28 Şubat 2008 Perşembe

ÖRT TÜRBANI ÜSTÜNE

Yaşadığımız şu zaman diliminde fakirlik, işsizlik ve türban milletimizin üzerine bir kader gibi örtülmüştür. Bir fikrimiz olsa da, olmasa da takım tutar gibi politika, artık yaşamımızın bir parçası olmuştur.

Doğruyu algılayamama, körü körüne taraf tutma, artık ne yazık ki milletimizin en büyük hatalarından biri olan ve olayları irdelemeden, liderlere gösterilen hoşgörünün sonucudur.

ABD ve AB, menfaat elde etmek için, özellikle İslam ülkelerine karşı sürekli bir savaş sürdürmektedir. Emperyalizmin hangi amaçlar için savaştığını hala anlayamayanlar vardır. Özellikle büyük petrol kaynaklarını kontrol altında tutabilmek için oluk oluk kan akarken, Batı'yı yöneten bu emperyalist kafalar sadece bu ülkelerin başına açlık ve yoksulluk olarak çökmekle kalmamış, yaşadığı toprakları ve kaynakları da onların elinden almaya çalışıyor.

40 yıldır süren ve ne zaman sona ereceği belli olmayan AB yalanı, Türkleri Avrupa'nın samimiyetine ve dürüstlüğüne inanmamaya mecbur bırakmıştır. Türkiye'nin AB'ye girme yolundaki isteği artık yok olmuştur.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne, uygulanan yalnızlığın kaldırılacağı sözünü verip, ondan sonra Türk tarafına Annan Planı'na evet demesini istemişlerdir. Türkiye'ye ve Türklüğe hakareti cezalandıran 301. maddenin kaldırılmasını istiyorlar, ama kendi anayasalarında benzeri maddeleri görmezden gelmektedirler. Gümrük Birliği anlaşmasını Türkiye'ye dayatıp, binlerce işadamını, esnafı, sanayiciyi kötü durumlara düşürmüşlerdir. İnsan hakları, demokrasi ve özerklik diyerek başımıza, yurdumuzda şimdiye kadar olmayan bir etnik sorunlar meselesi çıkarmışlardır. Ama insan hakları ve demokrasi, Avrupa’da ki Türklerin evleri, işyerleri yakılırken görmezden gelinmektedir. Türkiye'de milli devlet yapısını, üniter devlet kimliğini ve Cumhuriyet kurumlarının ve kazanımlarını yok etmek için, Atatürk'ü, Kemalizm'i ve Ordumuzu kötülemişlerdir. Türkiye'yi bölmek, Fener Patrikhanesi'ni ekümenik yapmak, sözde Ermeni Soykırım iddialarını tanımamızı istemişlerdir. Türkiye'nin, Cumhuriyet Devleti yerine İslam Devleti olması, ulusal dayanışmanın ve direncin kırılması, ekonominin Batı sermayesine peşkeş çekilmesi tuzağını kurmuşlardır.

İşte Avrupa'nın gerçek yüzü budur. Bu gerçeklere bakıp, Avrupa'nın ne olup ne olmadığına siz karar verin.

AB Türkiye'ye her isteğine uymaktan başka çaresi olmayan sömürge ülkesi gibi davranmaktadır. Buna rağmen Türkiye, hala en yetkili ağızdan Batı’nın iyi şeylerini almaya çalışıyor işte bunu anlayamıyorum.

Türk Milletinin büyük çoğunluğu artık Avrupa Birliği'ni istemiyor. Artık ülkeyi idare edenlerin, ülkenin gerçek gündemini türbanla, başörtüsü ile kapamaktan vazgeçip, bir an evvel gerçek gündemlerle yüz yüze gelmesi ve yeni bir yola koyulması gerekiyor.

Türkiye artık, iradesine, egemenliğine, geleceğine ABD veya AB’nin değil, kendi sahip çıkmak istiyor.

