz. ABD’de zaten hiç bir konuda Türkiye’yi stratejik ortak kabul etmez, BOP’un eş başkanısın aslanım yalanı ile oyalayıp kandırır ve kullanır.

ABD Türkiye’yi askeri bir harekâtta resmen karşısına almaz. Ama çıkarlarına ters düşeceğini hissettiği anda Türkiye’yi sarsmak ya da kendi işine gelecek şekilde kaosa itmek ister. ABD’nin çekiç gücünün yakın bir geçmişte, güneydoğu bölgemizde, Amerikan askerlerinin Türkiye aleyhine faaliyet gösteren PKK ve Barzani ile ilişki kurması ve PKK’ya lojistik destek vermesi gibi pek çok düşmanca hareketlerini unutmayalım. Ayni şekilde bu destek halen devam etmektedir. Bu destekle şımaran ve Amerika güvenli Kuzey Irak peşmerge başının horozlanmasının ve PKK’ya destek vermesinin anlamı budur.

Asker, görevi gereği Türkiye’nin milli güvenliğini korumak ve kollamakla, Yurdumuza karşı yapılan her türlü saldırıyı engellemekle yükümlüdür. Askeri harekât iki türlü yapılır. Ya karşısında legal bir düşman devletin silahlı gücü olur ki bunun adı savaştır. Fakat PKK gibi soysuz terör örgütlerine karşı yapılan anti terör hareketlere savaş denmez. Koruma kollama harekâtı denir. Peki, Barzani neden kendini kuru fasulye gibi nimetten sayıp gaz yapıyor. Barzani nedir devlet mi? Hayır. Nedir o zaman, niçin bir terör örgütüne yapılacak harekâtı önlemeye çalışıyor? Çünkü geçmişte ve şimdi PKK’yı örgütleyen ve halen destek veren odur. Tabii Amerikan güdümü ile.

ABD Bu demektir ki, sınır ötesi harekâtta Türk ordusu karşısında PKK teröristlerinden daha çok peşmerge olacaktır. Zaten son açıklamalardan sonra ikisi arasında pek fark kalmamıştır. ABD Barzani ile açıkça temas kurar PKK ile gizli gizli, işte fark budur.

Harekât yapacağımız alan şimdiden itibaren yasak bölge ilan edilmelidir. Harekât başlamadan, hatta hemen şimdiden Habur sınır kapısı kapatılmalıdır. Mersin’deki Barzani şirketleri özel bir şekilde mercek altında tutulmalıdır. Kuzey Irak’a verilen elektrik kesilmelidir. Hatta bir süre gıda ve ihtiyaç maddeleri akışı bile durdurulmalıdır. Bırakın bunları onlara efendileri temin etsin. Verilen müteahhitlik hizmetleri ise zaten bitik vaziyette. Barzani bir sebep bulup Türk şirketlerini Kuzey Irak’tan zaten çıkarmak istiyor.

Yapılacak olası bir harekâtta Türk Ordusunun karşısına çıkacak her türlü kötü emelli güç düşman olarak algılanmalı ve cezası hemen verilmelidir. İtlerin ve çakalların izi zaten bellidir. Politik çıkar uğruna olayı zamana yayıp sulandırdığımız zaman meydanı itlere bıraktık demektir. Bir de ABD’ye verilen desteğe bakın. E tabi ne de olsa stratejik ortak.

Necmi ÖZNEY

11 Ekim 2007 Perşembe

BİR AVRUPA BİRLİĞİ ÖĞRETİSİ, ALT VE ÜST KİMLİK SORUNU

Avrupa Birliği'nin içine giren her devlet bağımsız kimliğini, milli duruşunu ve istiklalini zaman içersinde kaybedecektir. Zaten AB’nin kuruluş amacı budur. Avrupa sınırları içinde yer alan Hıristiyan devletlerde bu sona doğru gitmektedirler fakat onlar için tek fark Hıristiyan oluşlarıdır. Hangi mezhepten olurlarsa olsunlar onların eriyeceği pota Vatikan olacaktır.

Türkiye için de aynı milli ve dini son kaçınılmazdır. İnanmıyorum diyen varsa misyonerlik faaliyetlerini biraz ucundan incelesin yeter.

Ben bu planlı, kapsamlı, kirli ve kalleş AB politika projesi içersinde her gün bir yeri eritilen bir Türkiye görmekten bıktım. Bizleri alıştırmaya çalıştıklar alt kimlik, üst kimlik ne anlama geliyor bir bakalım.

Türkiye’de şimdiye kadar etnik kimlik sorunu yoktu. Bir kimlik sorunu ortaya atıldı. Alt kimlik, üst kimlik derken halk bu kimlik olayına halkı alıştırılmaya çalışılıyor. AB planlarına göre Türklerin Avrupa’da yeri yok. Ama Türk milleti mevcut plan içersinde oluşturulmaya çalışan sözde Avrupa Milleti içersinde bir alt kimlik olarak yaşamayı kabul ederse ki, kabul etmek zorunda bırakılmaya uğraşılıyor. Türkiye, AB'ye üyelik belgesini imzaladığı an kendi eliyle Türklüğüne de bağımsızlığını da teslim etmiş olacaktır. İşte alıştırılmaya çalışılan Alt veya üst kimlik hikâyesi budur.

