30 Ekim 2007 Salı

AYDINLIK TÜRKİYE İÇİN DEĞİŞMELİYİZ

Türkiye her an bir mengene arasında. Bu sıralar mengenenin hareketsiz kısmında AB yer almakta, hareketli kısmında ise ABD var. İki öğe kendi ihtiyaçlarına göre yer değiştiriyorlar. Zaten bizim için olacak bir şey yok ama AB meselesi şu an beklemede, sıkıştırma görevi ABD tarafından yapılıyor. Bir yandan küreselleşme, bir yandan AB’nin bilmem ne süreci. Bu konuları büyüteç altına alıp yakından incelediğimiz zaman, bazı gerçeklerle karşı karşıya kalıyoruz.

Türk toplumunda geçmişte ve hala da hâkim olan devlet anlayışı, devlet baba anlayışıdır. Devlet, Türk toplumunca, manevi, ekonomik ve sosyal olarak sığınacağı ilk ve son yerdir. Devleti ve toprağı uğruna seve seve canını verir. Bu nedenle de Türklerde güçlü bir sosyal devlet isteği vardır. Bunun nedeni 1850 lerden beri çektiği acılar, iç ve dış etkenler yüzünden geri kalmışlık ve batının gizli ve açık Türkiye’yi bölme, parçalama ve yok etme planlarıdır.

Türk insanı, batı tarafından kendisine gösterilen sözde insani değerlerin aslında bir değer olmadığını, en güzel insani değerlere kendisinin zaten genetik olarak sahip olduğunu bilir. Çünkü Türkler Mevlana’nın, Yunus’un torunlarıdır. Osmanlı zamanında horlanmış, yoksul bırakılmış, İstiklal savaşı öncesi hakkında ölüm fetvaları çıkarılmıştır. Ama kendi gücüne dayanarak devletine sahip çıkmış. Vatanını kurtarmasını, kulluktan vatandaşlığa geçmesini bilmiştir.

Türk halkı Avrupa Birliği macerasının ne olduğunu anlamadan önce, bunun kendisine iş ve çalışma imkânları yaratıp, yaratamayacağına bakıyordu. AB halka öyle bir şişirilerek anlatılmıştı ki. Gümrük birliğine girildiğinde nasıl çarpılacağını anlayamamıştı bile. Milli değerleri bir bir peşkeş çekilmeye, yağmalanmaya başlanınca uyandı ama atı alan Üsküdar’a geçmiş, Üsküdar’ı mesken tutmuştu.

Türk ekonomisindeki gelir dağılımı dengesizliği sebebi ile hem küreselleşme hem de AB sorunları iki yönlü olarak desteklendi veya karşı çıkıldı.

Küresel değişim ve AB nimetlerinden ekonomik ve politik nüfuz sahibi olarak yararlananlar, değişime destek verirlerken, Bu işin Türkiye için zararlı olduğunu anlayan ve hatta zarar bile görmeye başlayanlar olayların gelişimi karşısında rüya görmekten ve aldatılmaktan sıyrılmaya çalışıp AB’ye karşı çıktılar.

Türkiye'nin içinde bulunduğu olumsuz ekonomik koşullar nedeni ile günü kurtarmaya bakan bazı kıvrak zekâlılar ben yaptım oldu mantığı ile ne bulurlarsa götürmeye başladılar. Bilgi istemediler ve olan bilgiyi de bir kenara itiverdiler. Daha da kötüsü, yaratıcılıktan ve üretimden ziyade taklitçilik ve ithalata önem verdiler. Devlet içinde ve piyasalarda kurnazca işini yürütenler de, sanki bir iş yapmış ve başarı kazanmış gibi övünerek halkı kandırdılar. İşte bu durumun farkına varan Türk insanı yaşadığı sıkıntıların kaynağı olarak, küreselleşmeyi ve AB’yi görmeye başladı. Doğal olarak, artık AB’ci ve batıcı reklâmcıları da Türkiye ve kendileri için muhtemel bir tehdit olarak algılamaya başladılar.