Necmi ÖZNEY

24 Şubat 2008 Pazar

İŞSİZ, AŞSIZ VE BORÇLU YİĞİTLER

Türkiye’de finans kurumları, ekonomik enstrümanları etkin ve doğru bir şekilde üretim yapacak pozisyonlara yönlendirememektedir. Bu böyle olunca da yeni yatırımlar yapılmamakta dolayısı ile ekonomi gerilemekte ve işsizlik artmaktadır. Bu durumun baş sebebi ise ekonomi politikalarının doğru planlanıp yönlendirilememesi, sonuçta Türkiye’nin savunmasız bir şekilde, milletler arası vurguncuların kucağına teslim edilmesidir. İşte bozulmasından korkulan istikrar budur.

Ekonomimiz kısa vadeli sermaye girişlerine ihtiyaç duyan aşırı bağımlı bir yapıdadır. Alınan borçların yanlış alanlarda kullanılması ve uluslararası yatırımcıların yalnızca para üzerinden para kazanma istekleri ekonomiyi bir kıskaç içinde tutmaktadır.

IMF ve Dünya Bankasının yıllardan beri sürdürdükleri politikalar ülkemizde başarılı olamamıştır ve olamayacaktır. Taşıma su ile döndürülmeye çalışılan ekonomik politikaların sonucu ise, faizlerin yükselmesine ve iç ve dış borçların beklenmedik seviyelere yükselmesine neden olmuştur.

Kanunların yetersiz olması, yolsuzluk, bürokrasinin denetimde etkin olamaması, sınırlı şeffaflık, bütün bunların sonunda ise, ekonomimizde önemli bir faktör olan kapkaç sermaye hareketlerine karşı bir önlem düşünülmemiştir.

İktisadi kamu kurumlarımız özgür değildir. Bu yüzden, bu kurumlarımızın yönetim bağımlılığının yüksek olması, politik gücü elinde tutanları yönlendirememesine yol açmaktadır. Bunun içinde, ihalelerde devletten rant kazanmak için gizlenmiş kavgalar yapılmakta, bu kavgalar sonucunda ise kazançlar daha da artmaktadır. Bu da toplumda huzursuzluğa ve ekonomide istikrarsızlığa neden olmaktadır.

Bu durum demokrasinin kalitesi ile ilgilidir. Kalitesiz bir demokrasi ise politik kaliteyi düşürmektedir. Ekonomide şeffaflığın olmaması ve denetimin yetersiz olması ekonomik krizlere, büyümenin durmasına ve gelir dağılımının adaletsizliğine neden olmaktadır.

Demokrasinin kalitesi, siyasi ve ekonomik istikrarı, kurumların ve yönetimlerinin kalitesini doğrudan etkiler. Güçlü demokrasiler yeniliği ve girişimciliği hızlandırırlar. Bunun sonucunda ise, daha az yolsuzluk olur, daha güçlü yasal yapılar kurulur. Daha kaliteli ve dengeli dış ticaret yapılır, siyasi ve ekonomik istikrar işte böyle sağlanır.

Sonuç olarak yabancı sermayeden faydalanabilmek ve ekonomik gelişimi hızlandırmak için gelen yatırımların üretime aktarılması lazımdır. Açıkçası, devamlı borç kamçısı altında yaşayan yiğit değil, işi olan, aşı olan insanca yaşayan yiğitler olmalı çevremizde.

Necmi ÖZNEY

necmiozney@gmail.com

20 Şubat 2008 Çarşamba

BOP’UN EŞ PROJESİ, BÜYÜK BALKAN PROJESİ ATAKTA

Büyük Ortadoğu Projesi, genel olarak İslam coğrafyası üzerine yoğunlaşmış bir projedir, ama ABD’nin küreselleşme düzeni önünde engel oluşturan her şeyin ortadan kaldırılmasını hedefleyen çok yönlü, bölgesel ve küresel bir plandır.

1918 de Wilson prensipleri, 1948 de Marshall yardımları, 1947 de Truman doktrinleri ile bir kuyumcu hassaslığında çalışan Amerikan emperyalizmi tarafından oluşturulan ve Ortadoğu’ya yönelik hedeflerini BOP’la uygulamaya sokan ABD, enerji kaynaklarına sahip olarak yeni bir dünya düzeni kurmak ve zorbalıkla bu düzenin patronu olma planları yapmaktadır.

