27 Mayıs 2007 Pazar

DÜNYA ABD,AB VE İSRAİL'İN VADEDİLMİŞ TOPRAKLARI GİBİ SANKİ

ABD, Türkiye ve Rusya arası barış ve ticaret işbirliğinden rahatsız. Üstelik bunu açık toplantılar da dile getirmekten de kaçınmıyorlar. Bir Amerikalının yapılan bir toplantıda, orada olan Türk milletvekillerine söyledikleri bunun kanıtı.

Washington’da ki bir Kuruluşun tertip etiği bir toplantıda verilen brifingde bir Amerikalı sert bir tonda Türk milletvekillerine şöyle çıkışıyor.
"Siz Rusya ile işbirliği yapıyorsunuz. Ruslarla ittifak halinde, Büyük Karadeniz Projemize karşı çıkıyorsunuz. Bu bizimle ittifak halindeki Ukrayna, Gürcistan, Bulgaristan ve Romanya’yı da çok üzüyor. Müttefikimiz ve NATO’nun bir üyesi olarak bu tavrınızı yadırgıyoruz. ." Bu cümlelerin anlamı, siz sömürge bir ülkesiniz. Biz Dünya’nın efendisiyiz. Dolayısı ile sizin kıyılarınız da, topraklarınız da her hangi bir hükümranlık hakkınız yok. Haddinizi bilin çizmeyi aşmayın demektir.

İki komşu ülkenin Karadeniz’in güvenliği konusundaki tutumlarının da paralel olması, Washington’da rahatsızlık yarattı. Bu rahatsızlık, Dışişleri Bakanı Abdullah Gülün ABD ziyaret ettiği şu günlerde etkili Amerikan çevreleri tarafından dile getirildi. ABD Türkiye’yi "Rus işbirlikçisi" olmakla suçluyor.

ABD’nin Karadeniz’i kendi çıkar sahası ilan edip bölgeye egemen olma çabası, Türkiye ve Rusya’nın çabalarıyla engellenmişti. Aynı zamanda kısa süre önce Türkiye, Karadeniz’de ki askeri tatbikatlarına Rusya’yı da davet etmiş ve iki ülke bu alanda ortak girişimlerde bulunma kararı almıştı. Tüm bunlar ve Ankara ile Moskova arasındaki işbirliği ortamı ABD ve AB’de kaygı yaratıyor.

Karadeniz bir iç denizdir. Bu iç denizin sahipleri de Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerdir. Bizim çabamız burasının bir barış denizi, bir ekonomik göl haline getirilmesi olmalıdır. Zaten insanlık ve komşuluk ilişkileri bunu söyler. Karadeniz Ekonomik işbirliği uzun yıllardır çalışıyor, ayrıca Karadeniz Uyum Girişimi ve Karadeniz Gücü de oluştu. Güvenlikle ilgili olarak Karadeniz’de her hangi bir sorunumuz yok. Eğer sorun çözmek istiyorsak, öncelikle ittifak içinde olduğumuz Gürcistan’ın karmaşık hale gelmiş Güney Osetya ve Abhazya, Azerbaycan’ın Karabağ sorunlarının çözümü için odaklanmamız gerekir. Kafkaslarda yaşanan sıkıntıların barışçı yollarla çözümüne destek verelim. Bu sorunlar çözülmeden başka sorunlar yaratarak tekrar düşmanca gelişmelere fırsat vermeyelim.

Karadeniz bir iç denizdir demiştik. Türkiye ve Rusya Karadeniz deki etkinliklerini bölge ile ilgisi ve herhangi bir işi olmayan bir güçle elbette paylaşmak istemezler. Enerji başta olmak üzere, ticari alanda da büyük bir işbirliği içine girmeye çalıştığımız komşumuz Rusya’nın Karadeniz’de izole edilmek istenmesine insanın gönlü razı olmaması gerekir. ABD ve AB’nin bir yağma hesabı olan Büyük Karadeniz Projesinin, bölgede sağlanmaya çalışılan işbirliği ve barış ortamını ilerde çıkmaza sokacak bir sonuca yol açacağını anlamaya ve anlatmaya çalışmamız gerekiyor.

Size bir şey hatırlatmak istiyorum. 1974 senesinde, Kıbrıs’ta Türk halkı yok olma tehlikesi içinde iken. Garantör ülke olarak anlaşmalar gereği adaya çıktığımızda koyulan ambargolardan bahsetmek istemiyorum. Bize Avrupalı dostçuklarımızın yapıştırdığı yaftayı anımsatmak istiyorum. “ Türkiye yayılmacı bir politika izliyor.” Basit bir mantık kullanın. ABD ve AB neler yapıyor. Yayılmacı politika ne demekmiş görün. Bu kadar ikiyüzlü. İnsanlar ve devletlerarasında barışın kurulmasını istemeyen, Dünya da devamlı karışıklık ve düşmanlık olsun isteyen bu insanlar nasıl insanlar ve bölgesel yardakçıları nasıl insanlar. Vicdanları nasıl rahat ediyor veya rahat mı acaba?

Necmi ÖZNEY

19.02.2007 Memleket Haber

YAZIK OLACAK PENGUENLERİME

ABD, Şeytan'ın imparatorluğu. Evet, Dünya üzerindeki Şeytan imparatorluğu, kendi besleyip büyüttüğü terörü, daha sonra düşman'ı rolüne sokarak başlattığı insanlık dışı savaşlara kılıf yapan şeytanların ülkesi.

ABD küresel terörle savaşı bahane ederek hem Dünya denetimini hem de kaosu ufak, ufak Rusya sınırlarına doğru yaymaya başladı. İlk önce kurmakta olduğu füze kalkanı sisteminin İran ve Kuzey Kore'ye yönelik olduğunu açıklayan ABD'nin, geçen ay Çek Cumhuriyeti ve Polonya'da radar üssü kuracağını açıklaması ve dün de yüzer radar ünitesini Rusya'nın uzak doğusu Kamçatka Yarımadası yakınlarına taşımasından Moskova çok tedirgin olmuş görünüyor.
Öte yandan ABD yeni Savunma Bakanı Robert Gates, askeri bütçe tanıtım raporunda, ABD savaş dışında küresel terörle mücadelede Rusya ve Çin gibi ülkelerden kaynaklanan tehlikeler ve terör ile karşı karşıya gelebilir iddiasında. Gates, Rusya ve Çin'in hızla silahlandığını, ancak küresel teröre karşı tutumlarının ne olacağının ABD tarafından bilinmediği savında. Rusya ve Çin devlet olmuşlar ama Dünya tarlasında attıkları adımın hesabını, Dünya jandarmasına vermek zorunda oldukları ve bu Dünya'nın yalnızca ABD ve AB'ye ait olduğunu bilmeleri gerekiyor. Bilmemeleri büyük suç.

Savunma Bakanı Gates'in rahatsızlığı, ABD senatosu karşısında yaptığı konuşmada meydana çıktı, Putin'in Moskova'yı eski görkemli günlerine kavuşturma hayali içinde olduğunu ve Rusya'da Putin'in çok destek gördüğünü, çok sevildiğini söyledi. Rusya'nın eski Sovyet cumhuriyetleri üzerindeki stratejik kaynak ve işletmelerdeki kontrolü geri almak niyetinde olduğunu ifade etti.

Rusya'nın dış istihbarattan sorumlu yöneticileri ise, bu açıklamaların ABD ve AB'nin Moskova ve Pekin'e karşı genel bir tutumu olduğunu söyledi. ABD şu sıralar tüm dünya ülkelerinden daha fazla oranda silahlanma kapasitesini arttırıyor ve bütçesinden silahlanma yarışı için yarım trilyon dolar ayırıyor. Bu ölçüde bir silahlanmanın dünya barışı ve devletler arasındaki ilişkiler için nasıl bir sonuç vereceğini tahmin etmek için müneccim suyu içmeye gerek yok. Bu koşullar ve hazırlıklar ABD'nin büyük bir savaşa hazırlandığının açık bir şekilde işareti değil mi?
ABD Rusya sınırları çevresinde füze savunma sistemleri ve radarlar kurarak dünyadaki silahlanma yarışını hızlandırıyor. 1972'de imzalanan, ülkelerin stratejik silah geliştirmesini yasaklayan anlaşmayı 2002 yılında tanımadığını açıklaması da bu işin tuzu, biberi oluyor. ABD'nin Çek Cumhuriyeti ve Polonya'dan sonra, bu yıl sonuna kadar Macaristan ve Slovenya'ya da radar üssü yerleştirmeyi planlamasından sonra Rusya da, ABD'nin küresel bir savaş için hazırlıklar yaptığı ve hedeflerden birisinin de kendisinin olduğunu anlamakta gecikmedi.
2001 den itibaren Dünyadaki askeri ve stratejik konularda yapılan analizler sonucu, Rusya'nın askeri ve memleket genelinde güvenliği ciddi tehdit altında. ABD Dünya çapındaki etki alanı coğrafyasını oluşturma çabalarını sürdürüyor. Eski SSCB'nin sınırları içinde yer alan ve yaklaşık 15 senedir egemenliklerine kavuşmuş bulunan devletler içinde ekonomik, siyasi ve askeri etkilerini güçlendiriyor. Bu durum haliyle Rusları tedirgin ediyor. Rus yöneticiler ise askeri güçlerini geliştirip arttırarak, mevcut ve potansiyel tehdidin önüne geçmeye çalışıyorlar.
Bildiğiniz gibi Moldova'da bir miktar Romen azınlık vardır. AB oluşturulan bir plan içinde bu azınlığa çengel atmış durumda. AB'nin doğuya, daha doğuya gibi bir davranışı var gibime geliyor. Romanya'nın AB ye katılımıyla, AB bu coğrafyada söz hakkı sahibi imiş gibi davranmaya başladı. Bu durumu göz önüne alarak Kıbrıs'ın pozisyonunun ne duruma getirilmeye çalışıldığını artık anlayabilirsiniz sanırım. AB yöneticileri şu sıralar bu bölgelerde bazı sorunlar olduğunu söylemekte ve ilave olarak sözlerine, bu sorunları Rusya ile beraber çözmenin daha doğru olduğunu ilave etmekte iseler de, pratikte bu sorunları Rusya içlerine kadar kaos yayma çalışması yapıyoruz anlamı bariz olarak görülmektedir.

