23 Kasım 2008 Pazar

ABD’NİN ELİNE AYAĞINA DOLAŞAN POLİTİKALARI

Amerika Birleşik Devletleri’nin 11 Eylül’den beri yürüttüğü küresel siyasetin ne kadar başarısız olduğunu anlamak için, 2001 de planladığı olaylar ile günümüzde geldiği nokta arasındaki farka bakmak yeterlidir.

ABD’nin sözde 11 Eylül saldırılarına karşılık, planlı, sağduyulu ve mantıklı bir politika uygulayarak dünya halklarını daha kolay elde etmesi sağlanabilirdi.

11 Eylül senaryosu ile gerçekleştirilen korkunç saldırının ülke içinde yarattığı kızgınlığı bekleyen Bush yönetimi, planladığı şekilde hemen harekete geçti. ABD her ne kadar hukuk tanımayan saldırgan tavrına, teröre karşı demokrasi savaşı havası vermeye çalışsa da, bu davranışın emperyalizmin, daha doğrusu Amerika’nın yenidünya düzeni kurma çalışmalarına dönüştüğünü saklayamadı.

Bush’un 2002 yılındaki bir konuşmasında, Afganistan'dan sonra, savaşın Irak, İran ve Kuzey Kore’yi de içine alacak şekilde genişletileceğinden bahsettiği hatırlanırsa. Yapacağı saldırıların kılıfı olarak, Amerika’ya karşı yapılacak muhtemel saldırılara karşı ilk hareket hakkı yalanı olarak bulundu. Amerika uluslararası ilişkilerde, ya bizimlesiniz ya da bize düşman politikası kullandı.

ABD, kendini beğenmişliğin dev aynasında, savaşın ilk günlerinde, Afganistan ve Irak işgallerini bir zafer olarak görmeye ve kendini bir halt zannetmeye başladı. Afganistan’ı Amerika yanlısı bir devlete dönüştürmeyi ve bu şekilde Hint Okyanusu’na akacak petrolün denetimini kendi lehine kullanmayı planladı. Bu plan, bölgede ABD nüfuzunun artmasını sağlayarak, Rusya ve Çin’in bölgedeki nüfuzunu yok etmeyi amaçlıyordu.

ABD’nin Ortadoğu, Kafkaslar, Orta Asya ve Türkiye üzerindeki amacı, serbest piyasa ekonomisi, özelleştirme ve küreselleşme kılıflı oyunlarla, bu bölge içindeki devletleri dışa bağımlı hale getirmektir. Devlet varlıkları haraç mezat özelleştirilirken, ABD bu özelleştirme işlerinde İsrail ile ilişkili şirketlerin öncelikli olmasını sağlamaya çalıştı. Dikkat edilirse, özelleştirmeler, milli çıkar gözetmeden, ciddi ekonomik düzenlemeler olmadan yapılmıştır.

Diğer bir emperyalist çökertme planı ise, memurun, işçinin, çiftçinin, genel olarak halkın, şimdiye kadar kazanmış olduğu sosyal haklarının budanarak yaşamlarını zorlaştırmak, sosyal haklarda kullanılacak paraların fonlanarak bir şekilde küresel sermayeye aktarımını sağlamaktır.

Irak’ta bir milyona yakın sivil hayatını kaybetti. Beş milyon kadar Iraklı yurtlarını terk ederek mülteci durumuna düşürüldü. Bu durum sonucu ise, ilerleyen yıllarda ortaya ABD aleyhine atılmış düşmanlık tohumlarının kök salmasını ortaya çıkaracaktır. ABD yönetiminin Irak’tan geri çekilme söylemleri inanılmaması gereken bir durumdur.

Bush yönetimi terörizmi ezeceğim derken kendisi terörist oldu. Milyonlarca masum insan, Amerikan devlet terörü ile öldürüldü, hapse atıldı, pek çoğu işkenceye ve insanlık dışı muamelelere maruz kaldı.

Bütün bunların savaş suçu sayılması gerekiyor. Batı’da, İnsanlık adına savcılık yapacak, insani değerlerini yitirmemiş bir kişinin çıkmaması bana çok anlamlı geliyor. ABD’nin devlet ideolojisine yerleşmiş bulunan dünyayı kontrol etme ve savaş isteği, Obama değil, hazreti İsa gelse bile değişmeyecektir. Anlayacağınız, ABD Dünya’ya aynı fotoğrafın negatifini gösteriyor.

