18 Mayıs 2009 Pazartesi

KÜRESEL KRİZ FATURALARI HENÜZ KESİLMEYE BAŞLANMADI

Mayıs 2009 başından beri, Amerikancılar tarafından tüm dünyaya, ekonomik krizin en zor döneminin aşıldığı ve ABD ekonomisinde, düzelme sürecinin başladığı, propagandası yapılıyor. Dolayısıyla, ABD uydusu devletlerin politikacılarının da ekonomik başarı propagandaları da yapılmış ve lafla peynir gemileri yürütülmüş oluyor.

ABD de Mart ayında 695 bin kişi işsiz varken, Nisan ayında işsiz sayısı 565 bin kişiye inmiş, bu da ABD ekonomisinin artık düzelmeye başladığını gösteriyormuş. Bir ülkede, ekonomik kriz tüm şiddetiyle devam ediyor diyebilmek için, her ay, bir önceki aydan daha çok işsiz insanın olması mı gerekiyor?

Amerika genelinde, ekonomiye katılan işgücü yaklaşık % 20 oranında azalmıştır. Kazanacağı para ile tüketerek ekonomiyi canlı tutacak olan ve bu krizde işlerini kaybeden 16 milyon Amerikalı, eli böğründe evinde boş oturmakta, harcamalarından zorunlu kesintiler yapmakta ve ödeyemediği krediler Amerikan ekonominin daha da bozulmasına sebep olmaktadır.

Amerikan ekonomisinde krizin sonuna gelindiğine ve iyileşmenin başladığına dair elle tutulabilir bir işaret yoktur. Tam tersine bu kriz, başladığından bu yana geçen her ay daha da derinleşmiştir.

Böyle bir propaganda kampanyasının bu şekilde yapılması, ABD hükümetinin, ekonomik durumdaki gördüğü hakikatler karşısında ümitlerinin kırıldığını ve korkularının arttığını göstermektedir.

Bu işin doğrusu ise, yaşanılan bu krizin dünya devletleri arasındaki güç dengelerini temelden değiştirecek olması ve ABD’nin dünyanın süper gücü olma rüyalarına da son verecek bir sürecin başlangıcının sıfır noktası olduğudur.

Kriz daha çok, ABD kuyruğuna takılmış ülkelerde büyük tahribat yapacak ve o ülke insanlarına büyük zarar verecektir.

Ekonomik ve politik olarak ABD’nin bu krizden büyük kayıpla çıkacak olması çok normaldir. Bu yüzden kriz süreci boyunca şimdi yapılana benzeyen propaganda girişimleri ile daha çok karşılaşacağız demektir.

Amerikan ekonomisini bugünkü kriz ortamına getiren sebeplerden birisi, 1980 senesinde başlatılan yapısal değişim kararlarıdır. Bu süreç, Amerika da sermayenin ve doların gücüyle, üretmeden tüketen bir ekonomik ortam yaratmış ve birikimler sürekli olarak azalmıştır.

2001 senesinde baş gösteren krizden çıkabilmek için şişirilen gayrimenkul piyasası çıkışlı finansal balon, Amerikan halkına sıfırı tükettirmiştir. Vasat bir Amerikan ailesi, banka kartları kullanarak ve kredi alarak alıştığı harcamalara devam etmiş ve bu davranışın sonucu ise, Amerikan ekonomisindeki borç stokunun görülmemiş boyutlara ulaşması olmuştur.

ABD’de, aslında 25 yıldır sinsice seyreden ekonomik daralmanın hangi ekonomik güç tarafından finanse edildiğini araştırırsak, Amerikan dümen suyunda seyreden ülkelerin birikimleri ve kazançlarının, küreselleşme, özelleştirme gibi adlar verilen sömürü düzenleri kullanılarak soyulduğunu görebiliriz. Amerikalıların üretim yapmadan, nereden ve nasıl kazanıldığını düşünmeden, hak ederek kazanmadan, görgüsüzce tüketim yapmalarının faturasını çok daha acı ödeyecekleri zamanların gelmesi ise çok yakındır.