Yapılan toplantılarda kâğıt üzerinde Rusya ve AB ayni fikirleri paylaşıyor gibi görünseler de, AB'nin ikiyüzlü davranışları Rusları huylandırıyor. Gördüğünüz gibi AB'nin kanında ve geninde ki zibidi zincir bağı hızla üremeyi sürdürüyor.

AB bir yandan ABD bir yandan Rusya'yı tedirgin etmeye devam ediyorlar. AB den bir yönetici geçenlerde bakın Rusya'yı hedef alarak neler söyledi. " Romanya'nın AB'ye katılımı ile AB tartışmalı bölge ile komşu haline geldi. Genişlemenin devam etmesi ile bu komşuluk ilişkisi giderek artacak. Rusya bu bölgede sorumluluğunu bilen bir aktör gibi davranması ve bölgesel bütünleşmeye saygı göstermesi gerekir. " Ne kadar enteresan değil mi?

Şimdiye kadar penguen yumurtası yediniz mi bilmiyorum ama eğer penguen yumurtası ile omlet yemeği düşünüyorsanız, bir an evvel yumurtaları temin edin ve tadına bakın. Sonra çok geç kalmış olursunuz. Çünkü ABD ve AB yakın bir zamanda Güney Kutbundaki penguenlere yumurtaları için savaş açabilir. Benden söylemesi

Necmi ÖZNEY

15.02.2007 Memleket haber

KUZEY IRAK' TA BU GERÇEKLERDE VAR

Kuzey Irak'ta bazı şeyler oluyor ki insan bazen orada yaşayanlara acıyası geliyor. Kuzey Irak'ta halk eziliyor. Olayları kavramak ve bölge halkına gerçeği anlatmak gerekiyor. Devlet kurduğunu iddia eden zibidi bir aşiret reisi, aslında aşiret değil de çete reisi demek daha yerinde olur. Belli bir azınlık olan Barzani işbirlikçilerinin haricinde doğru dürüst bir işi, aşı olan yok. Kaçakçılık ve çeşitli yolsuzluklar yapan Barzani ve etrafında konuşlanmış çetesi parmaklarını yalıyor fakat Kürt halkının mühim bir kısmı şu anda yoksulluk içinde yaşıyor. Peşmerge kelimesi burada asker unvanı gibi hissedilir ama aslında Barzani çetesi, Barzani militanı demektir. Buradaki halkın çoğunluğu Barzani ve işbirlikçilere aslında şüphe ile bakmaktadır.

Kendilerinden olmayan ve Amerika ile işbirliği yapılmasından rahatsız olan ve diğer Kürtleri ezen, onları zorla tekeline alan, sömüren ve onları temsil etmeyen bu aşirete için, için kızıyorlar. Yani Kuzey Irak yalnızca Barzani ve Talabani aşiretlerinden meydana gelmiyor. Bu Kürtler şu anda şiddetin kendi bölgelerine sıçramasından korkuyorlar, Ankara'da Türkiye-Suriye görüşmeleri, Kerkük'ün de ülkede yaşanan iç savaşa dâhil olacak üçüncü bir cephe haline gelebileceği, Irak'ta güvenlik için yoğun bir güç oluşturulması, ABD'nin Avrupa ve Avrasya işlerinden sorumlu Dışişleri Bakan yardımcılarından Bryza'nın Türkiye'nin tek taraflı olarak Irak'a müdahale etmesinin uzun vadede faydalı olmayacağını belirtmesi, eski ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Brzezinski'nin Irak'taki savaşın İran ile çatışmaya neden olabilecek bir bela olduğunu açıklaması, Amerikan istihbarat örgütlerinin Irak'ın birbirleriyle savaşan etnik devletlere bölünebileceği yönündeki açıklamaları, Irak dağlarında İran'a karşı savaş için Kürtlerin eğitilmesi, bu aşiretlerin bir anda bir ateş çemberi içinde kalabilecekleri olasılığı halkı rahatsız ediyor. Tuzu kuru Barzanicilerin hareketlerinin aslında Kürt halkı için zorlu ve acılarla dolu bir yol olacağının farkındalar. Bu arada iç ağaların baskısı altında olan halk birde PKK gibi bir terörist grubun aralarında dolaşmasından da rahatsızlar. BM Mülteciler Yüksek Komiserliğine göre oldukça mühim oranda kuzey ıraklı genç Kürt nüfusunun son üç yılda komşu ülkelere göç etmesi, olayları bariz bir şekilde açıklıyor zannederim.

Kürt yetkililer, Irak'ın büyük bir kısmını etkileyen şiddetten kendi bölgelerini, kendi menfaatleri için korumaya çalışıyorlar. Fakat iç sorunlar giderek büyüyor. Birçok genç Iraklı Kürdün ayrılmak istediği kuzey Irak'ta gençlerin hafta sonları yapabilecekleri fazla bir şey yok. 15 ila 20 yaşları arasındaki bu genç Kürtler, birkaç gri renkli harabe ev arasındaki üstü çöp dolu alanda futbol oynuyorlar. Oyuncular o kadar oyuna kaptırmışlar ki kendilerini, kalenin arkasında gezinen ineği ve köylerdeki camilerden yankılanan ezan seslerini umursamıyorlar bile.

Yabancı gazetecilerin konuştuğu bir grup genç, hepimiz yaz gelir gelmez ülkeyi terk etmeyi planlıyoruz, çünkü bu ülke ve Barzani, bizi düş kırıklığına uğrattı şeklindeki fikirlerini söylüyorlar. Kuzey Irak'ın bir ucundan öteki ucuna kadar hemen, hemen bütün genç Kürtlerin şikâyeti aynı; iş yok, yolsuzluk almış başını gitmiş, sınırlı politik özgürlük ve sınırlı elektrik var. Üç yıl önce Saddam Hüseyin'in alaşağı edilmesini Kürdistan bayrağı sallayarak, halay çekerek kutlayan Kürtlerden bunları duymak şaşırtıcı. Kendilerini baskı altında hisseden yeni nesil Kürtler, şimdi Avrupa'ya kaçarak iş bulmaktan bahsediyor. Birçoğu da zaten gitmiş. Geçtiğimiz Eylül ayında Yunanistan'a kaçak olarak giren 24 yaşındaki bir Kürt genci Atina'daki bir lokantada çalışarak ayda 1000 dolar kazanıyormuş. Bu gencin annesi, önce oğlunun gitmesine karşı çıktığını, fakat oğlu gittikten sonra fikrini değiştirdiğini belirtiyor. Kürtlerin Saddam'dan özgürlüklerini almak için çok uğraştıklarını, ama aslında Kürt yetkililerin sadece halkın parasını çalabilmek ve kendi çıkarları için çabaladıklarını söylüyor, bu nedenle bütün gençlerin ülkeyi terk etmeye çalıştıkların sözlerine ekliyor. Burada günde sadece iki saat elektrik var ve kış günleri odalarını ısıtabilecek yakıt ise çok pahalı.

Bir bölgesel yönetimi yetkilisi ise, Hayatımız mücadele ile geçti. Şimdi Irak Kürt bölgesinin gerçek anlamda özerkliğini kazanmışken ve özellikle de şimdilerde dışarıdan yabancı işçi getirilirken, neden bu kadar gencin ülkeden kaçmaya çalıştığını anlamadığını söylüyor. Neden gençler diğer ülkelere gitmek için ayrılıyorlar diye olayı sorguluyor.

Eskiden Saddam'a karşı özgürlük için savaşan Kürtler, şimdilerde ülke içinde yetişen yeni nesil gençler ile güçlerini paylaşmak istemiyorlar. Kürt güvenlik güçleri, Halepçe gibi şehirlerde protestoculara karşı çoğu kez kaba kuvvet uyguluyorlar. Gençler, "burası hapishane gibi ve başımızdakiler zalim" diyorlar ve bu yaz Avrupa'ya kaçak olarak girmeye çalışacaklarını, bunu yaparken ölmeyi bile göze alacaklarını ifade ediyorlar. İşte bu durum da Irak'ta ki aynanın bir arkası. O kadar çok ayna arkası var ki. Uzun lafın kısası, çeşitli unvanlar altında kurulu bir ağalık ve sömürü düzeni. Ayni ile vaki. Türkiye'de ağalık düzeni yok mu zannediyorsunuz. Sıkıysa ağaların kurmuş olduğu tezgâha veya avantalarına yan bakılsın. Onlar her yerde şimdi. Halkın kanını emiyorlar.