Türk toplumunun büyük çoğunluğu Avrupa Birliğini macerasının ikiyüzlü yapısından ve 40 yılda gelinen noktaya baktığı zaman, haklı olarak AB'nin Türkiye'yi Avrupa Birliğine üye yapmak istemediğine ve bazı çıkarları için oyaladığını ve kandırdığını düşünüyorlar. AB işbirlikçileri ve beslemeleri ise bütün bunları bilmelerine rağmen, şahsi çıkarları gereği ısrarla AB goygoyculuğu yapmaya devam ediyorlar.

AB'nin barış, refah ve istikrar toplumu olduğu hikâyeleri yayılmaya çalışılsa da. Ekonomik istikrar bozulacak safsataları ile halk zenginlikte değil fakirlikte eşit hale getirilmeye çalışılıyor. Üretim engelleniyor. Halkın sofrasından alınan lokmalar yabancı fonlara (sermayeye değil) faiz olarak aktarılıyor. Benim gibi emekli bir memura veya çalışan işçiye yapılacak üç beş lira zam ise bütçenin dengelerini sarsıyor enflasyonu azdırıyor.

Evet, Türkiye'nin öncelikli sorunu artık değişimdir. Hem de gelişerek değişimdir. Ama lafla değil. Eskiden lafla yürütülmeye çalışılan peynir gemileri artık karaya oturmak üzere.

Çağdaş değerler doğrultusunda küresel koşullarda, aydınlık bir gelecek için değişmeliyiz. Gücümüzü, stratejik konumumuzu ve ulusal çıkarlarımızı korumak için değişmeliyiz. Türkiye’nin artık kendine ve halkına güvenip, büyük düşünerek, çalışıp üretmesi için değişmeliyiz. En önemlisi kaybettiğimiz zamanın kıymetini bilip, bir daha zaman kaybetmemek için değişmeliyiz. Onurumuzu ve geleceğimizi koruyarak güvence altına almak için hem de çok değişmeliyiz. Ciddi boyutta bir Atatürkçü zihniyet devrimine dönmek, topraktan yeni fidanlar çıkarmak için hızla değişmeliyiz.

Bazılarının bize yutturmaya çalıştığı gibi, Büyük Atatürk milletine hedef olarak muasır yani çağdaş medeniyeti hedef gösterdi. Medeniyeti kendinden menkul Avrupa’yı ve Amerika’yı değil. Medeniyet ilk önce insan olmak demektir.

Necmi ÖZNEY

27 Ekim 2007 Cumartesi

AMERİKA VE YENİ DÜNYA DÜZENİ İNANCI

11 Eylül olayları, ABD’nin müdahaleci ve dünya çapında yayılmacı Amerikan faşizminin kendini Dünya’ya daha açık göstermesi için bütün şartları hazırladı. Bush’un sahip olduğu kişilik, Amerika’nın askeri gücü, ayrıca ekonomi ve Amerikan politik nüfuzuna sahip olma, Bush’un ve ABD yöneticilerinin tek kutuplu Dünya görüşlerini ve vahşi küresel soygun planlarını daha açık olarak yürürlüğe koyma isteklerini hızlandırdı,

ABD’nin Bölgesel veya uluslararası rakiplerin oluşmasını engelleme çabaları başladı. Amerikan halkına, yapmaya başlayacakları küresel vahşet ve emperyalizmin, Amerika için Tanrı tarafından verilmiş büyük bir kutsal görev olduğu. İyi ve kötü arasında devamlı bir çatışmanın bulunması ve Amerika’nın menfaatlerine ters gelen her şeye şer güç diye tavır koyulması gerektiği anlatıldı ve çoğu inandırıldı. Bu zaten dinleri ve inaçları olan evangelizmin gereklerindendir. Üçüncü ve insanlığın çöküşü olacak Dünya savaşı kesinlikle çıkmalıdır onlara göre.

Bush ve yandaşları Dünyada liberal demokrasi ve liberal demokratik değerlerin ölçü alındığı yeni bir düzen kurmak niyetindedir. Bush böyle bir düzenin kurulmasının gerekli, mümkün ve şart olduğunu söylemektedir. Bu düzenin başkanı ise Amerika olacakmış.