Anlayacağımız küresel ekonomik kriz denilen ve yaratacağı, daha da olumsuz durumlar henüz görülemeyen, hala dibe inmekte olan bu krizin faturalarının kesilmeye başlanacağı zaman, acaba Türkiye’de bu faturalar kimlerin sırtına yüklenecek endişe ile bekliyorum.

Necmi ÖZNEY

27 Nisan 2009 Pazartesi

İKİ DÖVLET BİR MİLLET AMA!

Obama’nın Türkiye’ye gelişi ile hız kazanan, Türkiye'ye Ermenistan sınırlarını açtırma istekleri ve kurdurulmaya çalışılan Türkiye ve Ermenistan ilişkileri, ABD-Türkiye, Türkiye-Avrupa, diğer yandan da Türkiye'nin Azerbaycan Cumhuriyeti ile ilişkilerini çok yakından ilgilendirmektedir.

Ermenistan'ın Azerbaycan topraklarını işgal etmesi üzerine, Ermenistan'la sınırlarımızı kapatarak Azerbaycan Cumhuriyeti'ne destek olduk. Bu durum Ermenistan'a ekonomik olarak çok büyük darbe vurdu ve Ermenistan işgalden sonra sürekli olarak Türkiye'den sınır kapısını açmasını istemekle kalmadı, Amerika'daki ve Avrupa'daki Ermeni lobilerince Türkiye'ye baskı yapılması için ciddi bir çaba gösterdi. Bunun sonucu da Obama’nın Türkiye’ye gelişi ile söylediği sözler.

Ermenistan'ın işgal ettiği Azerbaycan Cumhuriyeti topraklarından çekileceğine dair bir olasılığın olmadığı bir dönemde, ABD başkanı Obama'nın Türkiye'ye gelmesiyle yeniden gündeme oturan Ermenistan sınırlarının açılması ihtimali, kuşkusuz kardeş Azerbaycan Cumhuriyeti'nin hoşnutsuzluğuna neden olmuştur.

Türkiye ve Azerbaycan Cumhuriyeti ilişkilerinde bir soğukluk olduğu gerçeği açık bir şekilde ortadadır. Ama Azerbaycan Cumhuriyeti, Türkiye’de düzenlenen bazı etkinliklere alt düzeyde yetkililerini gönderirken, 1992 ve 1994 arası Karabağ’ın işgalinde Ermenistan’ın arkasında Rusya’nın oluşu, Azeri kardeşlerimizin sanki hafızalarından silinmişti.

Aliyev, ABD başkanı Obama'nın Türkiye ile model ortak olduklarını belirttiği açıklamasına sanki misilleme yaparcasına, Rusya ile stratejik ortak olduklarını söyledi. Bunu söylerken, işgalin hala sürmesine destek veren ülkenin Rusya olduğunu görmezden mi geldi acaba?

Rusya Devlet Başkanı Medvedev'in daveti üzerine Rusya'ya giden Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev, Moskova'da Azeri doğalgazının Gazprom'a satışının görüşüldüğü görüşmelerin ardından Rusya ve Azerbaycan arasındaki ticari ilişkilerin geliştiğini söylerken, Rusya’nın Ermenistan ile ortak savunma anlaşması olduğunu nedense aklına getiremiyor. İlham Aliyev Azerbaycan ve Rusya arasındaki ticaret hacminin bu yıl 3 milyar dolara yükseleceğini söylerken herhalde “ Duygusal “ davranıyordu.

Rusya'nın, Azerbaycan için stratejik ortak olduğunu söyleyen Aliyev, "Rusya, Azerbaycan'ın komşusu, dostu aynı zamanda stratejik ortağıdır. Biz de ilişkilerimizi bu yönde geliştireceğiz. Karşılıklı münasebetler çok iyi gelişiyor" derken, Ermenistan'da bulunan Rus askerî üslerindeki silahların Türkiye ve Azerbaycan’a karşı konuşlanmış durumda olduğunu herhalde göremiyor.

Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınırın açılması ihtimalinden rahatsız olan Azerbaycan halkı, Devlet Başkanları olan Aliyev'in, kasabın bıçağını yalamasını hazmedebiliyor mu?