Necmi ÖZNEY

14.02.2007 Memleket Haber

EMPERYALİST DÜNYANIN SENARYOSU KIBRIS ORTAK DEVLETİ

Annan planında, tüm doğal kaynakların ''ortak devletin'' denetimine verildiğini, Kuzey Kıbrıs'ta akan derelerin dahi ortak devletin kontrolünde olacağını belirtilmişti, Kıbrıs Türklerinin AB'ye uyum çalışmasını yapmadan acele referandumla AB'ye alınmak istenmesinin arkasında yatan en önemli unsurun ne olduğunu anladınız değil mi? Daha çok öncelerden bilinen ama yaklaşık bir buçuk yıl kadar önce deşifre olan bir bilgi. Kıbrıs'ın kuzeyinde Girne İskenderun arasında ve güneydoğusunda; Kıbrıs, Suriye, Lübnan, İsrail, Mısır arasındaki bölgede dünyanın en zengin gaz ve petrol yataklarının olduğu ortaya çıktı gibi. Bütün bunların bilindiğini, ancak diğer tartışmalar yanında bunların, AB, ABD, İngiltere ve Rum yönetimi tarafından gözden kaçırılmaya çalışıldığı ve Türk tarafını nasıl uyutulduğunu gördünüz değil mi?

Girne-İskenderun arasında da zengin petrol yatakları mevcut. Bu konu ile ilgili TPAO'nun sismik gemisinin raporları mevcutken, Türkiye ve KKTC tarafından herhangi girişim yapılmamaktadır. Bilimsel verilere göre, Kıbrıs Adası'nı çevreleyen sularda 8 milyar varillik petrol rezervi bulunmaktadır. Kıbrıs ile Mısır arasında, Ada'dan 50 deniz mili uzaklıkta ve denizin yaklaşık 2 kilometre altında zengin petrol yatakları tespit edildiğini yönündeki iddiaların ciddi olarak araştırılması ve değerlendirilmesi gerekmektedir.

ABD ve İngiltere'nin Kıbrıs sorununa müdahil olmasının ve Güney Kıbrıs'ın apar topar üyeliğe kabul edilmesinin altında petrolün yattığını aşikârdır. AB ve ABD Kıbrıs adasının tümünü, düzmece Annan planı uygulamaları ile AB'nin içine almaya çalışmak suretiyle, Doğu Akdeniz'deki petrol ve gaz rezervlerimizin tümünü kontrol altına almaya çalışıyor. Bunu yaparken iki hususu göz önünde bulunduruyorlar, birincisi Türkiye'yi bu rezervlerin uzağında tutabilmek, ikincisi de başlatmış oldukları çalışmalara uluslararası hukuk kılıfı uydurmaya çalışmak. Uluslararası deniz hukukuna göre, petrol ve gazın bulunduğu bölgeyle ilgili herhangi bir siyasi sorunun bulunmaması lazım. Bu bölgede şu anda bir siyasi sorun var ve bu siyasi sorun devam ettiği sürece burada hiçbir araştırma yapılamaz. Rumlara teşekkür etmek lazım referandumda hayır dedikleri için.

İngiltere, Kıbrıs'ta iki egemen askeri üsse sahip olduğunu belirterek, bu üslerin karasularını 3 milden 12 mile çıkarmaya çalışıyor, AB'nin ve AB Komisyonu'nun genişlemeden sorumlu üyelerinin aslında Kıbrıs'ta hiçbir zaman çözüm istemediğini ve bu çözümsüzlüğün aslında AB ve ABD'nin gizli niyetlerinin çözümü olduğu gün gibi meydanda.

ABD, Avrupa Birliği ve özellikle İngiltere'nin Kıbrıs sorununa ilgisinin altında "petrol" yatmaktadır. AB'nin Güney Kıbrıs'ı uluslararası hukuku çiğneyerek apar topar üyeliğe almasının nedeni de budur. Güney Kıbrıs'ta Agratur ve Episkopi adında iki askeri üsse sahip olan İngiltere, bu üslerin bulunduğu bölgedeki denizde petrol arama çalışmaları yapmaktadır. İngiltere'nin petrolden pay kapmak için Kıbrıs'taki askeri üslerini egemen devlet toprağı sayarak karasularını 3 milden 12 mile çıkarmaya çalışmaktadır.
Demek ki İngiltere'nin, Ada'da iki bağımsız devleti var ki karasularını genişletme talebinde bulunuyor. İngiliz mantığına göre bir damla petrol bir damla kandan daha değerlidir. İngiltere'nin asıl niyeti petrolden pay kapmaktır.

1960–1974 yılları arasında ABD Petrol arama şirketinin, geçit kale havaalanı güneyinde petrol kuyusu ile Gazi Magosa'nın doğusundaki açık denizdeki petrol kulesi vardı. 1974 Barış harekâtı ile karada bulunan kuyu beton ile kapatılmıştır. Denizdeki kule ise sökülerek götürülmüştür.
ABD Kıbrıs'a Özel Temsilci tayin edecek kadar Kıbrıs ile ilgilenmektedir. Ceyarlar petrol olmayan yeri sevmez. Ancak Kıbrıs açıklarında petrol olduğunu gizlemeye çalışıyorlar. ABD'nin petrol ihtiyacının yüzde 60'ını ithal ettiği, 10 yıl sonra yüzde 100'ünü ithal etmek zorunda kalacağı, AB ülkelerinin kullandığı petrolünün ise yüzde 50'sinin ithal olduğu bilinmektedir. ABD ve AB için petrol, hayat iksiridir. Kıbrıs da bu iksirin kaynağına demir atmış sorunlu bir gemidir. ABD merkezli bir petrol şirketinin Cumhurbaşkanlığı görevi sırasında Rauf Denktaş ile görüştüğü ve Kıbrıs petrollerinin yüzde 50'sini teklif ettiği herkes tarafından bilinmektedir. Annan Planı'nda Kuzey Kıbrıs'ta yer alan Karpaz'ın otonom bölge olarak Rum tarafına bırakılmak istenmesinin nedeninin de Girne-İskenderun arasındaki petrol rezervleridir.

Geleceğin enerji merkezlerinden biride her halde Kıbrıs olacaktır. Bu da AB, ABD ve İngiltere'nin iştahını kabartıyor. Annan Planı, aslında bir petrol paylaşım planıdır. AB ve ABD Kıbrıs'ın petrol kaynaklarını kendi kontrollerine alma hevesiyle Annan Planı'nı burnumuza bunun için dayadılar.

2003 yılında Mısır'la Güney Kıbrıs Rum Kesimi arasında, Akdeniz'de petrol aramak için deniz yataklarının paylaşımı konusunda bir anlaşma imzalanmıştır. Türkiye'nin anlaşmayı protesto için Mısır'a nota vermiş, ancak buna rağmen Mısır petrol aramalarına başlamıştır. Suriye, Ürdün, Lübnan ve İsrail de bu proje ile yakından ilgilenmektedirler. Sakın zannetmeyin ki bir önceki satırda adı geçen ülkeler, hakikaten petrol aramaya başladılar veya petrolle hakikaten ilgileniyorlar. Bu da ABD ve İngiltere kaynaklı bir plan. Bu zavallı Çengelköy zadeler, ABD ve AB'nin yapmaya çalıştıkları petrol cacığına biraz tat versin, diye kullanıldıklarının farkında bile değiller.

Kıbrıs çevresindeki zengin petrol yatakları konusunda Rum kesiminin detaylı açıklamalardan kaçındığını, hatta Rum basınına ambargo uyguladığını, ancak Mısırlı yetkililerin bunu sıkça ifade ettikleri yazılıp çiziliyor.

2001 yılı Haziran ayında yapılan Mısır-Rum görüşmelerinin ardından Mısır'ın Rum Kesimi Büyükelçisi Ömer Metwally'nin, "Hükümetimizin İsrail-Suriye-Mısır- Kıbrıs arasında bulunan geniş petrol havzalarına ait ciddi tespitleri var" demiştir.

Güney Kıbrıs Rum Kesimi, Suriye, Mısır, Ürdün ve Lübnanlı yetkililerin 2002 yılı Nisan ayında Ürdün'ün başkenti Amman'da yapılan konferansta konuyu ele almışlardı. Bu toplantıda da Mısırlı yetkilerinin "dünyanın en geniş petrol yataklarının Kıbrıs çevresinde olduğunu" söyledikleri tutanaklara kaydedilmiştir.

Rum Kesimi ile söz konusu ülkeler arasında son 5 yıldır yoğun bir görüşme trafiği yaşandığı, bu görüşmelerin içeriğinin yabancı haber ajansları ve internet siteleri tarafından duyurulmuştu. Ancak Türk kamuoyu ne bu görüşmelerden haberdar, ne de Kıbrıs'taki petrolden. Allah'tan Rum tarafı referandumda hayır dedi de, Türkiye yeni bir kıskaç altına girmekten kurtuldu. Daha doğrusu kıskaç kendi kendine ötelendi.

KKTC, bu petrol üzerinde Rum tarafıyla eşit haklara sahiptir. Ancak görüşmelerde dışlanmaktadır. KKTC'yi bu haktan mahrum bırakmak için devlet olarak tanımıyorlar. İki devletli çözüm önerilerini reddediyorlar. Kıbrıs üzerinde oynanan oyunun özü budur. Türkiye'nin Kıbrıs konusunda politika üretirken çok dikkatli olması gerektiği halde, Dışişleri Bakanlığının Kıbrıs politikası nedir acaba. Dünya üzerinde Bu kadar stratejik öneme sahip bir bölge az bulunur. Rum Maliye Bakanı Takis Klerides'in Eylül 2002'de New York'ta yaptığı bir konuşmada, hükümetin açık deniz petrolcülüğü ile ilgili projelerini desteklediğini anlattığını hatırlanmalı ve kendimiz için ders çıkartılmalıdır.