Necmi ÖZNEY

17 Kasım 2008 Pazartesi

EKONOMİ ZURNASININ ZIRT DELİĞİ

Küresel krizin ABD ve AB ülkelerine ne kadar zarar verdiği rakamsal olarak bilinemiyormuş.

Bu, Amerika ve Avrupa’nın, istediklerini elde edemez ve düşündükleri sömürüyü gerçekleştiremezlerse, “Dünya genelinin ekonomik durumunu tekrar altüst edebilir ve dengeleri tekrar bozarak istikrarsızlığa sürükleyebiliriz.” demektir.

Uluslararası sermaye, sürekli bir biçimde, etki alanını genişletmek etki gücünü arttırmak istediği için, ülke ekonomileri, yapay olarak küresel sermayenin lehine bozuluyor. Uluslararası sermayenin denetimindeki dünya ekonomisinin, ülkeler bazındaki meydana çıkardığı yıkımların çözümleri, IMF ve yerli işbirlikçiler eliyle daha da çıkmaza sokuluyor. Küresel emperyalizmin kurucusu, ABD ve AB sermayelerinin bu şekilde ki davranışlarına artık dur demenin zamanı gelmiştir.

Küresel sömürünün varmak istediği noktaya gidememesi için, sömürülmeye çalışılan devletler bölgesel güçler oluşturmalı ve ulus devletler kendi aralarında birlikler kurarak sömürü amaçlı ekonomik ve politik darbelere karşı koymaya çalışmalıdırlar. Küresel ahtapotun kolu olan IMF tarafından devreye sokulacak senaryo bugünkü bozuk dü­zeni daha da bozacak ve Küresel sermaye daha da azgınlaşacaktır.

Türkiye, küresel sermayenin dayatacağı yeni isteklerle uluslararası şirketlerin tam denetimine sokulmak istenmektedir. Bunun sonucunda ekonomik dur­gunluk artacak, borçlar taşınmaz nok­taya varacak, gelir dağılımı daha da bozulacak ve başta hangi hükümet olursa olsun ekonomik müdahale yapamayacak duruma gelecektir.

Ekonomik güçlükler, zaten can çekişen, bir şeyler üretmeye çalışan yerli sermayenin piyasadan çekilmesine neden olacaktır. Böyle bir durum ise ekonomik ve toplumsal sorunlar yaratacaktır.

Türkiye’nin geri kalmış bölgelerinin sanayi, Altyapı ve tarım gibi sektörlerinin yatırımsız kalması, düşük gelirli vatandaşlara yönelik mal ve hizmet üretiminin de sınırlanması demektir. Sonuç olarak, uluslar­arası şirketlerin küresel hesaplarına uygun bir tüketim yapısı or­taya çıkar ki, bu da ülkeyi yıkıma götürür.

Ülke içindeki yabancı sermayenin egemenliği arttıkça, üretime katılmayan, yüksek faiz kazancı peşinde koşan sermaye giriş çıkışlarının miktarı büyüdükçe, Türkiye bunları dengeleyebilmek için elinde daha çok rezerv tutmak zorunda kalacak ve bunun sonucunda iç ve dış borçları artacaktır.

Türkiye’den dışarı transfer edilen faiz ve kâr toplamı daha da büyüyecektir. Ser­maye birikimine kaynak olması ve Türkiye içinde kalması gereken kazanç ülke dışına çıkacağından, yerli sermaye daha da kötü duruma düşecektir. Bu da, Türk halkının kazancının yalnızca yoğun emek geli­rinden kaynaklanır hale gelmesi, çok az kalacak yerli sermayeyi kârlı tutabilmek için ücretlerin baskı altına alınması, halkın sosyal haklarının giderek yok edilmesine kadar varacaktır. Sermaye geliri olmayan, düşük ücretin oluşturduğu emek gelirine mahkûm bir devlet üçüncü dünya ülkesi olarak nitelenir.

Uluslar­arası sermayeyle işbirliği yapan belli bazı yerli sermayenin zenginleşme­si gelir dağılımını daha da bozacaktır. Uluslararası şirketlerin egemenliğine girmiş yer­li yabancı karışımı bir sermayenin daha da kârlı olmasına hizmet eden bir dev­letin ülke içi barışı koruması zor olacaktır.