Yeni sömürü düzenin kurulmasında, milli hükümetlerin Amerika’ya biat etmelerinin ardından, Amerikan askeri gücünü desteklemeleri ve onun için dua etmeleri süreci başlamalıdır. Amerikan ordusunun yeni emperyalist küresel sömürü düzenin gerçekleşme garantörü olduğuna inanmaları ve iman etmeleri gerekir. ABD askeri gücünün varlığı, Amerika’nın tartışmasız başarısına sağlayacaktır, Aba altından gösterilen bu sopadan sonra yerel hükümetler küresel sömürü düzenine olumlu bakacaklar ve ABD’nin yardımı ile iktidarlarını sürdürecekler, karşı çıkan hükümetler ve halk ise terörist ilan edilip vahşete uğrayacak ırakta ne yapılıyorsa o yapılacaktır.

Bush bu konuyu halkına, “ABD’nin Dünya çapında üstün bir askeri güç kurmasının zamanı gelmiştir. Bizler ancak böyle korunuruz.” Diye anlatıp yutturmaya çalışıyor. “Bir ordunun caydırıcı güç olması muhtemelen yenilgiye uğrayacağını gösterir, bu yüzden tüm düşmanları yenebileceğimiz güce kavuşmamız gerekir.” Diye devam ediyor.

Bush’a göre “Amerikan askeri gücü atak biçimde kullanılmalı, zira en iyi savunma, saldırmaktır.” Bu yüzden Bush önceden saldırmayı, gelecek tehditlere karşı en uygun yöntem olarak halen kullanmakta ve her zaman kullanacaktır da. Fakat bu konuda yalnızca Bush’un günahını almamak lazım. Aslında tüm Amerikalılar için, yeni Amerikan Dünya geneli politikası budur.

Bush Amerikanın korunması için askeri gücün kullanılmasını, Amerika ve Amerikan çıkarları için bir tehdidin gerçekleşmesinden önce saldırıya geçmenin uygun olacağı görüşünde. Yani bu amcanın canı kan dökmek istediğinde yapacağı şey her hangi bir yere saldırmak ve susuzluğunu giderene kadar kan içmek.

Bush’a göre;

İnsanlar, başka dini inançlar, milletler ve yapılan her şey felsefi ve politik girişimlerle değil, Amerika’nın çıkarları çerçevesinde küreselleşmelidir. Amerikan değerlerinin hükümranlık kurması herkes tarafından kabul edilmelidir. Amerika genelde tek başına hareket eder. Başka ülkelerle masaya oturup konuşmazlar. Aslında onlardan yardım talebinde de bulunmazlar. Ancak popoları sıkışınca halklar arasına nifak tohumlar ekerek onları bölmek ve katletmek gerekir. İşte 21.yüzyılda Dünya böyle olmalıdır. Yani Amerika’ya göre medeniyet böyle bir şeydir.

Amerikanın başta Ortadoğu olmak üzere dünyanın çeşitli bölgelerinde ki politikaları işte budur. Güç eksenli politikalar ise daima karşısında bir düşman gerektirir, düşman yoksa bile yaratılır. Saldırının nereye yapılacağı daha tam olarak planlanmadan şer politikası başlar ve ABD ordusu saldırıya geçer. İşte ABD’nin Dünya’yı çekmek istediği yol budur. Bu Nazi zihniyetidir, faşizmdir tek anlamı ABD toplumunun diğer milletler üzerine dikta kullanarak hükmetmek istemesidir.

Hitler, Mussolini ve diğer diktatörleri hatırlayın. Halklarının içinde hala onlar gibi olmayı gizli gizli isteyenler çoğunlukta. Ama gizli gizli. Diktatörler ve fikirleri işte böyle gizliliğe ve utançla hatırlanmaya layıktır. Tarih onları insanlık adına utançla ve nefretle anıyor.

Ya biz, yukarıda ki diktatörlerin çağdaşı olan Büyük Atamızı büyük bir sevgiyle ve saygıyla her an kalbimizde hissediyoruz. Büyük bir gururla adına ve yaptığı devrimlere sahip çıkıyoruz ve adını rahmetle anıyoruz. İşte Türk’ün en büyük serveti budur.

Türk olmak Gazi Paşa’nın “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” tavsiyesine uymak, Ama aksi halde düşmanları yok etme ve kahretmeyi de çok iyi bilmek demektir.