Türkiye için Sevr antlaşması neyi ifade ediyorsa, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti içinde Annan planı eşdeğerdir, hiçbir farkı yoktur. Şehitlerin kanı ile alınan topraklar nasıl pazarlık konusu yapılabilir, nasıl geri verilmeye çalışılabilir. Dikkat edilirse Rumların KKTC'den istedikleri topraklar ve sonraki talepleri de, adanın kuzeyindeki petrol yataklarını ele geçirmeye yöneliktir. Türkiye'de Sevr zamanı kimler Sevr'i savunmuş ise şu anda da onların torunlarından bir miktar KKTC'de bulunmaktadır. Referandumda çıkan evet oyları bana bunu düşündürüyor.
Ada tamamen Rum egemenliğine geçtiği takdirde, karasularını ilk etapta 6 mil, sonra 12 ve daha sonra 35 mile çıkartacağını tüm Dünya bilmektedir. Bu şekilde, hem enerji kaynaklarına, hem de Türkiye'ye güneyden tehdit unsuru oluşturarak hükmetmeyi düşünmektedirler. Ama bazılarımıza göre Kıbrıs stratejik öneme sahip değildir. Hatta Türkiye'ye yüktür. Verelim de kurtulalım bari düşüncesin de idiler. Hala bu kafada olan var mı? Bilemiyorum
GKRY ile KKTC'nin birleşmesi ile meydana gelecek olan Kıbrıs Cumhuriyetinin kara suları haklarını kullanarak bu bölgede petrol üretimine geçmesi, enerji politikalarımızı çok kötü olarak etkileyecektir. Bizim güney sahillerimizin güvenliği ve bu petrol varlığını kaptırmamız halinde zararımız çok büyük olacak ve ulusal güvenliğimiz tehdit altına girecektir. Bu durum herhalde bizi pek ürkütmüyor ki, petrol kanunumuzu bile çıkarttık. Pek ilgi duymuyordum ama şimdi bu kanunu en ince noktasına kadar irdelemeye karar verdim. Her halde ulusal çıkarlarımıza uygundur sanıyorum. Cümledeki ulusal kelimesini bir anlam vermesi için koydum. Özür diliyorum. Ulusal, milliyetçi, vatansever gibi kelimelerin çağdışı olduğunu duydum da arkadaşlarımdan.

Necmi ÖZNEY

12.02.2007 Memleket Haber

TÜRKİYENİN AB GERÇEĞİ, KIBRIS VE TÜRKLÜK

Türk halkına göre Kıbrıs, AB tarafından Türkiye'nin kalbine doğrultulmuş bir hançer olarak kullanılıyor, Türkiye'nin Avrupa'ya artan yabancılaşmasının esas sebeplerinden biri bu. Avrupa Birliği geçen hafta Türkiye'den, gerçekte 25 üyeli 'Hıristiyan kulüple' üyelik müzakerelerinin devamının bir bedeli olarak Güney Kıbrıs'taki Rum yönetimin tanımasını talep ettikten sonra Avrupa aleyhine hissiyat sadece belli bir kesim içinde değil tüm Türkiye çapında artıyor.
Rum yönetimini tanımak, ister ticari ilişkiler, ister siyasi eylem biçimini alsın, hiçbir Türk Hükümeti, Türk halkı ve KKTC halkı tarafından reddedilme korkusuyla bunu kabul etme riskini hiçbir zaman göze alamaz. Zaten Avrupa'daki bazı ırkçı kesimler de, Kıbrıs meselesini, Türkiye'yi mümkün olduğunca uzun süre AB'den uzak tutmak için bir niyet gizleme perdesi olarak kullanmayı düşünüyor.

Bu görüşe göre Türkiye, halen siyasi ahenk arayışında olan Birliğe alınmak için çok büyük, çok yoksul ve çok İslami. Dünya'nın her ülkesinin kendine özgü bir yapısı var. Gerek dini olsun gerekse tarihten gelen etnik yapıları olsun. Bu da her ülke için normal bir durum. Avrupa Birliği tarafından talep edilen reformlar, Laikliğe, milli değerlere ve Atatürk'e olan bağlılığının sorgulanması anlamına geliyor. Hele, hele hiçbir güç, en doğru bir Dünya görüşü olan Atatürkçülüğü kesinlikle sorgulayamaz.

Türkiye'nin dinini ise hiçbir kimse sorgulayamaz. AB ve ABD, ılımlı İslam, yok şöyle İslam yok böyle İslam demekle acaba neyi kastediyorlar biliyor musunuz? Türkiye'yi dinsel olarak zayıflatmak. Mezhep bölücülüğü yetmedi bir bölünme daha. Bunun sonucu olarak, tarikatlar daha güçlenecek ve halk kandırılarak daha rahat bir şekilde istedikleri gibi yönetecekler. Yapılan son kamuoyu araştırmaları, Türklerin yüzde 81'inin AB'nin Türkiye'ye yönelik tavrının 'samimiyetsiz ve haksız' olduğunu düşündüğünü, Türkiye'de ABD'ye ve bölgedeki amaçlarına yönelik sempatinin sürekli olarak düştüğünü gösteriyor.

Washington sürekli olarak AB'den, Batı ve Müslüman Doğu arasında önemli bir köprü olarak görülen Türkiye'yi kabul etmesini istiyor. Niçin? Çünkü ABD'nin bölgede atacağı her adım Türkiye'nin duruşuna bağlı. Şu an ABD çıkarları bunu gösteriyor. AB'nin müzakere paketinin bölümlerinin dörtte birini askıya alma kararına aldırmayan hükümet Türkiye'yi Avrupa'ya bağlama çabalarını sürdüreceğinde ısrar ediyor. Ancak, 'AB kabul edilemez koşullar öne sürerse, ilerleme sağlanmasının imkânsız olacağını' da ekliyor. Geçen günlerde AB zirvesinde Türkiye ile müzakerelerin sekiz başlıkta dondurulması, Avrupa'nın Türkiye'nin adaylığına yönelik isteksizliğini ve Kıbrıs sorununu ele alma konusundaki samimiyetsizliğini gösterdi. 72 milyonluk Müslüman nüfusu olan ve topraklarının sadece yüzde 5'i Avrupa'da bulunan Türkiye'nin adaylığı tüm AB liderleri için büyük bir ikilem yaratıyor.

Avrupalılar bu ülkeyi ret mi etmeli yoksa kucaklamalı mı karar veremiyorlar. Bazıları Avrupa'da bir Türkiye'nin, Avrupa dışında bir Türkiye'den daha iyi bir şekilde kontrol edilebileceğini savunuyorlar. Amaç ne kadar anlamlı değil mi? Türkiye ile müzakerelerin kısmen askıya alınması sadece sinir bozucu ya da erteleyici bir girişim değildi. Avrupa Birliği için bu sıkı pazarlık ayrıca, bir tarafta Türklerin inatçılığı ve gururu, diğer tarafta da Yunanlıların ve Kıbrıslı Rumların veto tehditleri arasında sıkıcı bir denge kurma girişiminin de bir başlangıcıydı. Hükümetin, endişeleri giderici sloganlarla bu aksaklığı kamufle etmeye çalışmasına rağmen, halk rahatsız. Batılı seçkinler, Avrupa Birliği'nin tutumu nedeniyle, 'Türkiye'nin Avrupa için bir kayıp' olup olmadığına dair spekülasyonlar da bulunsa da, pek çok Türk, Birliğin Kıbrıs sorunuyla çok özel meşgul olduğunu düşünüyor.

Avrupa Birliği'nin Kıbrıs konusunda Türkiye'ye birçok ayak oyunları yapması nedeniyle, milliyetçiler ve Osmanlı zaferlerinin nostaljisiyle körüklenen Türkiye'nin dış politikasında değişikliğe gitmesini destekleyen sesler daha da yükseliyor. Yeni bir slogan yaymaya çalışıyorlar. Slogan şöyle " Hepimiz Osmanlıyız " . Biz TÜRK'ÜZ, Orta Asya'da da Türk'tük, Selçuklu ile de Türk'tük, Osmanlı ile de Türk'tük. Kıbrıs'ta da Türk'üz. Atatürk Türkiye'sinde de Türkoğlu Türk'üz. Ne mutlu Türk'üm diyene. Ne mutlu Büyük Atatürk'ün düşüncelerini paylaşarak Türk'üm diyebilene.