Sömürü düzenini kurabilmek için her türlü kirli yöntemi kullanarak ibreyi kendi lehine çeviren ve siyasi rakiplerini neredeyse saf dışı eden ABD, kendi geleceğini garanti altına almak, Avrupa’ya ve diğer oluşumlara karşı önlem almak amacıyla BOP’u geliştirmiştir. AB’nin giderek genişlemesi, ABD karşısında etkin güç olabilme tehlikesini doğurduğundan, BOP’u kullanarak hem Avrupa’ya ve hem de bölgesel güç Rusya’ya da bir nevi set çekmiştir.

Rusya’nın eskiden birlikte olduğu ülkeler ve komşularıyla ilişkisini kesen ABD, yalan dolanla girdiği Irak savaşı ile önemli bir avantajı ele geçirmiştir.

Ortadoğu barındırdığı petrol ve yeraltı zenginliği ile dünyanın ilgisini çeken bir alandır. Ortadoğu’yu ele geçiren ve bölgeyi etkisi altında tutabilen bir devlet, ekonomik ve politik alanda dünyaya hâkim olabilecek pozisyonda bir konuma gelir.

BOP adı verilen haydutluğa, NATO’yu da ortak ederek bölgeye güvenlik ve demokrasi getirmek yutturmacası adı altında durum milletler arası platformda da meşrulaştırılmıştır. Arkasına NATO’yu da alan ABD bu destek ile insanlık dışı planlarını uygulamaya çalışmaktadır. Afganistan ve Irak’ta yapılanlar daha bu işin başlangıcıdır. ABD eş zamanlı olarak balkan coğrafyasında da yerleşme hazırlıkları içindedir.

BOP denilen bu projede Türkiye’nin vebali çok büyüktür. ABD’nin Ortadoğu’ya ve bölgeye hâkim olabilmesi için Türkiye’yi kontrol altında tutması gerekir. İşte kendi isteği ile ABD kontrolüne giren Türkiye’nin vebali ve günahı budur. Türkiye’yi yanına alan bir ABD’nin, girişeceği operasyonlardan başarıyla çıkma şansının ne kadar kolay olduğunu düşünün.

Bölge ülkelerinin yeniden yapılandırılması için model teşkil edebilecek Türkiye, bölge için bir örnek ülke olmalıdır. Ama istenen Türkiye örneği demokratik, laik ve cumhuriyetçi bir Türkiye değil, başı türbanlı, İslam’ı ılımlı, milli ve manevi değerleri olmayan bir Türkiye’dir. Türkiye’nin Ilımlı İslam gibi bir tuzağa gelmesi, ortada, diğer ülkelere iyi örnek bir Türkiye bırakmayacağından böyle bir durum, bu yeni düzenin oluşumunda ABD’ye istediği gibi at oynatacağı bir ortam yaratacaktır.

Bu ortamda demokratik, cumhuriyetçi ve laik bir Türkiye’nin dimdik durabilmesi bölge ülkelerinin geleceği bakımından çok önemlidir. Kaldı ki şimdiki Kosova örneği, ABD, adı konmamış ama uygulamaya konmuş, BBP (Büyük Balkan Projesi) hasat çalışmaları yapmaktadır.

Kuzey komşumuz Rusya elan tüm bunları görmekte, yakın ve uzun vadeli stratejik planlar üretmektedir. Rusya ile birlikte Çin ve Hindistan da Ortadoğu’da ki Balkanlar’da ki ABD oldubittilerini yakından takip etmekte ve gelişmeleri dikkatle izlemektedirler.

BOP, ABD’nin bölge ve dünyanın geleceğine yönelik stratejik planıdır ve yalnızca politik ve ekonomik değil, bölge halklarının sosyolojik ve etnik yapılanmasını da hedefine almıştır.

Türkiye konumu ve yapısı gereği tam bir stratejik çevrimdedir. Türkiye, her şeye rağmen kendisi için doğru olan demokratik ve laik hukuk devleti yolundan ayrılmayarak kendine yeni hedefler ve yeni oluşumlar aramalıdır.