Gözünü para hırsı bürümüş belli bir kesimin bunu devam ettirebilmesi uğruna, ortak çıkarların, ortak değer­lerin, ortak tarihin tahrif edilmesi ibretle izlenmelidir. Halkın eğitimini ve refahını yükseltemeyen, hukuk devleti kurallarına saygı göstermeyen bir idarenin, ekonomik ve politik olarak, gücü yok demektir.

Büyük Ata’nın, ekonomik bağımsızlık yoksa ulusal bağımsızlıkta yok demektir sözünü daima hatırlamalı ve ulusal stratejimizi O’nun fikirleri üzerine kurmalıyız.

Necmi ÖZNEY

4 Kasım 2008 Salı

İNSANIN İNSANLA OYNAMASI

Politika, kapalı kapılar ardında, halkın bilgisinden uzak yapılamaz. Böyle yapan politikacı ne kadar samimi olursa olsun, adının kirlenmesini göze almak zorundadır.

Samimiyet olmadan siyaset yapmak ne kadar hatalı ise, uzak durmaya çalışmak da, sahibi olduğumuz söz hakkımızı yok edecek bir hatadır.

Biz, politika ile etkin bir şekilde uğraşmazsak, politika ve politikacı bizimle uğraşmaya başlar. Politik düşüncemiz, kendimize karşı göstermemiz gereken saygının da bir parçasıdır. İnsan'ın insanla oynaması demek olan politika adlı oyunda, istesek de istemesek de bir rol sahibi olmak zorundayız.

Birey olarak politikada etkin bir rol üstlenmeye mecburuz. Bu etkin rol, bizim aktif bir politikacı olmamız demek değildir. Sesimizi duyurmak için en gerekli yollardan bir tanesidir.

Yapılan işler üzerine düşünmek ve araştırmak, diğer bireylerin fikirlerini öğrenmek, kendi düşüncelerimizi anlatmak, doğru düşünceleri savunmak ve yanlış bulduklarımızı tenkit etmek, düşünce, ifade ve örgütlenme haklarımızı korumamız gerekir. Aydın bir vatandaşın yapabileceği en iyi politika, yapılan icraatın temiz ve kirli taraflarını ortaya çıkarmak, bu konularda fikir geliştirmek, düşüncelerini objektif olarak açıklamaktır.

İnsanın kendi hakkında hüküm vermesi için kendi vicdanı yeterlidir. Hayat kitabımızın zırva ile değil okunmaya değer olmasını istiyorsak, zamanımızı boşa harcamamalı, kendi çapımızda yurdumuz için faydalı bir şeyler yapmalıyız. Örgütlenmeliyiz, çünkü politikacıya fert olarak dert anlatmak abesle iştigal ile eşdeğerdir.

Kendi kurtarıcımız kendimiz olmalıyız. Uyanmalı, haklarımızın, bilincine varmalıyız. Gücümüzü keşfetmeliyiz. Kendi kendimizi yeniden yaratmalıyız. Biz, halk olarak çok güçlüyüz ama gücümüzün farkında değiliz çünkü baskı altındayız. Gücümüzü keşfeder ve onu harekete geçirebilirsek, kendilerini halkın üstünde görenlerin, halka rağmen politika yapanların bütün forsu bitecek, gücümüz karşısında boyun eğecek ve bize karşı hesap verme görevlerini hatırlayacaklardır.

Halk'a söz verip de sözünün arkasında durmayanların, bugün başka, yarın başka konuşanların olduğu bu sahnede, daha pek çok Mustafa filmleri çekilir ve daha pek çok krizler bahane edilerek yandaşlara fırsat yaratılır kara paralar aklanır.

Necmi ÖZNEY

KÜRESEL KRİZİN ASIL SEBEBİ

Türkiye’de hükümetler genelde iktisadi olarak icraatlarının başarılı olduğunu göstermek için, ekonomik verilerin bazı değişkenlerini ya hesaplara dâhil etmez veya o veriler yokmuş gibi davranırlar. Matematik kurgular buna müsaittir. İşsizlik, cari açık, dış ticaret açığı, toplam dış ve iç borç rakamları görmemezlikten gelinirse o iktidarın kâğıt üzerindeki ekonomik başarısı, oldukça iyi demektir.