Demek ki bundan böyle, Rusya Kafkasya bölgesinde gücünü arttıracak, diğer yandan Karabağ konusunda Rusya bir taşla iki kuş vuracak. Ne yazık ki, Türkiye'nin bağımlı tutumu da Azerbaycan’ı Rusya ile birlik olmaya itecek.

Azerbaycanlı liderler Rusya ile "stratejik ortak" olduklarını düşünüyorlarsa, BOP’un öz kardeşi BKP (Büyük Kafkasya Projesi) ne eş başkanı olmaya karar vermişler demektir.

İşte emperyalizm böyle bir şey, kimin tarağı kimin cebine girmiş belli değil. Atatürk niçin savaşmış ve niçin çok büyük şimdi herhalde açıkça anlaşılıyor.

Necmi ÖZNEY

22 Mart 2009 Pazar

YOL AYNİ YORDAM AYNİ

Amerikan başkanları tarihine bakıldığında, yeni seçilen başkanların, ABD Dış Politikasında fazla bir değişiklik yapmadığını, yapamadığını görürsünüz. Gelen yeni başkan, önünde bulduğu politikayı izlemeyi sürdürmüştür.

Ancak yukarıdaki paragraftan, hiçbir değişiklik olmadan, politikaların aynen sürdürüldüğü anlamı da çıkarılmamalıdır. Clinton ile Bush arasındaki davranış farkını hatırlarsak, yolun ayni ama davranışların değişik olduğunu görebiliriz.

ABD’nin şu andaki mevcut askeri hareketliliğinin aynen devam edeceği ve bunların daha da ileri noktalara götürüleceğini söylemek kehanet değildir. Obama’nın da, süren askeri harekâtlara devam kararları alması ve bu kararlarda beklenenin aksine sert ve daha da radikal olması, en geçerli ihtimal olarak görülebilmelidir.

ABD’de Başkan kim olursa olsun, Amerikan’ın bu askeri tutumu aynen devam edecektir. Bunun tam aksi, ABD’nin uluslararası kamuoyu önünde itibar kaybına ve ekonomik olarak, daha da zayıflamasına neden olur.

Görünen o ki, ABD, askeri hareketlerini neredeyse tüm dünyaya yaymış olmasına ve bunların ağır ekonomik yükü altında ezilmesine rağmen, politik ve özellikle ekonomik durum nedeni ile askeri harekâtlarını sürdürecek ve askeri müdahalelere devam edecektir. ABD’nin kuruluşundan bu yana, Amerikan ordusunun, Amerikan varlığı için yüklendiği göreve bakılırsa, başka bir şekilde düşünmek çok güç. Çünkü ABD, asker ve silahlı kuvvetler üzerinden yürüyen ve ülke olarak morali bu şekilde beslenen bir yapıya sahiptir.

Söylenebilecek olan, Obama’nın sürpriz yapmaya çok açık olduğudur. Ancak bunu söylerken, bunun mevcut ve devam eden ABD politikalarından vazgeçerek yeni yaklaşımlar sergileyeceği anlamını çıkarmayın. Bush’un bıraktığı noktadan, Bush’un gittiği yolun 180 derece tersine gitse bile, malum dünya yuvarlaktır, yine aynı noktaya gelecektir.

Obama, Irak ve Afganistan’da yaşanan sıkıntıları aşmak, Karadeniz’e bir an evvel girmek, Kafkasya ve Orta Asya’da yerleşmek buralarda Amerikan varlığını sağlamlaştırmak için çalışacaktır. Obama’nın bu konularda, barışçı değil, saldırgan olabileceği asla zayıf bir ihtimal değildir.

Obama’yı bunun için iyi anlamak gerekiyor. Çünkü Obama, Amerikan halkı tarafından ekonomik bir kurtuluş olarak görülmektedir. Yoktan var etmekte Allah’a mahsus olduğuna göre, Amerika’yı kurtarabilecek para kaynağının nerelerden bulunabileceğini varın siz düşünün.