Necmi ÖZNEY

08.02.2007 Memleket haber

YERKÜRE BİLE İSYAN EDİYOR ARTIK

Kongrede Demokratların çoğunluğu ele geçirmesine rağmen Bush'un, kendi tek yanlı, insanlık dışı ve Dünya'da karışıklıklar yaratan politikalarında ısrar ettiğini görüyoruz.
Kongrenin ve Beyaz Sarayın Cumhuriyetçilerin denetiminde olduğu günlerde Bush'un tek yaptığı, bir diktatör gibi davranmaktı. Danışma görüşmeleri, Bush için sadece neye karar verdiğini Demokratlara bildirmek anlamına geliyordu. Ancak artık Kongrede çoğunluğu Beyaz Sarayla uyum içinde hareket eden Cumhuriyetçiler değil, Demokratlar oluşturuyor. Ve değişim isteyen bir ülkeye liderlik etme görevi de onlara düşüyor. Demokratların en önemli görevi, bu konuda gerçekten istekli olan cumhuriyetçiler varsa onlarla bir fikir birliği oluşturmaktır. Eğer bunu başarırlarsa, Bush'u bile bir uzlaşma zeminine çekebilirler. Fakat Bush'un psikolojik yapısı ve etrafındaki şahinler böyle bir uzlaşma içine girer mi bilinmez

Bush, 6 yıllık başkanlığı sırasında ilk kez muhalif bir Kongreyle çalışmak zorunda olduğunun bilincinde. Irak konusunda kendi bildiğini yapmakta ısrar eden Bush son şansını zorluyor.
Eğer Bush Kongreyle çatışmayı sürdürürse, Irak Çalışma Grubunun önerdiği ve Senatörlerin de desteklediği Irak'tan aşamalı çekilme planını hayata geçirmek zorunda kalabilir. Hiçbir başkan, seçmenlerin desteği olmadan bir savaşı sürdüremez. Ve başkan Ford'un 1975 yılında Vietnam savaşında acı bir şekilde öğrendiği gibi, Kongre gerekli finansmanı sağlamadığı sürece Amerika hiçbir savaşı sürdüremez

Irak konusunda olmasa bile Bush'un iç politikaya ilişkin sözlerinin Beyaz Sarayla Kongre arasında bir uzlaşmaya sağlanabileceği görüşünde olan Amerikalılar var. Son zamanlarda Dünya'da Amerika aleyhinde gelişen kamuoylarının tersine çevrilmesi için, Amerikan çıkarlarını koruyarak yeni bir strateji geliştirme isteği ağır basıyor.

Başkan Bush'un görevdeki son iki yılında egemen olacak olan yeni bir siyasi yapılanma içinde, iki parti arasında işbirliği sağlamak hem ülkenin hem de Demokratların çıkarına olabilir. Bush, bir konuşmasında enerji, sağlık, eğitim ve göç konularında en azından üzerinde konuşulabilecek bir zemin hazırlamaya çalışıyor. Kongre ise, bu zemini reddetmek yerine, olumlu bir yaklaşım sergileme hazırlığı içinde. Bu da çok zor olmasa gerek. Çünkü Amerikan dış politikası emperyalizm ve sömürü düzeni üstüne kurulu. Yeni bir politika kuracakları zaman bile düzen değişmiyor. Daha başka yollar açılarak, gerekirse olaylar yumuşatılarak, bu düzen sürdürülmeye çalışılıyor.

Amerika'da iktidara hangi parti gelirse gelsin, dış politika değişmiyor. İşte derin devlet budur. Amaç ABD'nin ve küresel ABD sermayesinin ve düzeninin korunması. Amerikan çıkarlarını korumak için adamların hiçbir zaman vazgeçilemeyecek kırmızıçizgileri var. Ne geçmiş iktidarlar, ne şimdiki ve ne de gelecek iktidarlar bu çizgiyi en ufak bir değişime uğratamaz.
Kısaca Dünya'yı, merkezi Amerika ve başındakiler Amerikalı olan bir avuç insan yönetiyor. Savaşa, barışa, herhangi bir devletin borçlanmasına, büyümesine ve ekonomik dengesine kadar olan kararlar hep bu emperyal tekellerden çıkıyor. Bu düzeni değiştirip, Dünya genelinde yayılmış aile şirketlerinin iktidarı yerine bütün Dünya'da özgürce seçilmiş hükümetlerle yönetilen demokrasi sağlanmadığı sürece insan olarak bizler karanlıkta kalıyoruz. Hele tek kutuplu kalan Dünya'da aydınlığa çıkmak biraz zor gibi görünüyor.

Sanki Dünya durmuş, artık kendi etrafında dönmüyor. Bir tarafı hep aydınlık diğer taraf devamlı karanlıkta kalmış gibi. Bu tekeli kırmak çok zor dostlar çok zor. Dünya bile artık bu kirliliğe dayanamıyor. O bile isyanını iklim değişiklikleri ile gösteriyor. Bize, bazı tehlikeleri anlatmaya çalışıyor ama dinleyen kim.

Necmi ÖZNEY

05.02.2007 Memleket haber

OLMAYACAK DUAYA AMİN DEMEK

Makale yazmanın çok güzel yanları olduğu gibi kötü yanları da vardır. Kendini kaptırınca imla yanlışları yaparsın düzeltmeyi unutursun, öylece gönderirsin. Bazen bu yanlışlar editörün gözünden kaçar, utanırsın. Fakat en tehlikeli kötü yan ise tahminlerde bulunmaktır.
Yazı yazarken kâhinlik yapanlar, sonuç olaylar karşısında aptal ve bozguncu durumuna düşerler. Bu bilgiyi verdikten sonra kendime ve fikirlerime olan güvenime dayanarak şunu kesinlikle yazacağım. Türkiye AB'nin üyesi olamayacak. Bu hiçbir zaman katılmayacak anlamında değildir, fakat kısa vadede Birliğin üyesi olamayacak.
Tabii o zaman geldiğinde AB'nin devam ediyor olması lazım. Blair, geçenlerde Türkiye'yi ziyaret etti. Blair umutsuz demesek de karamsar. Bu deyimleri, Blair'e güvendiğim için değil, AB yöneticilerinin "Oyalama" taktiklerini bildiğim için yazıyorum. Son konuşmalarından birinde şunları söyledi: "Türkiye ile katılım sürecine devam etmemiz önemlidir." Aynı sözleri diğer Avrupalı liderlerden de dinleyelim şimdi. Şansölye Angela Merkel Sosyal Demokratlara katıldı ve Türkiye'nin tam üyeliğinin "denemeye değer" olacağını söyledi. Finlandiya Dışişleri Bakanı Erkki Tuomioja "kapının hala açık olduğunu" söylerken, İsveç Dışişleri Bakanı Carl Bild Türkiye'nin üyeliğini hararetle savunmayı sürdürüyor.
Bütün bu olmayacak dualar tam da Türkiye ile AB arasındaki müzakerelerin, Brüksel'in, Türk liman ve havaalanlarını Rumlara açmaması nedeniyle Ankara'yı cezalandırmak için askıya alma kararıyla bir darbe daha yediği bir zamana denk geldi. Açsaydık herhalde, liman binalarının boyasını, hava alanlarındaki hamalların yük taşırken niçin balet adımları ile taşıma yapmadıklarını bahane edeceklerdi. Blair, askıya alma kararının "ciddi bir hata" olduğunu söylerken Türkiye Başbakanı Recep Tayyib Erdoğan kararı "kabul edilemez" şeklinde nitelendirdi.

Türkiye olarak, şimdiye kadar istesek de istemesek de kabul etmek zorunda kalacağımız daha çok şey olduğunu öğrenmiş olmamız gerekirdi. Bizlerin ayrıca bir engeli aştığımızda Avrupa'nın bir başka engel bulacağını da hissediyor olmamız gerekir.

Sonuçta Türkiye olarak, üye olduk diye, bir kilisenin, hiçbir zaman çalmayacak olan çanlarını bekliyoruz. Bir Fransız diplomatın da söylediği gibi Avrupa, kaybetmek istemediği, ancak aynı zamanda evlenmeyi de hiçbir zaman düşünmediği bir metresi olan adama benziyor. Türkiye'nin en vahim hatası, ABD'nin yardımını istemek oldu.
İngiltere de her zaman olduğu gibi Amerika'nın tarafını tuttu ve Türkiye'nin katılımını stratejik temellere dayandırdı: "Katılım, sadece Türkiye açısından değil, Batı ile Müslüman Dünya arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi yönünden de öneme sahiptir." İşte burasını anlamadım. Hemen din öne sürüldü. Aslında söylenmek istenen şey de din mevhumu oldukça AB'ye giriş yok size canlarım benim demekti.
Kapıları kapatmak dünya genelinde Müslümanları uzaklaştıracakmış. Niçin uzaklaşsınlar ki bakın Suudiler, Ürdün, Mısır ile uyumlu bir havaları var. Öte yandan, "Türkiye'yi dâhil etmek ise Batı ile İslam dünyası arasında köprü kurulmasını sağlayacakmış." 4. boğaz köprüsünden bahsediliyor herhalde. Türkiye'nin, bir "Hıristiyan Kulübünden" dışlanma hassasiyeti oldukça yanlışmış:" "Avrupa bugün bir Hıristiyan kulübü değilmiş ve hatta radikal İslamcılık korkusu da başlıca faktör değilmiş.

Aslına gelirsek sorun kültürel, ekonomik veya dini değil basit biçimde coğrafi imiş. Bunun oldukça geç farkına varmışlar, ancak Türkiye'nin neden uzun bir süre Birliğin üyesi olamayacağını bu şekilde açıklıyorlar." Ben bu cümleleri duyduktan sonra canım sıkıldı ve çok üzüldüm. Afganistan, Türkmenistan ve Kırgızistan gibi ülkeler adına. Onların coğrafi sorunları yüzünden AB ile ilişki kurmaları biraz zor. Şaka bir yana. Ben AB yöneticilerini hakikaten seviyor ve takdir ediyorum. Nedenini sorarsanız, adamlar lafı kıvırtmadan adam gibi söylüyorlar. Maksatlarını gayet açık anlatıyorlar. Biz buna dış politika diyoruz. Onlar ise, politika molitika yapmıyorlar. Gayet açık sömürü düzenlerini yerleştiriyorlar. Zaten ekonomi çarkı AB'ye doğru dönüyor.