Dışarıdan yabancı sermaye kılığı ile gelen sıcak paralar ülkemiz üretimine bir katkı sağlamadığı gibi, Türkiye’nin zaten kıt olan birikimlerini de aldıkları faizlerle eritmiş bitirmişlerdir. Bu sıcak para girişleri makro ekonomik hesaplamalarda ve kâğıt üzerinde bir ekonomik başarı gibi gösterilmiş, aslında gittikçe büyüyen yapısal sorunlar halktan gizlenmiştir.

Türkiye ekonomisi zaten 2005 yılı başından beri, bırakın duraksamayı, gerilemiştir. Memur, işçi ve emekli için ise çoktan dibe vurmuştur. Yani bugün küresel kriz denen olay zaten dört sene önce ülkemize gelmiş, yaşamış ve neredeyse bizleri yalın ayak başıkabak bırakarak terk etmek üzeredir. Hakikati çok acı olarak pek yakında göreceğimiz kesindir.

Dövizin düşük tutulması, Türkiye'yi ithalata dayalı hızlı bir sanal büyüme sürecine sokmuş, böylelikle Türkiye'nin dış ticaret ve cari işlemler açığı artmış, iç ve dış borçları tehlikeli boyutlara ulaşmıştır.

Böyle bir durum aslında milli bir ekonomi politikamızın olmadığı anlamına gelir. Çünkü bu durum ülkemizin değil, başka ülkelerin üretim ve istihdam artışlarına katkı sağlamaktadır. İstikrarı bozmayalım söyleminin asıl anlamı bu olsa gerek.

GSMH kişi başına düşen milli geliri ifade eder, fakat milli gelirin fertler arasında nasıl paylaşıldığı konusunda bilgi vermez. Kişi başına düşen milli gelir kâğıt üzerinde artıyor olmasına rağmen neden halkın kalkınmasına yol açmamıştır? Kişi başına düşen milli gelir artıyorsa vatandaşlarımızın yaşam koşulları neden gün ve gün daha da kötüye gitmektedir?

Gözden uzak tutulmaya çalışılan önemli bir gerçek ise, kişi başına düşen borç miktarının hiç konuşulmamasıdır.

Düşük kur, yüksek faiz politikası ile Türkiye ekonomisinden yurt dışına inanılmaz boyutlarda kaynak aktarılmış ve ülkemiz borçlandırılmıştır. Türkiye kâğıt üzerinde zenginleştirilirken aslında, içinden zor kurtulacağı bir fakirliğe sürüklenmiş ama sıcak para sahipleri için bir cennet haline getirilmiştir.

Türkiye, bu ağır cari açığını özelleştirme adı altında yapılan yabancılaştırma metoduyla ve yüksek reel faizlerle finanse etmektedir. Ancak uluslararası piyasalarda veyahut Türkiye içinde çeşitli sebeplerle oluşabilecek en ufak bir dalgalanma, ekonomimizin kırılganlığını daha da derinleştiren büyük darbelere sebep olacaktır. Ama hiç korkmayın, hamdolsun ki, inşallah ve maşallah namlı milli sigorta kurumlarımız bu darbeleri önleyecek güçte yapılandırılmıştır.

Sonuç olarak Türkiye’de zaten küresel kaynaklı bir ekonomik kriz vardır ve gelecek dönemlerde Türkiye'de ekonomik dar boğazların, çalkantıların, dalgalanmaların ve buhranların olmayacağını söylemek safdillikten başka bir şey değildir.

Uzun lafın kısası, aslında küresel ekonomik kriz denen şey, aç gözlü sömürgen ağaların servetlerine biraz daha servet katmaları için yürürlüğe konmuş bir küresel bir plandır. Bölgesel işbirlikçilerini daha iyi organize ederek dünya halklarından hırsızlık yapabilmelerinin yasal kılıfıdır.

Bizden eksilenler acaba nerelerde birikiyor dersiniz?

Necmi ÖZNEY

DOĞU AKDENİZ’DE KİMİN ELİ KİMİN CEBİNDE

Kıbrıs adası, ABD veya İngiltere’nin Orta Doğu bölgesine yönelik bazı operasyonlarında, aktif şekilde kullanılmıştır. Irak’a saldıran uçaklara ev sahipliği yapmış, bazen de sivil ve askeri personelinin acil tahliyesi veya mühimmat takviyesi için kullanılmıştır. Ada’nın Doğu Akdeniz’i kontrol eden konumu ve bölgedeki koşullar, ABD ve AB için Kıbrıs’ı son derece değerli ve vazgeçilemez yapmıştır.