ABD’nin yaşadığı bu ekonomik krizden dünyayı savaşa boğarak mı, yoksa içine kapanarak mı çıkmaya çalışacağı, yalnızca Başkan Obama’nın seçilmesi ile ilgili bir konu değildir. Bu, ABD’ye rakip olan devletlere bağlı olduğu gibi, yapay terörist saldırılar ile çıkartılacak olaylara da bağlıdır. Kısaca ABD’nin içine kapanması, küresel rakipleri karşısında yenilgiyi kabul etmesi anlamına gelecektir ki, Amerika’nın bunu kabul etmesi imkânsızdır.

Obama için, içine kapanmanın asla söz konusu olmayacağı kesindir. Dozu devamlı artacak ve önceden belirlenmiş sert politikalar uygulayacak ve ABD’ye eski gücünü kazandırmaya çalışacaktır. Obama’nın politik yaşamının, dış politikada saldırgan olarak davranmasına bağlı olabileceği de ihtimal dâhilindedir.

ABD kendi içine asla kapanmayacaktır. Çünkü bu, ekonomik ve politik çöküşün ABD tarafından kabulü ve ilanı demektir. Fakat ABD için bir çöküş sürecine girildiği de açık bir gerçektir. Obama, halkın bu çöküşte bir ümit olarak gördüğü tek kişidir ve eski güçlü günleri özleyenlerin desteğine ve isteğine kulak vermesi gerekecektir. Bunun içinde, bugünkü davranışları da aşacak bir Amerikan saldırganlığına tüm dünyanın hazırlıklı olması gerekir.

Necmi ÖZNEY

8 Mart 2009 Pazar

FRİEDMAN’IN BEN DE Kİ ETKİLERİ

George Friedman, Önümüzdeki otuz yıl için, sanki üzerine vazifeymiş gibi Türkiye ve bölge üzerine stratejik yorumlar yapıyor.

Türkiye gücünü artırmaya başlamış ve 2040 yılına kadar eski Osmanlı toprakları üzerinde yeniden hâkimiyet kuracakmış. Türkiye'nin tekrardan imparatorluk kuracağını öngören bu adamcağız, ABD Savunma Bakanlığı'na yakınlığı ile de tanınıyorsa fikirlerine çok temkinli ve çok tedbirli yaklaşmak lazımdır.

Fakat ben bunu stratejik öngörü veya doğru kurulan ve bu adamın kafasından çıkan bir yorum olarak algılamıyorum. Biraz aç bu konuyu, kurulacak bu hâkimiyetin yapısını anlat bakalım dediğimiz zaman anlatacakları, emperyalistçe planlanmış ABD politikası senaryosu olduğunu ortaya çıkartacaktır.

Evet, gelecekte Türkiye bölgede değil, tüm dünyada süper güç olarak, yalnızca eski Osmanlı toprakları üzerinde değil bütün dünyada söz sahibi olacaktır.

Şimdi, gelelim böyle kocaman bir lafı, büyük bir özgüvenle ve büyük bir inançla nasıl söylediğime.

Türkiye'nin iki güzel özelliği var. Orasından burasından budanmaya, yok edilmeye çalışılmış, fakat ne yapılırsa yapılsın, halkın gönlünde daha da güçlü olarak yeşermiş Atatürk bağlılığı, gücünü Atasından ve milletinden almış kahraman ordusu. İşte inanç ve güvenimin dayandığı sağlam temeller. Friedman herhalde bunu görebilecek yeteneğe sahiptir.

Türkiye'nin önündeki engel dış tehditler değildir. Türkiye'nin önündeki en büyük engeller iç sorunlardır, demiş Friedman. Söyledikleri harfiyen doğrudur. Bakın politikacılara neler döndüğünü anlarsınız. Türkiye’nin başına gelen bütün kötü olayların içinde işbirlikçi politikacı parmağı ve o parmağı kullanan bir ABD eli olmadığını söyleyebilir misiniz?

Hayır, biz eski Osmanlı toprağına hâkim olup, valiler atamayacağız. Türkiye olarak Osmanlı'nın eski topraklarına sizin anladığınız şekilde yeniden hükmetmeyeceğiz. Onlara sadece ve sadece Atatürk’ü anlatacağız. İnsanlığı ve doğru inançları anlatacağız.