Türkiye olarak o kadar çok seçeneğimiz var ki. Ama hepsini de görmemezlikten geliyoruz. Bizim de içinde olmamız gereken birkaç tren var şu anlarda. O trenlerde kalktı kalkacak. Trenlerin sahipleri nerdeyse yalvarıyorlar ne olun kaçırmayın diye. İşte bu fırsatlardan sadece ikisini yazıyorum, örnek olarak.
İran, Türkiye'nin İran'dan doğalgaz ithal etmek yerine İran'da doğalgaz yatırımlarına katılmasını ve Türkiye'nin İran doğalgazı ihracatına bizzat iştirak etmesini istiyor. Bu isteği, İran İslam Cumhuriyeti İslami Şura Meclisi Enerji Komisyonu Başkanı dile getirmiş. İran'ın komşu ve dostu Türkiye ile işbirliğini geliştirmek konusunda her hangi bir sınırlaması olmadığını da söylemiş. Çokta güzel söylemiş.
Rusya'nın Gasprom şirketinin Ermenistan'ın İran İslam Cumhuriyeti sınır bölgesinde rafineri kurulması projesini inceliyor. Bu proje, petrolün İran'dan alınarak, Ermenistan'da kurulacak rafineride arıtılması ve ihtiyaç fazlasının Tebriz'e geri verilmesini içeriyor, Ermenistan'ın sırf Türkiye'nin ilgisizliği yüzünden başına konan talih kuşunu görebiliyor musunuz?

Necmi ÖZNEY

03.02.2007 Memleket Haber

KARADENİZ EKONOMİK İŞBİRLİĞİ TEŞKİLATI, TRABZON VE ABD İLİŞKİSİ

1992 yılında temelleri atılan, Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı hakkında epey bir süredir yazılıp çizilen pek bir şey yok, fark ettiyseniz.
Varsa da yoksa da Avrupa Birliği. Kısaca bu teşkilat hakkında bilgi vereyim. Şu an tam on iki ülke (Türkiye, Azerbaycan, Gürcistan, Rusya Federasyonu, Romanya, Bulgaristan, Moldova, Romanya, Arnavutluk, Yunanistan, Sırbistan) üye olarak faaliyet göstermekte. On iki ülkede (Amerika, İtalya, Fransa, Almanya, Polonya, Beyaz Rusya, Tunus, Mısır, Çek Cumhuriyeti, Hırvatistan, İsrail, Slovakya ) ise, gözlemci ülke pozisyonundadır. KEİT'nin ana amacı, sermaye, mal, işgücü gibi ekonomik enstrümanların, genel olarak Karadeniz de ve üye ülkeler içinde serbest dolaşımını sağlamaktır. Her nedense bu işler için gerekli kanunların ve yapılanmanın hazırlanması zorlanmakta, dolayısı ile bu teşkilatın çalışmasına bir yerlerden kırmızı ışık yakılmaktadır. KEİ teşkilatının ana fikri Türkiye'den çıkmıştır. Fakat bazı üye ülkelerin AB ye üye olma arzuları, hatta ve hatta fikir babası Türkiye Cumhuriyeti'nin bile, histerik bir şekilde AB ye girme arzusu bu teşkilatı ikinci plana itmiştir. Bu kadar ülke arasında yalnızca Rusya Federasyonu AB'ye üyeliği kesinlikle düşünmemektedir. Romanya ve Bulgaristan niçin bu kadar acele ile AB sınırları içine alınmıştır anladınız mı?

Dikkat çekecek diğer bir durum ise, şimdi ve gelecekte Karadeniz'in enerji dağıtım merkezi haline geleceğidir. Enerji dağıtım merkezi olacak dendiğinde, bu merkeze enerji sağlayacak önemli bir ülke olan İran'ın adı bile geçmiyor üye ve gözlemci ülkeler arasında. Bu teşkilat kurulurken bazı ülkeler İran'ı bilhassa dışarıda mı bıraktırmışlardır. KEİT'nin sınırları içinde 360 milyon insan yaşıyor. Bu insanlar yaptıkları genel ticaretin yarısını KEİT içinde yapsalar yaklaşık 300–350 milyar dolar kadar bir ticaret hacmine sahip olabilirler. Yani sözün özü Karadeniz stratejik, politik ve ekonomik öneme sahip bir coğrafyadadır.

Ben biraz coğrafya bilginize ekleme yapayım. Karadeniz bir Dünya denizidir. Beyza'nın dediği gibi Plüton'da değil. Bu ne demektir? ABD ve AB'nin burnunu buralara da sokacağı anlamına gelir. Dikkat etti iseniz gözlemci olarak sokmuşlar bile. ABD Türkiye'den kendisine Trabzon'da üs verilmesini istiyor. Şu anda bütün gözler BOP 'sine çevrildiğinden, halen ABD'nin diğer projeleri bakışları üzerine çekmiyor. ABD'nin bu projesi, Baltık denizinden Orta Asya'ya kadar olan bir coğrafyayı etki alanı içine alma isteği üzerine kurulmuş. Bu durumda İran bu projeye olumsuz etki yapabilecek, zorlaştıracak bir ülke. ABD Trabzon'da üs kurarsa İran'a buradan müdahale yapabilmek gayet kolaylaşacak. Bir sene kadar oluyor birde baktım uydudan yayın yapan bir TV istasyonu. Biraz dinledim Azeri lehçesi ile yayın yapıyor konuşmacılar ise İran'da yaşayan Azeriler ve İran aleyhtarlığı yapıyor. TV'nin finans ayağı ise ABD tarafından karşılanıyor. Neyse ki bu pis bölücü yayın üç dört ay devam etti ve bitti. Şimdi kısaca, inelim Trabzon limanına ve kente genel olarak göz atalım. Trabzon halkı milli duyguları ve milli duruşu ile saygı duyulması gereken bir halktır. Dini duyguları ise gayet kuvvetlidir. Yapıları itibari ile civanmert insanlardır. Yani Trabzon halkının huyu, suyu Amerikalı coniye uymaz. O zaman ne yapmalı da halkın bu özellikleri kırılmalı ve bozulmalı. Bir zamanlar bir haber yayılmıştı. Hıristiyan hüviyetini gizleyen papazlar, Trabzon'da camilerde imamlık yapıyor şeklinde. İkinci defa bir papaz 16 yaşında bir çocuk tarafından öldürülüyor. Üçüncü olarak ise Trabzon'dan silah kaçakçılığı, insan kaçakçılığı, uyuşturucu kaçakçılığı ve hatta kimyasal silah kaçakçılığı yapıldığı haberleri yayılmaya çalışılıyor. Başka bir haber kanalından nataşa olayı Trabzon'a mal edilmeye çalışılıyor. En son olarak Hırant Dink cinayeti ile gündeme geliyor. Bir dantel gibi ince, ince işlenen, iç işbirlikçileri ile organize edilen pis bir iş. Bir 5.kol faaliyeti. Taze mısır ekmeği gibi kokusu aşikâr meydanda. 2005 yılında bildiri dağıtan tayadlılar linç edilmek istenmişti hatırlarsanız. 1997 yılında ise bir sempozyum için Trabzon'a giden Fener Rum papazı Bartholomeos ve Rahmi Koç'un limana inmesine izin verilmemişti.

ABD'nin Türkiye hakkında bu bölgede akıllara durgunluk veren bir savı var. Neymiş efendim, Türkiye bölge ülkelerinin daha demokratik bir yapıya kavuşmasını engelliyormuş.
ABD'nin ana düşüncesi Karadeniz'de Rusya Federasyonu'nun etkisini yok etmek. Ve enerji güvenliğini kendine göre sağlamak. En önemlisi de yukarıda ki bahsedilenler yanında bölge ülkelerine demokrasi ve hürriyet götürmek. Trabzon'u üs olarak alamayan Amerika şimdilik kaydı ile Askerini sahneden çekip, güya barışçı yollarla burada etkinlik sağlamaya çalışacak gibi görünüyor. Gürcistan ve Ukrayna'da yaptıkları malum. Irak' a demokrasinin nasıl yerleştiği malum. Haydi, bari bırakalım buralara da demokrasiyi getirsinler. Sonuç olarak ABD'nin kendi çıkarları açısından öyle veya böyle, bölgeye yerleşme çabalarını ve bu sonuç için yapacaklarını pislikleri izlemeye hazır olun.
Bakın. Trabzon, Pelit'te bazı kişilerin kendilerine polis veya jandarma süsü vererek halktan bilgi topluyor. Bazı kişileri alıp bir yerlere götürüyor. Kimliklere el koyuyormuş. Uyanık olalım.

Necmi ÖZNEY

necmiozney@gmail.com

29.01.2007 Memleket haber

BUNDAN SONRA BENDE BAŞROL İSTERİM

Hayatımın hiçbir döneminde hiçbir kimseye, kuruluşa veya herhangi bir şeye haksızlık etmek istememişimdir. Bu düstur benim için bundan sonrada geçerli olacaktır. Geçmiş yazılarıma göz atarken, bazı yazılarımda, ABD ve emperyalist takımına biraz sert bir biçimde yüklenmişim. Tabi yahu, bu adamlar 1998 yılında bize yardım etmişti terörist başı Abdullah Öcalan'ın yakalanması konusunda. Hatta paketleyip elimize teslim etmişlerdi. Vah ki vah, mahcup oldum. Resmen ter bastı. ABD'nin Türk güçlerine nasıl yardım ettiğini anımsadım. Hem de büyük bir tevazu içinde. Kendilerini hiç öne sürmeden.