Emperyalist ABD ve AB’nin deneme tahtası ve oyuncağı olmaktan kurtaracak ulusal ve manevi değerlerine sahip çıkmalı ve tam bağımsızlık ilkesini her şeye rağmen korumalıdır. Bölgede söz sahibi olmaya çalışmalı, fakat yönetilen bir ülke olmamalıdır.

BOP ve Balkan projesi kapsama alanındaki ülkelerden olan fakat ABD işbirlikçilerinin tesiri ile duyarsızlaştırılmış olan Türk halkının çoğunluğu hala çevrilen dolapların farkında değildir. Bu durumda attığı her adıma, aldığı her karara çok dikkat etmesi gereken bir ülkedir Türkiye.

Türkiye, istediği an piramidin tepesinde olabilecekken kötü yönlendirmeler ile piramidin altında olmayı tercih etmektedir. Bu tercihte, Atatürk’ün vefatından sonra gelen ve haldeki iktidarların önemli payı vardır. Artık akılların doğru organlara devşirilmesi lazımdır.

Necmi ÖZNEY

necmiozney@gmail.com

13 Şubat 2008 Çarşamba

İRAN, TÜRKİYE İLİŞKİLERİ VE EMPERYALİZMİN OYUNA GİRİŞİ

İran, Türkiye ve Türkler ile hiçbir zaman dost olmamıştır, olamazda. Olamamasının birçok nedenleri vardır. Bırakın kenara nedenlerden çoğunu, en mühim neden iki milletin yollarının devamlı kesişmesidir.

Bu konunun kökü binlerce yıl öncesine, Başlangıç noktası Orta Asya'ya dayanan, İran ve Türk çekişmesidir. Şimdi bile bir politik güç savaşı olarak devam etmektedir ve bu düşmanlığın son bulacağı düşünülemez bile. Fakat tarihi incelerseniz yaklaşık üç yüz senedir Türkiye ve İran arasında doğru dürüst bir vuruşma olmamıştır. Ama İran Türkiye’ye yetmiş senedir ABD destekli irticai çalışmalar yapmaktadır. Bu çalışmaların yanında PKK terörizmine de her türlü desteği sağlamıştır.

Çok eski zamanlardan beri Türkler ile İranlılar arasında tarihsel bir uyuşmazlık devam ede gelmiştir. Uçsuz bucaksız, bütün denizlere kapalı, bütün ticaret merkezlerine uzak olan Orta Asya'da yaşayan Türklerin başka çıkış yolu yoktur. Hem İran platosunu ele geçirmek ve İran üzerinden sarkarak denizlere ve ticarete ulaşmak, hem de dünyaya açılmaları için sıfır noktası olmuştur. İran toprakları Türkler için Ortadoğu'ya ve Avrupa’ya uzanılabilecek bir köprü vazifesi görmüştür.

Ayni şekilde Orta Asya da İranlılar için, uçsuz, bucaksız bir zenginlik kaynağı anlamına gelmektedir. Ayni şeyleri Türklerin de İranlılar için düşünmesi normal sayılır.

Türkler Anadolu'ya yerleşince düşmanlık daha da artmış, ezeli Türk İran rekabeti devam etmiştir. Bu çekişme, duygulardan hiçbir şey kaybetmeden, Osmanlı ve ondan sonra da Türkiye Cumhuriyeti dönemlerinde bile hissedilmiştir. Atatürk ilke ve devrimleri, kendi halkını uyandıracağı korkusu ile kendi rejimlerini bize ihraç etme güdülerini geliştirmiştir. İran basını içinde bulunduğumuz şu zamanda hem Atatürk düşmanlığı yapmakta hem de türban olayını kışkırtıcı bir şekilde desteklemektedir. Bunları Türk devleti olarak bir kenara not etmemiz ve sırası geldiğinde ayni şekilde cevap vermemiz lazımdır.

Mezhebi farklılık ve İslam dünyasında liderlik mücadelesi de bu gerginlik ve ihtilafın tek başına sebebi değildir. Din, zaten tek başına yeterli bir politik etkende değildir. Türk İran çekişmesi kesişen tarih ve yaşanılan rejimlerden kaynaklanmaktadır.