Necmi ÖZNEY

26 Ekim 2007 Cuma

EMPERYALİST MAŞASI KÖPEKLER VE EFENDİLERİ

Bugünlerde AB ve ABD'nin Türkiye’de uygulamaya koymak istediği senaryonun aktifleştirmeye çalıştığı sahnesi Türkiye’de bir iç savaş çıkarma denemesidir. Türkiye'nin küçültülmesi, bölünmesi ve Türk milleti arasında kanlı bir iç savaş çıkarma senaryosudur.

Kurtuluş savaşımız sonuna kadar can düşmanımız olan Avrupa, Cumhuriyet kurulduktan sonra Türkiye ile dost görünmeye çalıştı. Rusya faktörü ve soğuk savaş dönemi yüzünden batı’nın ve ABD’nin Türkiye düşmanlığı kendileri tarafından derin dondurucuya kondu ve müsait bir zamanda tekrar kotarmak üzere bizimle olan ilişkileri müttefiklik adı altında anılmaya başlandı. Atatürk haricindeki yöneticiler bu hakikati görmemekte, anlamamakta bilerek veya bilmeyerek de olsa ısrar ettiler.

Aslında bitmeyen ve asla da, Avrupa ve ABD için hiç bitmeyecek bu tek taraflı düşmanlık sadece bir sonraki savaş için verilmiş, Türkiye’yi nasıl parçalayabiliriz diye yeni planlar üretmeleri için bir hazırlık safhası idi.

Batı’nın yozlaşmış adetleri, Amerikan filmleri gibi kültürel bombardıman ile Türkiye’yi uyuşturmaya başladılar. İç işbirlikçiler bu hareketleri dostluk ve barış olarak halka yedirmeye başladılar.

SSCB yıkıldıktan sonra ki, ABD’nin ve Avrupa'nın başı üzerinde duran komünizm tehlikesi kalktı, işte o zaman Türkiye için eski alacak verecek defterleri açılmaya başladı. Türkiye'nin tasfiyesine, çalışmalara kalındığı yerden tekrar başlandı.

Amerika'nın ilk zamanlarda Dünya Jandarmalığına soyunması, ABD’nin küresel imparatorluğu için bir ön aşama olduğu dikkatlerden kaçtı veya kaçırıldı. Ben bu bilgilerin Türk halkından gizlendiğine adım gibi eminim. Yapılan Atatürk düşmanlığı, yapılan ordu düşmanlığı bunun ispatıdır.

Atatürkçü düşünce, Türk Ordusu ve dolayısıyla Türkiye ABD’nin bu projesinin tahakkuku için bertaraf edilmesi, en azından ve yerinde bir deyimle hizaya getirilmesi gerekli bir ülkedir. Öte yandan büyük ve güçlü bir Türkiye AB için de zarardır. Eninde sonunda fiyasko ile sonuçlanacak bir AB üyeliği sonunda AB için güçlü bir Türkiye’nin kalması doğru olmaz. Onun için Türkiye’nin değerleri ve içi boşaltılmalı, Türkiye, Türkiye olmaktan çıkarılmalıdır. İşte olayların kısa bir özeti.

Osmanlıdan kalan intikamlar ve Çanakkale savaşının alınacak tarihi intikam heveslerini buraya yazmak gerekir. Hala konuyu anlamamakta ısrar eden aymazlar varsa işte ispatı. Turist olarak gönderin İtalya’ya size Osmanlı mızraklarının ucuna geçirilmiş İtalyan kanlı kafalı kartpostallarını göndersin. Bu propaganda hala devam ediyor.

Türkiye Atatürk milliyetçiliği etrafında birleşmiş bir ulu ülke. Hangi etnik kökene bağlı olursa olsun vatandaşlar arasında bir ayırım yapılmaz. Halk kökeni ne olursa olsun kardeştir. Aradan çıkan bir iki densiz harici dün böyle idi bundan sonrada böyle olacaktır.