Bu düşünceler içinde bari o tarihleri biraz araştırayım da ABD hakkında birazda iyi şeyler yazayım. Ayıp oldu adamlara doğrusu demiş bulundum. Vallahi araştırdım, ama iyi bir şeyler bulup ta yazamadım. Eh iyide oldu haksızlık yapmadığımı anladım. Vicdanım çok rahat şimdi.
Saddam Hüseyin'in idam edilmesinden sonra, Irakta ki Kürt sorunuyla ilgili olarak ABD'nin yeni politikası daha açık bir şekilde ortaya çıkmaya başladı. Amerikalıların Öcalan'ın yakalanması konusunda Türkiye'ye yardım etmesinin gerçek nedeni de şimdi kafama dank etti. Bu olay, Kuzey Irak'ın iki Kürt lideri Mesut Barzani ve Celal Talabani karşısına zamanla olası bir rakip olarak çıkacak olan Öcalan'ın etkisiz hale getirilmesini amaçlayan geniş bir senaryonun bir bölümü idi.

Öcalan'ın, bundan sonraki gelişmeler için sahanın dışına çıkarılması, Türkiye'deki istikrarı güçlendirecek, Türk halkı sevinecek. Dolayısı ile uyutulacak ve bir bayram havası içinde cambazhanenin yolunu tutacaktı. Aynı zamanda Irak'taki iki aşiret lideri de daha büyük uygulama alanı elde edecek ve Washington'a bağlılıkları artacaktı. İkinci olarak bu, Saddam Hüseyin'i sarsma işlevi görebilecek iç güçleri kontrol etme çabalarında ABD'ye stratejik avantaj sağlayacaktı.

Gerek ülkedeki gerekse de bölgedeki koşulların değişmesi nedeniyle Türk toplumunun büyük bir kısmını sarmaya başlayan yoğun güvensizlik duygusu had safhadaydı o zamanlar. Türkiye'nin içinde bulunduğu güvensizlik ortamı, ülkenin AB yörüngesi içine girme telaşı ile yapılması gereken reformlarla ilgili olarak AB'nin samimiyetsiz ve ikiyüzlü davranışları idi. Senaryonun bu bölümündeki başka bir sahnesi ise, ABD ve AB'nin bu riyakâr tutumlarını perdelemek içindi terörist başının bize teslimi. O zaman edilen stratejik ortağımız teranelerinin ne anlama geldiğini şimdi anladınız mı?
Ey emperyalizmin pençesine düşmüş veya düşmek üzere olan milletler ve bu devletler üzerinde hükümet eden yöneticiler. Bulundukları ülkenin gözbebekleri istihbarat birimleri. Hiç mi farkında değilsiniz bu durumlardan. Hiç mi strateji üretemiyorsunuz. Farkındasınız da, görmemezlikten mi geliyorsunuz. Okuyamadığınız her senaryo, milyonlarca cana mal oluyor. Bakın Irak'a altıyüzellibin ölü. Ve daha niceleri olacak.

Ermenistan yöneticileri, ermeni diasporası sizin emperyalist senaristlerin gözünde üç kuruşluk değeriniz yok. Eğer kaos yaratmak için figüran lazımsa devreye girersiniz. Aynı şey ben şu etnik gruba dahilim. Bu etnik gruba dahilim diyenler içinde geçerli. Açın şu kör gözlerinizi artık.
Şimdi, benim pek kıymetli ABD ve AB li emperyalist imparatorcu, haşmetlû ve senarist ağabeylerimden bir isteğim olacak. Senaryoyu yazdıktan sonra rica ediyorum bana da bir kopya gönderin ki rolümü çalışıp daha iyi bir oyun ortaya koyayım. Allah razı olsun, bana da bir rol vermişsiniz ama ne oynadığımı bilemiyorum. Ben tam sahneye giriyorum, tek laf dahi etmeden bana bir alkış bir alkış. Ama ben bu alkışları hak ederek almak istiyorum. Yani içim rahat değil.

Bush ağabey, senin sözün geçer patronlara. Bir daha ki senaryoda bana esas oğlanın rolünü versinler. Söz, çok iyi oyun çıkarırım. Seni mahcup etmem. Eğer ilgilenir isen ben de boş zamanlarımda senaryo çalışması yapıyorum. Göndereyim de bir oku. Beğensen de, beğenmesen de ben bu filmi çekeceğim eninde sonunda."Atatürk'ün emperyalizme başkaldırışının zaferi II " olacak filmimin adı.

Necmi Özney

necmiozney@gmail.com
27.01.2007 Memleket haber

KÜRESEL ISINMA KOMPLO TEORİSİ 2

Hakikaten Türkiye üzere gizli oyunlar oynanıyor mu? Pekâlâ, oynanıyor, fakat sebepler nelerdir acaba? Tarihin her anında olduğu gibi günümüzde de Anadolu, Dünya halkları ve devletleri arasında güç dengelerini etkileyecek sürekli çıkar çatışmalarının odak noktası olmuştur. Tanrı bizim yazımızı yazarken, insanlık için Türklere bir rol vermiş ve bu rol gereği bizi Anadolu'ya yönlendirmiştir. Büyük Atamızın araştırdığı, fakat ömrünün yetmediği bir soruyu da parantez içinde buraya yazmak lazım. Biz Orta Asya'ya nereden geldik? Bu soruyu her fırsatta araştırın. Neler göreceksiniz neler. Konumuza dönersek, niçin Yüce Tanrı'nın bu planı yapıp ta uygulamaya koyduğu. Çünkü Avrupa, Asya, Ortadoğu, Kafkaslar ve K. Afrika'yı yani Dünya'yı kontrol altında tutabilecek bir noktadadır dersek abartmış olmayız. Yalnız bir şartla. Ya çok adil ve kuvvetli olacaksın, ya da bu işten vazgeçeceksin. Çünkü Anadolu'ya hâkimiyet ateşle imtihan ister. Anadolu mertlik ister, bağımsızlık aşığı millet ister. Anadolu, Atatürk gibi vatanseverler ister, Adam gibi adamlar ister.
Yurdumuz, üzerinde ve yakın çevresinde dünya geleceğini etkileyecek düzeyde sürekli ve çok yönlü çıkar ve güç çatışmalarına sahne olan hassas bir coğrafi konuma sahiptir. Olaylara baktığımız zaman, tarih öncesi devirlerde dahi bu böyle olmuştur. Bırakın uzak geçmişleri, en yakın tarih olan Çanakkale savaşlarını aklınıza getirdiğiniz zaman bile göreceğiniz haçlı ordusu devamıdır. Çok mu komplo teorisi geldi acaba? Hayır, hiçte öyle gelmemeli. Bunu ben demedim de, yazmadım da, uydurmadım da. Şimdi hatırlayın bakalım. Bush, yaptığı bir konuşma da, Ortadoğu da ki işgalini "Haçlı Ordusu"na benzetmedi mi? Oradakiler haçlı ordusudur demedi mi? Aslanımın dili sürçtü. Biz de fırsat bu fırsat, teori üretmeye başladık.
Daha önceki yazılarımdan birinde küresel ısınmadan ve Amerika'nın ne yapabileceğini biraz mizahi bir tarzda anlatmaya çalışmıştım. Biraz abartılı gibi görünse de adamımı tanırım. Abartı yok. İşte size bir teori daha. Yine küresel ısınma ama bu bilimsel bir çalışma. Ayni ile vaki olarak ta Amerikan bilim adamlarının çalışması.
ABD'nin tüm Ortadoğu politikasının sadece petrol rezervlerinin kontrolü olduğu tezinden farklı bir şeyler de öne sürmek gerekmektedir. İşin petrol kısmını zaten, çobanından strateji uzmanına, hatta ilkokul öğrencisine kadar kime sorsanız size söyleyecektir.
Peki, o zaman başka hangi gerekçeler vardır ki Emperyalist güçlerin Ortadoğu'yu kontrol altına alma isteklerinin altında. Bunun cevabı ta Amerika'dan, Pentagon'dan geldi. Askeri Strateji Uzmanı olan ve Pentagon'un en baba ırkçısı Marshall'ın 2004'te hazırlayıp Bush'a verdiği raporunda açık, açık yazmış ve sağır sultan bile biliyor. O da duymuş. Gizli değil yani.
Rapor şöyle kısaca önümüzdeki 25–50 yıl içinde Avrupa'nın kuzeyi aniden çok soğuyacak. İngiltere'nin büyük bir kısmı tamamen buzlar altında kalacak. Hollanda sulara gömülecek. Avrupa'nın İklimi değişecek ve bu yeni buz devri insanları göçe, dolayısıyla savaşa zorlayacak. Bu iklim değişimi, Türkiye, Güneydoğu Avrupa ülkeleri ve Ortadoğu bölgesi gibi yerleri daha az etkileyecek.
Peki, nasıl olacak da Avrupa,25–50 yıl gibi iklim değişimi açısından kısacık sayılabilecek bir dönemde buzullarla kaplanacak? Bunu ilk önce şöyle açıklamak gerekir: Bilindiği üzere kuzey yarım kürede ekvatordan kuzeye doğru gidildikçe küresel konum gereği güneş ışınları daha az açıyla yeryüzüne çarpar ve sıcaklık azalır. Bu gibi etkilere coğrafyacılar kısaca enlem etkisi diyorlar. Türkiye'de bile. 36–42 derece Kuzey enlemleri arasında olduğu halde kışın yoğun kış görüntüleri yaşanıp, hatta sokakta kalanlar donuyorken nasıl oluyor da 50.-58. derece kuzey enlemleri arasında olan İngiltere'de veya 70. kuzey enlemde bile toprağı olan Finlandiya'daki soğuklarda hala yaşam bulunuyor? Sebebi ve cevabı ise. Kuzey Atlantik akıntısıdır.
Peki, nedir bu Kuzey Atlantik akıntısı? Nasıldır? Buyurun cevabı bu. Muazzam su kütleleri saatte dokuz kilometrelik bir hızla Karayipler'den, Amerika'nın doğu kıyısına akarak Atlantik'i aşıyor ve son olarak Kuzey Denizi'ne giriyor. Tropik akıntılar Atlantik bölgesine tabiat kanunlarının vaat ettiğinden daha sıcak bir iklim sunuyor. Okyanustan Kuzeybatı Avrupa'ya taşınan ısıtma sistemi 250.000 atom santralinin enerjisine eşitmiş. Özelikle de kış ayları bu akıntı olmasa ortalama 5–6 derece daha soğuk olurmuş. (Buzul çağı ortalaması ile günümüz sıcaklığının ortalaması arasındaki fark 5 derecedir.) Örneğin Norveç'te Alaska soğuğu olur, Almanya Sibirya iklimine döner, İngiltere'de ağaç olmayabilirmiş.