Örnek olarak; Arap dünyası, askeri ve insani inanç açısından çok zayıf kalmıştır. Arap şeyhlerinin temel sorunu, kendilerini destekleyerek yönlendirecek olan dış gücün kim olacağı değildir. Kendi halklarını boyunduruk altında tutmak için, kimin kendileri için daha faydalı olabileceğidir. Kralların yönettiği Arap ülkelerinde Kemalizm paraleli fikirlerin yeşereceğini ve yeşerdiğini düşünebiliyor musunuz?

Avrupa Birliği'nin, ABD’nin çöküş sürecine girdiğini ben seneler önce yazıyordum zaten. Türkiye'nin Avrupa Birliği süreci, Türk halkına, iç politika gereği azar azar verilen bir afyondu. Bizim Avrupa Birliği'ne ihtiyacımız yok. Bizi birlik içine alma fikirleri hiç mi hiç yok. Onun için, Avrupa Birliği bize uyum sağlamaya çalışsın. Tesirini silmeye çalıştıkları Atatürk’ü onlara da sabırla anlatarak insanlığı öğrenmeleri ve doğruyu görmelerini sağlayabiliriz.

Aklın yolu birdir. İnsanlık için her çağda doğru olan önemli bir ilke Büyük Atatürk tarafından üzerine basa basa söylenmiştir. Yurtta sulh cihanda sulh.

Necmi Özney

8 Şubat 2009 Pazar

DÜNYA BARIŞI ÖNÜNDEKİ TEHLİKE

Birinci Dünya Savaşı’nın genel sonuçları, kapatılamayan hesaplar sebebi ile İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıcını da hazırlamış oldu. Ancak bu savaş da sorunları çözememiş, gizli emeller beslenen bölgelerde ve genelde Ortadoğu’da yeni sorunlar yeni düşmanlıklar yaratmıştır.

ABD, İkinci Dünya Savaşı sonunda dünyanın hâkim bir gücü, SSCB ise diğer hâkim gücü olarak, kendi çıkarları doğrultusunda dünyayı şekillendirmeye çalışmışlardır.

ABD, Sovyet tehdidine ve komünizm tehlikesine karşı dünyanın güvenliğini, NATO gibi kuruluşlarla sağlar gibi görünerek Avrupa’da ve dünyada ABD çıkarlarını korumuş. SSCB ise Varşova Paktı ve COMECON gibi oluşumlarla kendi egemenlik alanını genişletmeye soyunmuştur. ABD ve SSCB’nin dünyaya hâkim olma isteği dünyanın çeşitli bölgelerinde ülkeleri, bölgesel çıkar, çatışma ve düşmanlık içine sokmuştur.

1960 lı yıllarda ki özgürlük ortamı, ABD’nin hoşuna gitmemiş, bundan ötürü 1970 ve 1980 li yıllarda küreselleşme senaryosunun hazırlanması, demokrasi, insan hakları ve piyasa ekonomisi hikâyeleri ile kurulacak yenidünya düzeni hazırlanmaya başlanmıştır.

Çeşitli yorumlara açık 11 Eylül olayı, ABD’nin dünyayı tek kutuplu olarak yönetme planını yürürlüğe koyma hesabını hemen uygulamaya sokmasına sebep olmuştur. İlk adımda Afganistan, daha sonra Irak ve Ortadoğu, zengin enerji kaynakları yüzünden demokrasi adı altında ABD terörünün merkezi haline gelmiştir.

ABD’nin Ortadoğu harekâtı, Irak, İran ve Suriye’yi kontrol etmek, bu ülkelerinin nükleer, kimyasal ve biyolojik silahlanma çalışmalarını denetlemek, radikal İslam ile İslami terör tehdidini azaltmak gibi gösterilmeye çalışılsa da aslında enerji kaynakları ile nakil hatlarının kontrol ve güvenliğini sağlamak için olduğu açıkça ortadadır.

İsrail’in güvenliğini sağlamak için, İsrail’i tehdit edebilecek ülkeleri güçsüzleştirmek, ana plan olan Büyük Ortadoğu Projesi’nin diğer bir parçasıdır.