Türkiye’nin zayıflatılması için ilk önce bireylerin duruşu kırılmalı, aileler fakirleştirilmeli ve muhtaç hale getirilmelidir. Ekonomisi baskı altında tutulmalı ve hatta dışardan yönlendirilebilir olmalıdır. Yalnız devletin borç batağına sürüklenmesi yetmez halkta bireysel olarak borçlandırılmalıdır. Tarım ve hayvancılık yok edilmeli ve Türkiye’nin kendi kendine yeterliliği ortadan kaldırılmalıdır. Bırakın ağır sanayiyi aslında montaj sanayinin bile bitmesi lazımdır. Yaşam için ne gerekiyorsa bırakın ithal etsinler. İşte kısaca, aleyhimize alınan ve yürürlüğe konulan kararların bir özeti. Bunlar hakikat, hem de su katılmamış hakikat değil mi? Peki bütün bunları kim yapıyor?

Bütün bunların yanında Türkiye’yi yıpratmak için en etkili yol, uzaktan kumanda ve siyasi maşa kullanmaktır. Ne olur ne olmaz yarın bu zibidiler Türkiye’ye ve ordusuna ihtiyaç duyabilirler. Açık düşmanlık yapmak olmaz. Türk milletine karşı savaş durumuna geçirdikleri PKK ve kuzey Irak’tan havlayan itleri öne sürerler olur biter. Türkiye, PKK'yı her halükarda bitirmeye mecburdur. Ve bitirecektir. İç Savaş tehditleri yapan Barzani ve Talabani’nin dersi verilmelidir. Uluyan it kendi başını yermiş. Fakat bu itler sahiplerinin de başını yiyecek gibime geliyor. O günleri de göreceğiz inşallah.

Necmi ÖZNEY

23 Ekim 2007 Salı

FEODALİZM VE PKK

Marksist, Leninist temeller üzerine kurulan, ancak sonraları etnik siyasete el atan ve Kürtlerin yaşadığı bölgelerde bağımsız devlet kurmak isteyen bir örgüt konumuna geçen ve Güneydoğu Anadolu’da daha önceleri önemli mevzi sahibi olan Rızgari Örgütü’nün yerini alan PKK 1984’ten beri silahlı eylemler düzenliyor. Bugüne kadar bu saldırılarda 35–40 bin arası insan öldürüldü, birçok kişi evinden köyünden oldu ve insani ihtiyaçlarını karşılayamaz hale geldi.

PKK sadece Türkiye’de faaliyet göstermiyor. Suriye’de, Irak’ta, İran’da da kolları var. Teröristler bu 4 ülkeden de adam toplayabiliyor. Günümüzde kuzey Irak’ta ABD’nin bilerek ve isteyerek sebep olduğu kargaşayı ve ABD faktörünü de çok iyi kullanarak burada mevzileniyor ve genel örgütlenmesini de Kandil Dağı civarından yönetiyor.

Irak’ın kuzeyindeki ABD güdümlü sözde Kürt Bölgesel Yönetimi, bu örgüte karşı hiçbir şey yapmaz. Çünkü PKK lı teröristlerden birçoğu peşmergenin içinde görevli. Hatta Barzani’den maaş alıyorlar ve besleniyorlar. PKK şu anda, ABD’nin Türkiye’ye karşı Irak’taki elini güçlendiren Barzani ve Talabani’den bile kıymetli müttefiki olduğu için ABD makamları tarafından da korunuyor ve bu topraklara Türk ordusunun girişi önleniyor. Sıcak takip için bile ordumuzu bu topraklara sokmamak için türlü oyunlar planlanıyor. Peşmerge kılıklı Amerikan askerleri kuzey Irak’ta boy göstermeye başladılar bile. Amerikan traşlı, ajan gözlüklü, yürüyüşleri afili peşmergeler ortalıkta salınıp geziyorlar. Biraz uyanık olsak düşmanımızı tanıyabilseydik keşke.

Bölgede bulunan İran da daha önceleri Türkiye’ye karşı destek verdiği PKK’nın kendi aleyhinde faaliyet gösterdiğini görünce Türkiye gibi PKK’ya karşı (PEJAK) eylemlere başladı. Bu günlerde İran ile Türkiye arasında bu konuda bir işbirliği yapılması gerekir. Suriye ise nispeten daha rahat konumda ama Türkiye gibi o da ayrılıkçı Kürt hareketinden şikâyetçi. Ama ABD PKK konusunda Suriye’yi sindirmiş vaziyette. Türkiye Bush’un ağzına bakıyor. İran ise başka sebeplerden ABD ile anlaşamadığından bu konuda sindirilemiyor.