Devletini kaybeden milletler zaman içersinde yok olurlar. Devletsiz bir millet tarihten silinir. İşte şu anda da, AB içersinde alt kimlik olarak yaşayacak Türk milleti için AB tarafından planlanan müstakbel akıbet budur.

Orta Asyalara kadar gitmeyelim. Selçuklularla, Osmanlılarla zirvelere ulaşan. Binlerce yıl Türklüğün ve İslam’ın temsilcisi olmuş ve bugün de Türkiye Cumhuriyeti devletiyle Edirne ve Ardahan arasına sıkışmış bir devin yüzüstü yere kapanmasından, tümü uyduruk AB aşkı yüzünden Türk devletinin ve Türklerin tarihlerinin sonuna gelmeleri olasılığından bahsediyoruz. Bu Türklerin bir daha dirilmemek üzere uyuşması ve sonunda yok olması demektir. İşte Türkiye’ye yapılmak istenen şey açıkça budur.

Türkiye artık bir tercih yapması dönemine girmiştir. Ya bağımsız Büyük Türkiye olacak ya da yok olmayı kabul edecek.

Türkler, şu anda var olma ile yok olma çizgisinin tam ortasındadır. Türkler şu anda, tarih sahnesine çıktıklarından bu yana, tarih içersinde karşılaşmış olduğu en güçlü krizle karşı karşıyadır. Benim canım ülkem, 1919'un şartlarından daha ağır şartlar altında, üstüne üstlük duyarsızlıklar içersinde bir mücadele veriyor.

Kapımızın önüne gelen felaketi görüp, anlamamak ve tedbir almamak aptallıktır. Evlatlarımızı kaybetmekten, vatanımızı kaybetmekten korkmalıyız. Süfli durumlara düşmekten, şehit kanlarının boyadığı bayrağımızın dalgalanmamasından korkmalıyız. Böyle korkular milletimi tedbir almaya ve uyanık kalmaya mecbur eder.

Türkiye Avrupa Birliği'ne yamandığı an milli bütünlüğünü kaybetme sürecine girdi demektir. Hele Türkiye'yi bu mecraya sürükleyenlerin vaziyetin vahametini idrak edemediklerini görünce endişeler bin kat daha artıyor. Çekilmeye çalışıldığımız cendere, yarını karanlık, kültürel yıkım, siyasi komplolarla hazırlanmış bir Avrupa Birliği projesi.

İşbirlikçiler küresel kan emici tekellerin bayraklarını Yurdumuzun en mahrem yerlerine dikmeye çalışıyorlar.

Şu anda toplumun bilinci kilitlenmiş durumda. İşte tehlikenin büyüklüğü de burada. 1919 yılında Kuvayı Milliye Ruhu Türkiye'nin her yanını sarmıştı. 1919'un kahramanları ise şu anda devirleri geçti diye alay mevzuu ediliyor. Türkiye, keşke 1919'da olduğu gibi kaba bir düşman saldırısına maruz kalsaydı. En azından düşman, hiç değilse hedefini belli ederdi.

Acilen, fedakâr ve şuurlu insanların örgütleyeceği yeni bir Kuvayı Milliye Ruhu'nu tüm Türkiye'de yeniden diriltmemiz lazım. Zira Anadolu coğrafyası çok tehlikeli bir coğrafyadır, asla zayıflık kabul etmez. Bu coğrafyada zayıf, dirayetsiz bir devletin ayakta kalmasına asla imkân yoktur. Tarih zayıf, dirayetsiz devletleri hemen yutar. Türkiye'nin yutulması demek Orta Asya'nın, bin yıldır bayraktarlığını yaptığı Müslüman âleminin de yutulması demektir.

Türkiye'yi bu hale düşürmeye çalışanlar, bu milleti Avrupa'nın alt kimliği olarak, Avrupa’ya fedai, muhbir ve ajan olarak kullanmayı hedeflemektedir. Bu milletin evlatlarını Avrupa'nın paralı askerleri olarak savaşmaya zorlayacaklar. Anzak askerleri gibi emperyalist çıkarlar uğruna masum milletlerin kanına girecek tetikçiler yapacaklar. İşte planladıkları budur. Zamanında bu tuzaktan yemlenmiş, bir ara kahpe Bizans’ın paralı askerliğini yapmış olan Hunlar, Avarlar, Bulgar Türkleri neredeler şimdi.

Bu yüzden yeniden çok şuurlu bir Kuvayı Milliye Ruhu'na, üç Beş paralık siyasi parti ayakçısına değil, gerçek yurtseverliği kendisine görev edinmiş aydınlara, gerçek kahramanlara ihtiyacımız var. Unutmayalım ki üzerinde yaşadığımız vatan topraklarını Kuvayı Milliye ruhu ile kurtardık. Türkiye, bu durumdan daha fazla küçülemez ve milletin meclisinde şehitlerin kanları ile yazılmış olan “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir." sözünü tatbik etmesi gerekenlerin, bunu yapmadıkları takdirde kendi meşruiyetlerini kendi elleriyle yok edecekleri kesindir. Bu yazı kesinlikle bir komplo teorisi değildir. Günlük olayları takip edin yeter. Zaten bu senaryo ortalık sahnede her gün oynanıyor.

15 kınalı kuzumuzun şehit edilişinden sonra bu bayramı kutlamak içinizden geliyorsa eğer, bayramınız kutlu olsun. Ama önce hepimizin başı sağ olsun.

Necmi ÖZNEY