Askerini çekse de, ABD artık Irak’a yerleşmiştir. Irak’ın toprak bütünlüğünü savunur görünürken, zaten çok hassas olan iç dengeleri bozulan Irak, ABD tarafından bir iç savaşa doğru hızla sürüklenmektedir. Yakın bir gelecekte Irak iç savaşı bütün vahşetiyle yaşanacak, etnik gruplar birbirini kırdıktan sonra, Amerika barışı tesis etme bahanesi ile tekrar geri dönecektir. Çünkü jeopolitik konumu, nüfusu, enerji kaynakları, gelenekli devlet yapısı ve politik kadrolarının deneyimi ile bölgede önemli güçlerden biri olan İran, rejiminin niteliği, nükleer kapasitesini geliştirme ve nükleer silah üretme programı nedeniyle ABD’nin hedefine girmiştir.

İran’ın ABD ve İsrail’in stratejileriyle ters düşmesi, İsrail ve ABD için müdahale edilemez bir durum yaratacak ve ciddi bir tehdit unsuru olacaktır. Ancak İran’ın etkisizleştirilmesi ABD’nin tek ve nihai hedefidir.

Tarih boyunca sıcaklığını koruyan ancak son otuz yıldır enerji kaynaklarıyla daha da ısınan Ortadoğu, bugün, İsrail’in Filistin’e saldırısıyla yeni bir şekillenmenin başlangıcındadır.

ABD, bölge devletlerinin bütünlüğünün, İsrail’in ve kendi çıkarlarının tersine olduğunu düşünüyor. Onun için kendisine potansiyel tehdit oluşturabilecek büyük ve güçlü devletler yerine, dini ya da etnik küçük devletlerin oluşturulması Evangelist siyonizmin kısaca BOP’un hedefidir.

ABD’nin Ortadoğu’daki amacı ise demokrasi, insan hakları, küreselleşme ve piyasa ekonomisi adı altında yeni politikalar ve küresel kölelik sistemine uyumlu yapı ve işbirlikçi yönetimler oluşturarak ülkeleri ve halkları istediği yeni sisteme alıştırmaktır.

ABD bu hesapları yaparken at gözlüğü ile yalnızca önünü görebiliyor. Kendi ülkesinde neler olabileceğinin farkında değil. Ekonomik krizi hala eski yöntemlerle başkalarının paralarını sömürerek kapatabileceğini düşünüyor. Kurtulması imkânsız bir durum içinde bulunduğunun kendiside farkında olmalı. İşte tehlikede burada, kendi göçerken tüm dünyayı ateşe verebileceğini düşünmek kimseye falcılık gibi gelmemelidir.

Necmi ÖZNEY

25 Ocak 2009 Pazar

BM GÜVENLİK KONSEYİ ÜYELİĞİNİN KAZANIMLARI OLMALIDIR

190’a yakın ülkenin içinde bulunduğu bir kuruluş olan BM Güvenlik konseyi geçici üyeliği, ABD, Rusya, Çin, Fransa ve İngiltere’ye rağmen bir şeyler yapılabiliyorsa o zaman ciddi bir iş sayılabilir.

ABD, Rusya, Çin, Fransa ve İngiltere, BM Güvenlik Konseyi’nin değişmeyen üyeleridir. Daimi üyelerden yalnızca birinin hayır dediği bir karar tasarısı, diğer bütün üyeler evet dese bile karar haline gelemez ve bağlayıcılık kazanamaz. Beş daimi üyenin veto yetkisi, onların birbirleri karşı olan politikaları ve belli bir mesele karşısındaki ulusal çıkarları düşünülürse, alınacak sonuç daha baştan görülebilir.

İsrail gibi ülkelerin katliam denebilecek yaptırımları sonunda dahi, uluslar arası politik ilişkileri ile kendilerini haklı çıkartmaları, BM Güvenlik Konseyi’nin taraflı politika bir izlediğinin kanıtıdır. BM Güvenlik Konseyi’nin itibar kaybetmesinin ve buradan sağlıklı bir karar çıkartılamamasının nedenlerden biri de budur.

Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi üyeliğine, Türk Amerikan ilişkileri ve ABD’nin Türkiye’nin bulunduğu bölgedeki düşünceleri doğrultusunda soru işaretiyle bakılmasında da yarar vardır.

Güvenlik Konseyi üyeliğinin iç politika malzemesi yapılarak kullanılmaması gerekir. Eğer ağırlıklı olarak kullanılırsa, Türkiye’de iç politikanın, dış politika ağırlıklı olarak yürütüldüğü yolundaki söylemlerde ispatlanacaktır. Çünkü bugün bütün dünyayı meşgul eden uluslararası sorunların önemli bir kısmı, ya Türkiye’ye komşu coğrafyalardadır ya da Türkiye’den müdahale edilebilecek ve kontrol edilebilecek yerlerdedir.

Türkiye olarak Güvenlik Konseyine taşımamız gereken en önemli konu, gücünü dışarıdan alan bölücü ve ayrılıkçı terör sorunudur. Dost ve müttefik zannettiğimiz, dostluk ilişkileri içinde olmamız gereken birçok ülkenin, Türkiye’nin ülke ve ulus bütünlüğünü hedef alan terör örgütüne destek verdiği bir gerçektir. BM Güvenlik Konseyi üyeliğinin özellikle bölücü ve ayrılıkçı terör sorununun çözümünde sonuç alınmasında bir fırsat olarak görülmesi gerekir. Türkiye, sırf kazanım olsun diye bu işe soyunmuş olmamalıdır. BM Güvenlik Konseyi üyeliğinin elle tutulur anlamda Türkiye’ye bir kazanç getirmesi, bu bağlamda en azından terörün dış desteğinin kesilmesinde, üyelik fırsatından yararlanılmalıdır.

Irak Türkmenlerinin, Batı Trakya Türklerinin, Ahıska Türklerinin, Güney Azerbaycan Türklerinin, Doğu Türkistan Türklerinin, Kırım Türklerinin, Gagavuz Türklerinin durumu, Türkiye tarafından BM Güvenlik Konseyi’nin gündemine taşınmalıdır.

Ermeni işgali altındaki Azerbaycan topraklarının bu işgalden kurtarılması, Ermenilerin saldırgan ilan edilmesi, Hocalı’da yaptıklarının bir soykırım olduğuna dikkat çekilmesi ve tazminat ödemeleri, BM Güvenlik Konseyi üyesi Türkiye’nin güçlü olarak gündeme getirmesi gereken konulardır.

Rumların, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni ve buradaki Türk halkını görmezden gelen tutumları, Yunanistan’ın, Ege’de Lozan anlaşması ve uluslar arası hukuk ile bağdaşmayan hareketleri, BM Güvenlik Konseyi üyeliğinden alınacak güçle, BM gündemine taşınmalı ve buradan ileride Türk diplomasisi tarafından kullanılabilecek savların ortaya çıkartılması sağlanmalıdır.

Türkiye, önündeki iki yılı en iyi şekilde değerlendirmek, bazı dış politika sorunlarını çözmek, bazı sorunları hafifletmek, konuları en azından genel kamuoyunu Türkiye lehine güçlendirmek zorundadır.

Yıllarca çözülememiş sorunların hepsinin, iki yıl içinde çözülmesi elbette beklenemez, ama üyeliğin en iyi şekilde değerlendirilmesi konusundaki çabaları da samimi eylemler olarak görmek hakkımızdır.

Bu konuda particilik yapmadan; üyeliğin, fiyasko, beceriksizlik, içi boş politikalar, boşa harcanmış zaman ve kaynak olarak, eleştirildiğini duymak istemiyoruz. Çünkü sonuçta kaybeden tüm Türkiye olur.

Necmi ÖZNEY

1 Ocak 2009 Perşembe

KÜRESEL SERMAYENİN TEKELLEŞME PLANI

Çin ve Hindistan gibi ülkelerin ABD kapitalizmini örnek alarak yaptıkları çılgınca üretim ve bu durum karşısında Batı’lı büyük sermaye sahibi, sayıları 100 ü aşmayan ailenin duyduğu tedirginlik küresel krizin tetikleyici unsurlarından biridir.