Bu akıntı İzlanda sularında fizik kanunlarına göre tetiklenmektedir. Dünyadaki tüm ırmakların dan 20 misli daha fazla suya sahip olan bu yüzey akıntısı burada hızla soğuyarak ağırlaşır ve 3 km. kadar derinliğe çökerek güneye doğru akar. Bu şekilde oluşan dümen suyu tropikal bölgelerde oluşan sıcak suyu yukarı çeker.
Fakat deniz suyu yeterli tuz içerdiği zaman dibe çökecek kadar ağırlaşarak bu olayı tetikleyebilir. Deniz suyu çok daha hafif olan tatlı su ile beslendiğinde bu durum çalışmaz. Yani okyanuslardaki büyük akıntılar felce uğrar. Bu da felaketler zincirini tetikler. İşte iklim bilimciler ve dolayısıyla da Amerika bundan da korkuyor. Çünkü küresel ısınma yüzünden tropikal bölgelerde daha fazla su buharlaşırsa, kuzeyde daha çok yağmur yağar ve deniz suyunun tuz oranı azalır.
Kuzey Denizi'ndeki bu düzenin şimdiden bozulmaya başladığını düşünen bazı bilim adamları da mevcut.2004 yılında ve Nature dergisinde, eski ölçümlerle karşılaştırıldığında Kuzey Atlantik akıntısının %20 oranında zayıfladığını açıklamıştı araştırmacı Mr. Hensen.
Bir yandan da küresel ısınma buzulları hızla eritmekte, tuzlu okyanus sularına karışan tatlı buzullar devamlı tuz oranını düşürmeye devam etmektedir. Yani buzulların erimesi de Kuzey Atlantik Akıntısı'nı durdurucu yönde etki yapmaktadır.
Peki, Avrupa'nın küresel ısınma nedeniyle önümüzdeki 25–50 yıl içinde çok sert bir kış iklimine girmesi siyasi açıdan ne gibi sıkıntılar çıkaracaktır? Cevabı çok basittir. Küresel ısınmadan çok daha az etkilenecek olan Türkiye ve çevresinin bir cazibe merkezi olmaya başlamasıyla başta ABD, daha sonra da İngiltere olmak üzere bu coğrafyalarda "Ağalık" yapmak isteyeceklerdir. Belki de %30'u kıyılarda yaşayan Avrupa nüfusunun daha içlere göç etme isteği yüzünden, yaşanabilir alanlar yüzünden savaşlar çıkacaktır. Tabi ki bu gelişmeleri ABD ve İngiltere kendileri kontrol etmek isteyeceklerdir. Dünya'yı onlar kirlettiği halde, yine onlar kargaşa yaratacak ve bu kaostan faydalanarak halkların ocağını söndürecek, yine Dünya'yı kan gölüne çevireceklerdir.
Durum ortadadır.Bir duvara toslanacak. Bu duvar küresel ısınma ve iklim değişikliğidir. Eğer Kuzey Avrupa 25–50 yıl içinde buz iklimine girerse gelişebilecek siyasi kaostan Türkiye'nin çok daha az etkilenmesi için küresel ısınmanın savaş sebebi olduğunu bilmesi gerekmektedir. Çünkü Dünya bir iklim felaketi yaşarsa Türkiye gibi iç denizler arasında kalmış ülkeler yaşanılabilecek tek yer olacaktır. Onun için vatanımızın tapularına iyi sahip çıkalım. Lozan'ı deldirtmeyelim. İç barış ve refah için Atatürk'ün fikirlerine iyi sarılalım. İster ekonomik, ister beşeri. Şimdi ve gelecekte Gazi Paşa'nın yaydığı ışığa çok ihtiyacımız olacak.
Bu yazıları niçin yazıyoruz acaba.
Milletimizin kaderi, kendi iradesi ve kararlarıyla katılmadığı, fakat iç ve dış güçler tarafından yönlendirildiği için. Toplum devamlı olarak, yapay sorunlarla meşgul edildiği ve partizanca tutumlarla gerildiği için. Milli değerlerimiz, devamlı tehlike ve baskı altında tutulduğu için. Daha da önemlisi. Yukarıda yazılanların, bizim düşüncelerimizden değil. Kahrolası emperyalist beyinlerden çıktığı ve bunlara karşı uyanık olabilmemiz için.
Rahat uyu Atam. Devrimlerinin ve vatanımızın bekçiyiz.
Necmi Özney
necmiozney@gmail.com
24.01.2007 Memleket haber

HIRANT DİNK'İN ÖLÜMÜ

Artık herkesin bazı olayları açık ve net olarak görmesinin zamanı gelmiştir.Evvelki yazımda emperyalizmin kafayı yemeğe başladığını yazmıştım.Türkiye üzerindeki emperyalist planlar bir türlü olgunlaşamıyor.Ne yapsalar muhakkak bir yerde bir çatlak oluşuyor.O nu kullanıyor bunu kullanıyor olmuyor.Hırant Dink'i de epey bir süredir kullanıyorlardı.Türk Ordusunun ve Türk halkının kuvvacı ruhunun dimdik duruşunun, emperyalist emelleri için büyük bir engel teşkil ettiğini anladılar ve ortalığı karıştırmak,yeni bir kaos yaratmak için bu cürümü işlediler veya maşalarına işlettiler.1970 li senelere dönelim.O zamanlar emperyalist serseriler asalayı kullanıyorlardı.42 canımız bu gözü dönmüş,kalleş canilerin elinde can verdi şehit oldu.En ufak bir olayda ayağa kalkan batı'da kimsenin kılı kıpırdamadı.Ne zamanki bu olaylarda kaza ile kendi vatandaşları da ölünce,asalanın verdiği zararlar kendilerine de dokundu.İşte o an asala terörü bıçak gibi kesildi.Onlarda planlar bitmiyor.PKK' yı da 1975 ler de hazırlamaya başlamışlardı zaten.1983 gibi asala terörü bitti.1984 yılında PKK devreye sokuldu.Amaç, Türkiye'yi zayıflatabilmek ve bir şeyler ile meşgul etmek.Zamanlamaya ve bağlantılara dikkatinizi çekerim.ABD parlamentosu,ermeni diasporası’nın etkinliği ve bazı devletlerde ermeni tasarısının kabulü, BOP, mop. Zamanlama, ne zamanlama ama değil mi?
Maksat gayet açık. Türkiye’nin zayıflatılma çalışmaları sürerken, ne olur olmaz diyerek içerdeki etnik unsurlara siyasi bir kimlik kazandırmak ve ileri zamanların cadı planlarına hazırlık yapmak. Şu an Büyük Atatürk'ün gençliğe hitabını tekrar okudum. Onu okumak bana ilaç gibi geliyor inanın. Şimdiye kadar ben bir Türk olarak ve bir Türk vatandaşı olarak, Türkiye'de 37 etnik grubun yaşadığını yetkili bir ağızdan yeni öğrendim. Her halde yakın bir zamanlarda da kaç dini grup var, kaç tarikat var onu öğrenirim. Daha ilerde bir tarihte ise, kim nereyi bölecek onu öğreniriz hep birlikte. Gençliğe hitabı okuyun, ne dediğimi anladınız siz değil mi?
Irak'ı göz önüne getirin. Saddam’ın ve Tıkriti'nin asılmasını düşünün. Daha evvelki tarihleri düşünün. Onları kimlerin kimlere karşı kullandığını ve sonlarına da kimlerin karar verdiğini görürsünüz. Şimdi bir süre Kerkük meselesini, Kıbrıs’ı, PKK yı, AB’yi ve Cumhurbaşkanlığı sorunlarını unutun. Cambaza bakın şimdi cambaza diyecekler size. Bakmayın sakın cambaza. Bakın oradan kral geçiyor çıplak filan değil. Çırılçıplak.
Emperyalizm 1800 lü yıllarda ne yaptılarsa. Ayni şeyleri bugün de yapmaya çalışıyor. Gerek dini kullanıyor, gerekirse etnik sorunları deşiyor. Hrant Dink'in ölmesi ile birlikte neredeyse ilk demeci Amerikan elçisi verdi sağ olsun. Yüce Allah tüm milletime ulusal bilinç ihsan etsin.
Sonuç olarak Hrant Dink'in ölümü kötü bir cinayet. Satılmış bir silah tarafından gerçekleşti.
Tüm yakınlarına baş sağlığı diliyorum. Emperyal uşakları lanetliyorum.

Necmi Özney
necmiozney@gmail.com
22.01.2007 Memleket haber