İran, bütün tarihi boyunca Türklere karşı ve ona zararlı olabilecek hemen, hemen her tür politik oluşumun içerisinde bulunmaya gayret etmiştir; bugün bile, aynı durum içerisindedir. ABD bunu bildiği için, Türkleri kullanarak, İran'ın kendini, kuzey'den, batı'dan ve doğu'dan Türk çemberine alınmış gibi hissetmesini sağlıyor. İran’ın içerisindeki Türk nüfusu kullanarak aba altından sopa göstererek huzurunu bozuyor. Bir taşla iki kuş vurmuş oluyor. Hem kendi düşmanına, düşman yaratıyor hem de işine gelen tarafla dostmuş görüntüsü veriyor.

İşte bölgede ABD emperyalizmi şimdi budur. Tarihin içinden süzülerek gelen hiçbir ayrıntıyı kaçırmadan kullanır. En ufak ve gizli bir noktayı dahi gözden kaçırmaz.

Emperyalizm dünyayı sarmış bir sülük gibidir. Bırakın çok önemli olayları, en basit olayları dahi çok dikkatli irdelemeliyiz ve çok ama çok uyanık olmalıyız. Kanımızı bu sülüğe emdirmemeliyiz.

Necmi ÖZNEY

10 Şubat 2008 Pazar

TÜRK DÜNYASI VE ABD’NİN OLUMSUZ ROLÜ

Türk dünyası, uçsuz bucaksız coğrafyayı kaplayan bir dünyadır. Tarihinde galibiyetleri yanında tabii olarak yenilgileri de mevcuttur. Türkler ne zaman birlik içinde olmuşlarsa, en parlak devirlerini yaşamışlar, ne zaman ki fitne fesat veya başka bir sebepten birliklerini bozmuşlarsa kaybeden hep Türkler olmuşlardır.

ABD ve AB şu anda Türklerle oynuyor. En basit bir şekilde bakarsak, Irak’ta Irak Türkleri ABD’nin şu anda istemediği ve karşısında olduğu bir topluluktur. İran’da ise, Azeri Türkleri neredeyse ABD’nin müttefiki gibi gösterilmektedir. ABD’nin Türklere karşı bu davranışı sonunda bizim gösterdiğimiz vurdumduymazlık ve bugüne kadar Türk topluluklarının yüzlerinin çevrilmiş olduğu Ankara’nın olaylara ilgisiz kalması, Türkiye’nin mevcut saygınlığını kaybetmesine ve Türk dünyasında yalnız kalmasına yol açıyor.

ABD’nin Bizans politikaları sonucu, Türk Dünyasında ABD yandaşları ve karşıtları gibi bir ayrışmaya doğru bir gidiş başlamıştır. Türk Amerikan ilişkilerinin Osmanlı zamanında ve sonrası Türkiye’ye karşı aldığı tavır ortadadır. Bu durumun düzeldiği veya ABD’nin müttefikimiz olduğu lafları palavradan ibaret sözlerdir.

Türkiye, Türk Dünyasına karşı samimi olmayı ve kendisinin Türk dünyasına ait olduğunu ispatlamalıdır. Atatürkçü Düşünce Sistemini çökertmeye ve Türk Amerikan ilişkilerinin niçin Amerikan emperyalizmi hizmetinde ağırlıklı seyrettiğini, Türk devlet ve Topluluklarına anlatamayız. Hala Bu tutumları sergilemeye devam edersek aynı kıskaca onlarda girer ve bunun sonucunda Türkiye, bundan böyle Türk Dünyasını da zora sokabilir.

Türk Dünyasının ABD’nin etkisine girmesi, Türkiye için de sıkıntılı bir döneme girilmesi demektir. Türkiye, ABD tarafından, siyasal İslam’ın tek alternatif olarak gösterildiği bir sürecin içine sokulmaya çalışılıyor. Bu örneklerden en tazesi, Türk olmayan bir türbanın Türk’e mal edilerek siyasal İslam’ın bayrağı yapılmasıdır. Türk elbette Müslüman’dır ama türbanı araç olarak kullanırsan yalnızca İslamiyet’i ve Türklüğü yozlaştırırsın. Aklımızı başımıza almamız ve birlik olmamız lazım. Kendimiz olalım, Amerikancı olmayalım.