Her sermaye sahibi, yatırımını elbette kâr etmek için kullanır. Kâr edebilmenin ilk basamağı üretilen malın pazarlanması ve satılmasıdır. Çin’in kapitalist sisteme dâhil olması ve dünya’da üretilen her malın Çin’de de üretiliyor olması, Batı’nın bu konudaki hedefini ve ezberini bozmuştur. İmalat ve genel ihtiyaç planları alt üst olmuş, bu da yetmezmiş gibi pazarlama politikaları, insanların ihtiyaç duyduğu malların hangi firmalardan satın alacakları sorusu karşısında korku duyulmaya başlanmıştır.

ABD merkezli küresel krizin çıkış sırrı da buradan başlar. Beklediğimiz ve hedeflediğimiz satışlar gerçekleşmez ve bize bağımlı ülkeleri kaptırırsak ne yaparız?

Şirketler geleceğe dönük tahmin ve planlar yaparak ticari hayatını yönlendirir. Bina yapar veya kiralar, fabrikalar kurar, hammaddeler alır, işçi çalıştırır. Üreteceği malı meydana getirdikten sonra pazarlama aşamasına geçer. İşte Batı’lı firmalar için büyük risk de tam bu aşamada, Çin’in varlığı ile ortaya çıkmıştır.

Büyük savaş harcamaları ve bu beklenmedik mal satış zorluğu karşısında şiddetle daralan Amerikan ekonomisi ayakta duramamış, mortgage ayağından patlamıştır. Genel olarak bütün dünyada ekonomik motor vazifesi gören, inşaat yapım ve pazarlama sektörünün çöküşü diğer sektörleri de olumsuz yönde etkilemiş ve peşinden sürüklemiştir.

Sermayelerini kaybetme ve Amerikan dolarının hâkimiyetini kaybetme korkusu yaşayan ABD’li büyük sermaye sahipleri, hayali para doları korumak için, imalatı, hammadde alımını durdurmuş, işçilerini işten çıkartmış, dolaylı olarak, kendileri ile çalışan firmaları da batırmış, kendi öz sermayelerinin varlığını emniyet altına almışlardır. Kendilerine bağımlı yarı sömürge etki alanlarını kaybetme, ürettiği malları istedikleri fiyata satamama ve bu yüzden etki alanı ve para kaybetme, küresel sermayenin en büyük korkusudur.

Küresel sermaye ve bölgesel yandaşları için istikrar kelimesi büyük önem arz eder. Onlara göre İstikrar her şeyin kendi planlarına paralel olması, böylece soyulacak ülkede ürettikleri mallara bağımlılık yaratılması, mallarının kârlı olarak satılması ve kendilerine bağımlı devletler yaratılabilmesi demektir.

Kapitalizmin serbest piyasa ekonomisi yapılanmasında, istikrar kolay kolay elde edilecek bir olgu değildir. Çıkarları farklı olan ve biri diğeri ile sürekli rekabet halinde olan küresel firmaların çoğunun stratejik planlarının lehlerine gerçekleşmesi imkân haricidir. Emperyalist düşünceli sermayenin ikide birde kriz üretmesinin ve Irak savaşı gibi askeri saldırıların sebebi budur.

İflas eden şirketler, batan bankalar, paslanan fabrikalar, depolarda bozulan mallar ve işsiz, aşsız insanlar; Sonuç olarak, ekonomik bunalım işsizliği, işsizlik de yoksulluğu yaratır. Sermaye ve zenginlik kendi sermayesini emniyet altında almış belirli kişilerin elinde toplanır, dünyada yoksul sayısı artar.

Bunun sonucu olarak dünya genelinde sosyal gerginlik artar ve karmaşa ortamı meydana gelir. İşte BOP’u planlayan, kendilerini hâkim sınıf olarak gören emperyalistlerin istediği ortam, işte böyle bir ortamdır.

Kapitalist sistemin, buna bağlı olarak gelişen serbest piyasa ekonomisinin tuzağı olan özelleştirmelerin çok iyi incelenmesi ve takip altında tutulması gerekir.

Necmi ÖZNEY