Ayrılıkçı hareketler, ABD ve AB emperyalizmi, küreselleşme olgusunu kullanmaya başlayınca tüm Dünyada etkili olmaya başladılar. Bunun sebebi küreselleşme ile yaratılmaya çalışılan mikro alt etnik milliyetçilik akımı. Küresel sermaye, ulus devletlere kolaylıkla nüfuz etmenin çok zaman alacağını anlayınca ülkeleri ırk, din, mezhep gibi ayrılıklara göre bölerek küçük ve güçsüz devletler yaratma arayışına girdi. Çünkü bu şekilde küçük ülkelere girmesi ve onları kendi istediği gibi yönetmesi mümkün olacak.

Türkiye, Kurtuluş Savaşı’nda emperyalist güçlere karşı beraber savaştığı ve günümüzde de ailesel birleşmeler ve sosyolojik diğer nedenlerle neredeyse ülkenin her yerine yayılan Kürt kökenli vatandaşlarına karşı aslı astarı olmayan bir Kürt meselesi ile karşı karşıya bırakılmak isteniyor.

Öncelikle işe eğitimle başlanmalı ve ortaçağdan kalma feodal yapının pislikleri, Doğu ve Güneydoğu’da anlatılmalıdır. Sizde televizyonlarda gazetelerde izlemişsinizdir. Aşiret ağalarının düğünlerinde takılan altın ve mücevherleri sandıklar almıyor. Ama marabalar aç, halk sefil. Ağaların bu durumu gizlemek için yaptıkları şeyde Türkiye düşmanlığı. Ağalık sistemini yıkmak için bir türlü yapılamayan toprak reformu gerçekleştirilmelidir. İşsiz insanlara toprak verilmeli, eğitilmeli ve böylece göç etmesi önlenmelidir. Ayrıca devlet kültür sanat faaliyetlerini bölge çapında geliştirmeli, teknolojiden bihaber olan halk bilgi ile tanıştırılmalıdır. PKK nın borazanı olan ROJ TV gibi yayınların halkın, devletle arasını açmasına mani olmak gerekir. Siyasi partilerimiz Kürt kökenli vatandaşlarımızın sorunlarına, dertlerine derman olabilmeli, meydan DTP gibi etnik temelde siyaset yapan ve teröriste kardeşim diyen partilere bırakılmamalıdır. Yazımın bu cümlesini yazarken bunları kimlerden istediğim kafama dank etti birden. Yahu bu ağaların çoğu politikada ve bizleri temsil ediyor. Kimlerden neler istiyoruz. İslamiyet tüm Türkiye’de iyi anlatılmalı ve iyi anlaşılmalıdır. PKK ile başa baş çalışan tarikatlar hem İslamiyet hem de Türkiye için en büyük tehlikedir. Aslında şeriat maskesi altında bölücülük yapılmakta, bırakın Kürtleri, Türkleri tüm halkın kafasını karıştırmaktadırlar.

Kısacası PKK terörizmi ve aslında olmayan bir Kürt sorunu ayrı ayrı ele alınması gereken ama birbiriyle asla karıştırılmaması gereken sorunlardır.

Bu vatan için canlarını veren tüm şehitlerimiz, kanlarınızı bu vatana helal ediniz. Evlatlarını bu vatana şehit veren ana babalar, ateş yalnız düştüğü yeri yakmıyor. Şehitlerimizi yüreklerimize gömdük. Hepsi nur içinde yatıyor.

Necmi ÖZNEY

18 Ekim 2007 Perşembe

ANAYASA REFERANDUMU VE VATANDAŞLIK HAKKIM

Politika çok temiz bir şekilde yapılmaya çalışılsa dahi, insanın, elini kirden sakınması ve bazı söylentilerden uzak durması ve şaibeli olayların içine dâhil olmaması imkânsızdır. Buna karşılık vatandaş için, politikadan uzak durmaya çalışmak da büyük bir hatadır. Aslında politikadan uzak durmaya çalışmak da bir politikadır. Fakat bu yapılan kötü politikadır. Birey olarak politika ile bir şekilde, ama mutlaka bilinçli, önyargısız ve halkın genelini asgari müşterekte kucaklayacak fikirleri ortaya koyarak uğraşmamız gerekir. Aksi durumda ise politikacı ve bizzat politik sistem bizimle uğraşmaya ve oynamaya başlar. Politika, insan'ın öz benliğini meydana getiren öğelerden biridir. Alınacak kararlardan herhangi bir şahsi sonuç beklemek bir yana, alınacak kararın topluma sağlayacağı sonuç nispet üzerindeki olumlu getirilerini gözlemleyebilmeliyiz.