Kıbrıs’ı değerlendiren çeşitli sebeplerin başında, Orta Doğu ve Hazar Bölgesi enerji kaynaklarına havadan ulaşımın kolaylığı yanında, bir savaş anında yine aynı yolu kullanarak füzelerle bu bölgelerdeki enerji kaynaklarının tahribine yönelik saldırılar için merkezi konumda olması gelir. Diğer artı bir değer kazandıran sebep ise, Süveyş kanalı ve İskenderun Körfezi’nin Ada’dan kolaylıkla kontrol edilebilmesidir.

Rumların, kendilerini Ada’nın tamamının sahibi görerek, KKTC’yi yok sayarak, Kıbrıs’ın tamamının kıta sahanlığında petrol arama ortaklıkları kurma teşebbüsleri, Türkiye açısından Kıbrıs’ın stratejik önemini kat ve kat arttırır. Kıbrıs, Türkiye’nin ulusal güvenliği, varlığı, bağımsızlığı ve üniter yapısını koruması açısından, giderek daha da önem kazanmaktadır.

Rumların Euro’ya geçmesi, Rum kartı kullanılarak Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’in AB’nin kontrolüne geçmesi için atılan ilk adımlardan biridir. Fakat bu girişim Kıbrıs’ta iki önemli üsse sahip olan İngiltere’yi ve İngiliz üslerini kullanan ABD’yi rahatsız etmektedir. ABD ve AB çıkar çatışmasının giderek açığa çıkması ve soğuk savaş zamanında Rumların genelde ABD karşıtı olduğu hatırlanırsa, bunu bilen ABD de Kıbrıs’ta zor duruma düşmemek için tedbir almayı düşünmeye başlamıştır.

Bilindiği gibi, Rus ekonomisi, savunması ve dış politikası genelde petrol ve doğalgaz üzerine kurulmuştur. Dünya enerji sistemini kontrol etme çabası içindeki Rusya’nın da Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’e ilgisiz kalması düşünülemez. Rumların davranışından İngiltere’nin ciddi olarak rahatsızlık duyduğu ve bu rahatsızlığı dengelemek için, aynı rahatsızlığı duyan Rusya ile stratejik ortaklık kurması mümkündür.

Eğer Karadeniz gerçekten Rusya için bir var olma bölgesi ise, Moskova’nın Türkiye ile ilgili her gelişmeyi çok yakından izleme mecburiyeti vardır. İşte Bu sebepten, Rusya güneyden Türkiye’yi kontrol etmek istemektedir. Moskova’nın, donanmasını Suriye’de konuşlandırma çabaları, Türkiye’den kaynaklanacak menfi durumların dengelemesini sağlamak ve Türkiye’nin, Rusya’yı Karadeniz’de ABD’nin oldubitti planlarıyla karşı karşıya bırakmasını engellemektir.

Epey bir zamandan beri, Kıbrıs’ın fiilen bölünmüş olduğunun, Artık Rumlar tarafından kabul edilmiş olduğu açıktır. KKTC yönetimi yeni bir durum değerlendirmesi yapmak, yeni bir politikaya geçmek zorunadır.

Kısaca, ABD’nin, Rusya’nın ve İngiltere’nin Doğu Akdeniz’den ve Kıbrıs Adası’ndan stratejik bölge olarak vazgeçmeleri mümkün değildir. Tersi durum, onların mevzi kaybetmeleri anlamına gelir ki, bu da onların uluslararası politikada saygınlık kaybına uğramasına yol açar. Böyle bir konuma düşmemek için Doğu Akdeniz, Kıbrıs ve çevre ülkelerde kendi çıkarları için yeni kargaşa yaratma çalışmaları yapacaklardır.

Türkiye’nin, bu yeni planların neler olabileceği üzerinde çalışması, her bir yeni durumun Türkiye’nin hak ve menfaatlerini nasıl etkileyebileceği konusunda değerlendirmelerde bulunması, koruması ve daima hazırlıklı olması gerekmektedir. Belki bir komplo teorisi niteliğinde olacak ama KKTC’den beklemediğimiz bir gol gelebilmesi de mümkündür.

Necmi ÖZNEY