Atatürkçülük ve Türklük bilinci altında düşündüğümüz zaman;

Küçük bir Filistin Devleti’nin kurulmasından yana olan ABD Kıbrıs’ta kurulmuş olan ve devlet sayılmanın bütün maddi ve manevi etkenlerine sahip olan Türk Devleti’ni tanımaya yanaşmamaktadır. Bu konuda ana duygu Türk düşmanlığıdır. ABD’nin Kıbrıs konusundaki davranışını bu açıdan görmek gerekir.

Ada’daki Türk Ordusu’nu hedef alan ve onu işgalci olarak görüp gösterenler, Ada’daki Yunan Ordusundan hiç bahsetmezler. Türk Ordusu, Ada’nın Yunanistan’a katılmasına mani olmak için adaya çıkmıştır. Şimdiye kadar yaptığı şey ise barışı muhafaza etmek ve Türkleri herhangi bir kalleşçe saldırıya karşı korumak olmuştur. Asıl görevi enosis, yani Kıbrıs’ı Yunanistan’a katmak olan Yunan Ordusu’na karşı olumsuz bir tek laf edilmiyor. Sanki Kıbrıs’ta hiç Yunan askeri yokmuş gibi davranılıyor.

Karabağ Ermeni işgali altında, Kerkük ve Musul neredeyse Kürtlerin kontrolüne girecek, Rumlar karşı çıkmamıza rağmen tüm Kıbrıs adına AB’ye girdi. Türkiye, ırkdaşlarına sahip çıkmıyor, nerdeyse elinde çomakla Türkleri dövmeye çalışıyor. Türk Dünyası bütün bunların farkında hiçbir ayrıntıyı atlamıyor. Türkiye bu davranışından ötürü diğer Türk devletleri yanında itibar yitiriyor. Türkiye’nin kendi iç muhasebesini yapmasının zamanı artık geldi ve geçiyor.

ABD Türkiye’deki askeri varlığını azaltmaya gidiyor. Ama Gürcistan ve Azerbaycan’daki varlığı, İran’a olan düşmanlığı, Suriye’ye olan baskısı, Irak’a müdahalesi, İngiliz üslerini kullanarak Kıbrıs’ta askeri varlık bulundurması ve son zamanlarda Bulgaristan, Polonya, Macaristan ve Romanya ile geliştirdiği askeri anlaşmalarla bizlere bir şeyler anlatmaya çalıştığını anlamak ve karşı politikalar üreterek bir strateji uygulamak lazım.

Necmi ÖZNEY

necmiozney@gmail.com

6 Şubat 2008 Çarşamba

HALK TEHLİKELİ BİR ŞEKİLDE BÖLÜNMEYE ÇALIŞILIYOR

Politikacı geleneğindeki en tipik davranış kalıplarından birisi, etrafı tenha bulduğu zaman kahraman rolüne soyunmaktır. Bir mesele hakkında ne getirir ne götürür hiç tartıp biçilmeden risk unsuru yüksek söylem ve eylemlere girişilir, bunun karşısında ki rüzgâr sert esmeye başladığı zaman ise, bütün zararları, milletin zarar hanesine yazıp, erkekliğin onda dokuzu seçeneğine başvurulur.

Türk milleti yalnızca belli bir partiye oy verenlerden meydana gelmiyor. Hiçbir partiye oy vermeyenler, tarafsız kalanlar ve muhalefete oy vermiş olanların düşünceleri de halk iradesi sayılmaz mı? İşte bu iradenin, ekonominin ve daha nice mühim meselenin üstü kalın bir türbanla örtülüyor. Genelde ki kötü gidişin gözlerden gizlenebilmesi ve şüphelenmeye başlayan ve hatta taraf değiştirmeye meyilli oyların paylaşım savaşı başlatıldı. Bir tanesini oy kaybetmeme, bir diğerini ise memnun olmayan oyları kapma telaşı sardı.