Politika ile uğraşmak aynı zamanda kendimize karşı göstermemiz gereken saygının da bir göstergesi olmalıdır. Politika, insan'ın İnsan’a hükmetmek üzere oynadığı bir oyundur. Birey olarak, bu oyun içerisinde istesek de, istemesek de bir rol almak durumundayız. Aktif politikada vatandaş olarak bir rol sahibi olmak da, istiyor musun diye sorulup fikrimiz alınmadan, bizim haricîmizde, bizim irade ve isteğimizden hariç, var oluşumuzun ayrılmaz bir parçası gibi bize dikte edilmektedir. Seçilmiş kelimesi bana, toplum tarafından, “bizi belli bir süre yönet” ifadesini uzun zamandır anlatmıyor hatta çağrıştırmıyor bile. Çünkü üç beş parti liderinin kişisel tercihleri sonucu seçtiği kişiler haricinde kendi öz irademle herhangi bir kişiyi seçme şansım yok.

Bakın, yine yeni bir oyun oynanacak ve bize yine bir rol verilecektir. Ama bu rol bizi, pasif kılan bir rol olacaktır. Bu, kendi elimizle kendi irademizi yok saymamız ve kendi kendimizi köleleştirmemiz demektir. O halde, kendi kendimize saygımız demek olan iç özgürlüğümüz hatırına oylama zamanları kimi niçin seçeceğimiz, neye, niçin evet veya hayır dememiz gerektiğini açık, açık bilmemiz gerekmektedir. Bu bilgiler toplumun mutlaka aktif bir politika içinde olması demek değildir. Bu, hem gereksizdir, hem de her şekilde imkânsızdır.

Politika ve politikacılar hakkında düşünmek ve araştırmak. Diğer vatandaşların ve araştıranların, fikirlerini, bilgi ve bulgularını öğrenmek. Kendi düşüncelerimizi ifade etmek. Doğru ve haklı bulduklarımızı savunmak. Yanlış ve haksız bulduklarımızı reddetmek veya etmeye gayret etmek. Düşünce, ifade, örgütlenme haklarımıza sahip çıkmak politikanın ve vatandaşlık haklarımızın en vazgeçilmezleridir.

Aktif siyaset yapan politikacıların, insana ve Allaha saygı gereği, kendilerinin de Allah tarafından temiz yaratılmış olduklarını hatırlayarak vade geldiğinde toprağa temiz girmeye gayret etmeleri gerekir. İçinde vatan sevgisi Allah korkusu olmayan hatta ve hatta kendini tek ve yarı ilah gören politikacıya bunları anlatmaya çalışmak abesle iştigal etmek demektir.

Hayat bir insana verilen en kıymetli sermayedir. O halde en iyi, en kaliteli, en yüksek verimli alanlara yatırılmalı yüce Yaratanın sevmediği lüzumsuz işlerle iştigal etmemeliyiz. Çünkü halkın sesi Hakkın sesidir.

Şimdi sormak istiyorum. Birkaç gün sonra yapılacak olan anayasa referandumunda neye ve niçin, evet veya hayır diyeceğiz. Devletinin anayasasına uymak bireylerin şeref ve namusudur. Bırakın maddelerini, tek bir kelimesini bile bilmediğim, okumadığım bir anayasa hakkında oy kullanmamı isteyenleri hariç tutuyorum. Böyle bir oylamada oy kullanacağım için kendi vicdanıma bile hesap veremeyeceğim için endişeliyim. İçeriğini tam olarak bilmediğim bir anayasa oylamasında, dolayısıyla hayır demek en tabii hakkımdır.