Öyle görünüyor ki, türban meselesinin çözümünü politikacılar kesinlikle istemiyorlar. Eğer söylendiği gibi her yer güllük gülistanlık olsaydı, ekonomi yolunda gitseydi hiç bir şekilde ortaya atılmazdı. Kabul edilse de edilmese de, türban meselesi içine başka şeyleri de alarak, sonradan kontrolden çıkacak bir şekilde genişleme trendine girecektir. Çünkü bu işin sonu türbanla bitmez. Hedef yalnızca türbanla sınırlı değildir.

Türban meselesinin bu hale dönüşmesinin bir başka ayağı ise, böyle dayatmalar karşısında hakkını arayabilecek sivil toplum kurumları olmayan topluma, sonunda tek çözüm olarak en son merci AB'nin hakem olarak gösterilmesi ve neticenin toplumu daha da kötü bir hale getirerek bağımsızlık bilincinin kırılması sürecini hızlandıracağını söylemek falcılık sayılmaz.

Bu ekonomi ile bu halkın ekonomik iyileşmesi beklenemez. Bu ekonomiden halk için iyi bir şey çıkmaz. Halkı ve seçmenini mutlu etmek ve beklentilerini karşılamak ve iktidar için tek seçenek AB ve onun ihsan ve verecekleridir. Ekonomik bağımsızlığı olmayan birey veya toplumdan da özgür davranışlar beklenemez.

Uzun uzun düşünecek halimiz yok. Görünen köy kılavuz istemez. Türkiye'nin geleceğini satarak günü kurtarmak. Batının istediği kıvama gelinceye kadar her şeyi bitirmekte bundan böyle ekonomiye bir çare olamayacak.

Türkiye’de ki her parti için geçerli olan, bilgi birikim düzeyinin yetmezliği ve tarih bilincinin olmaması yüzünden bu haldeyiz. Hangi parti iktidara gelirse gelsin, bilin ki iktidara gelen parti bir diğerinden daha fazla AB'ci olur.

Ekonomik sonuç, artık bıçak sırtında görünüyor. Fark ettirmemeye çalışılıyor ama yürekler korkuyla çarpıyor. Hatta Katolik nikâhı gibi onur kırıcı söylemlerin sahiplerinin bile artık yüzü gülmüyor. Avrupa, Türklerin burnunu her gün biraz daha çok sürtmeye çalışıyor. 2007 kayıp yıl ama 2008 iyi olacak söylemleri inanılmayacak söylemdir. Yani 2008 ve hatta 2009 dan da bir şeyler beklenmemeli.

Avrupalılar önünde boğazlanacak bir kurban olarak görüldüğümüzün farkında bile olamıyoruz. Davranışlardan açıkça ortaya çıkan bu değil mi? Avrupalı susadı. Artık ona ne kadar su verirsen ver, onları kesmez. AB’nin susuzluğunu gideremezsin.

Avrupa, kendisine karşılıksız bir kara sevda ile tutulmuş, aklını, aklı ile birlikte saygı duyulacak birçok şeyini de bu uğurda yok etmiş, en mühimi, kendisine olan saygısını ve inancını kaybetmiş köklü ve soylu bir devlet olan Türkiye ile, bazen gizli gizli, bazen de açıkça alay eden, ona istediği her şeyi kabul ettirebilecek bir hayat kadını gibi davranışını sergilemeye devam ediyor. Hala inanabiliyor muyuz? Veya hala inanacak mıyız?

Ey güzel Allah’ım, bizi kimler idare etmiş, nasıl yönetmiş hala farkında değiliz. Her millet kendi layığı ile idare edilir demişler, tamam kabulüm ama bu kadarı da çok yüce Rabbim. Cehennemi Dünyada yaşatma bize.

Necmi ÖZNEY

3 Şubat 2008 Pazar

İSLAM EMPERYALİZME OYUNCAK OLAMAZ

Aydın fikirli ve uyanık insanlar, günümüz dünyasının problemlerini sorguluyor. Bu duyarlı insanlar, büyümekte olan huzursuzluk, düzensizlik ve eşitsizliğin gerçek nedenlerini aramaya başladıkça, kendini modern ve demokrat olarak niteleyen devletlerin sosyal düzenlerindeki evsizlik, açlık, hastalık, inançsızlık, kötülük, savaş gibi olayların ana sebeplerini düşünmeye ve bunların bazı şifrelerini çözmeye başlıyor. İnsanlar arasındaki ayrılığın, anlaşmazlıkların, çatışmaların ve huzursuzlukların, nasıl kasıtlı bir şekilde, kendini Dünya’nın efendisi zanneden emperyalist düzen tarafından yaratıldığını ve bunların yaptığı olumsuzlukların, insanları rahatsız eden kanıtlarını meydana döküyorlar. Bunlar ortaya çıktıkça da gerçekler ve insanlığa zulmedenler deşifre oluyorlar.

İnsan düşüncesini idare altına almanın ve en etkili yolu, ona bir çeşit düşman yaratmak ve insanı buna göre programlamaktır. İnsan, yapısı gereği başka inanışlara karşı kendi inancını daima şiddetle savunur ve katılaştırılmış bakış açısı, kendi inancı ile uyuşmayan herhangi bir inancı hemen reddeder. Programlanmış insan inancı, bir insanın güvenlik anlayışı ve düşmanına karşı gücü elinde bulundurma ihtiyacını doğurur ve insan canını verene kadar böyle bir karşı durmayı, kendisi fark etmese de bile beyninin bir kenarında barındırır.

İnanışları farklı insanları, birbirine karşı taraf olmaya ikna ettiğin anda, anlaşmazlık ve çatışma yolunu açmış olursunuz. Beyin yıkama yardımı ile böl ve yönet yöntemi kullanarak onları kısa zaman da kontrol altına alırsınız.

İnsanlar için, en değerleri duygulardan en mühimi dindir. İnsanlara hükmetmenin en kolay yolu ise dini kullanarak iktidar olmaktır. Allahın yalnızca peygamberlere vermiş olduğu yetki, gayri meşru olarak kullanılmaya başlandığı zaman ise, hem dinin hem de o halkın yozlaşmaya başlaması demektir. Din yozlaştıktan sonra doğan boşluğu doldurmak gerekir. Bizden örnek gayet açık olarak meydandadır. Yeni bir İslam icat edilmiştir, ılımlı İslam! Ilımlı İslam’ı yaymak için insanlara uydurulmuş simgeler sunularak yandaş yapılmış ve maalesef en yüce, en güzel ve insana birey olarak değer veren İslamiyet, insan zihnini baskı altında tutmak, insanın değer anlayışını yok etmek, vatan ve millet sevgisini ortadan kaldırmak için kullanılmıştır. Bu kadar hayati konu varken tüm milleti türbanla uğraştırmak hangi vicdana sığar.

En güzel ve insanlığa en yakışan din olan İslamiyet kullanılarak, insanlara insanlıkları ve hayatları hakkında daracık bir bakış açısı telkin ediliyor. Türkiye iki karış bir örtü ile örtülmek isteniyor. Acaba bu örtü ile daha neler, kim bilir ne şekilde örtülüyor.

Buna rağmen, bugün, Türkiye üzerinde oynanan oyunlar ve emperyalizme yardım eden anlayışların insan onurunu zedelemesi karşısında, gelişmekte olan bir uyanışın eşiğindeyiz. Türkiye’yi karanlıkta tutmayı amaçlayan bu zihniyet çok yakın bir zamanda parçalanacaktır. Aslında, bu kaçınılmaz son başlamış durumdadır. Şu anda Atatürk ilke ve devrimlerinin savunucusu olan vatandaşların yapması gereken, bu türban dayatmasının doğasını, neden ve hangi emperyalist amaçlara hizmet ettiğini ortaya çıkarmak ve halkımızı uyarmaktır. İslamiyet’i politik malzeme haline getirilmekten kurtarmalıyız. Atatürk’ün, aydınlatan ışığını anlatmalı, bu ışığı en karanlık köşelere kadar yaymalıyız.

Bundan böyle karşımızda samimi müminler görmek ümidi ile dini politika malzemesi yapanları Yüce Allah’a havale ediyoruz.

Necmi ÖZNEY

necmiozney@gmail.com