Necmi ÖZNEY

17 Ekim 2007 Çarşamba

SINIR ÖTESİNDE İT İZİ ÇAKAL İZİ BİRBİRİNE KARIŞMIŞ

ABD tarafından işgal edilmiş ve neredeyse fiilen üçe bölünmüş Irak. Irak’ta bir Kürdistan eyaleti veya bağımsız Kürt devleti hazırlıkları ABD’nin Irak petrollerini çalma amacının dışında kendi iç politikasında Amerikan halkına yeni bir uydu devlet gösterme ve yapılan savaş masraflarının petrol olarak döneceğinin anlatılma çabasıdır. Çünkü Amerikalı paradan başka bir şey tanımaz. ABD, Dünya genelinde yaptığı barbar ve insanlık dışı davranışları yüzünden Türkiye’de ve bazı ülkelerde dışlanmaya başlamıştır. İşbirlikçi yalakalar her ne kadar ABD reklâmı yapsalar da, ilerdeki günlerde

ABD, Türk halkı tarafından daha da çok dışlanacaktır. Çünkü kötünün ve daha doğrusu emperyalist politikaların sonunun bu olması gerekir.

Türkiye ile ABD stratejik ortakmış. Nasıl bir ortaksa 1800 lü senelerden beri Türkiye aleyhine kurulan her kumpasta gizli patron rolüne soyunmuş, Osmanlıdan ve İstiklal savaşından bu yana aleyhimize kurulan her kötülükte gizli düşman olarak yerini almış stratejik ortak.

Stratejik ortak deyimi Türk halkını kandırmak için kullanılan içi boş bir cümledir. ABD’nin BOP projesi ve bu yüzden oluşturduğu dış politikası ile Türkiye arasında hiçbir stratejik ortaklık söz konusu olamaz. ABD’de zaten hiç bir konuda Türkiye’yi stratejik ortak kabul etmez, BOP’un eş başkanısın aslanım yalanı ile oyalayıp kandırır ve kullanır.

ABD Türkiye’yi askeri bir harekâtta resmen karşısına almaz. Ama çıkarlarına ters düşeceğini hissettiği anda Türkiye’yi sarsmak ya da kendi işine gelecek şekilde kaosa itmek ister. ABD’nin çekiç gücünün yakın bir geçmişte, güneydoğu bölgemizde, Amerikan askerlerinin Türkiye aleyhine faaliyet gösteren PKK ve Barzani ile ilişki kurması ve PKK’ya lojistik destek vermesi gibi pek çok düşmanca hareketlerini unutmayalım. Ayni şekilde bu destek halen devam etmektedir. Bu destekle şımaran ve Amerika güvenli Kuzey Irak peşmerge başının horozlanmasının ve PKK’ya destek vermesinin anlamı budur.

Asker, görevi gereği Türkiye’nin milli güvenliğini korumak ve kollamakla, Yurdumuza karşı yapılan her türlü saldırıyı engellemekle yükümlüdür. Askeri harekât iki türlü yapılır. Ya karşısında legal bir düşman devletin silahlı gücü olur ki bunun adı savaştır. Fakat PKK gibi soysuz terör örgütlerine karşı yapılan anti terör hareketlere savaş denmez. Koruma kollama harekâtı denir. Peki, Barzani neden kendini kuru fasulye gibi nimetten sayıp gaz yapıyor. Barzani nedir devlet mi? Hayır. Nedir o zaman, niçin bir terör örgütüne yapılacak harekâtı önlemeye çalışıyor? Çünkü geçmişte ve şimdi PKK’yı örgütleyen ve halen destek veren odur. Tabii Amerikan güdümü ile.

ABD Bu demektir ki, sınır ötesi harekâtta Türk ordusu karşısında PKK teröristlerinden daha çok peşmerge olacaktır. Zaten son açıklamalardan sonra ikisi arasında pek fark kalmamıştır. ABD Barzani ile açıkça temas kurar PKK ile gizli gizli, işte fark budur.

Harekât yapacağımız alan şimdiden itibaren yasak bölge ilan edilmelidir. Harekât başlamadan, hatta hemen şimdiden Habur sınır kapısı kapatılmalıdır. Mersin’deki Barzani şirketleri özel bir şekilde mercek altında tutulmalıdır. Kuzey Irak’a verilen elektrik kesilmelidir. Hatta bir süre gıda ve ihtiyaç maddeleri akışı bile durdurulmalıdır. Bırakın bunları onlara efendileri temin etsin. Verilen müteahhitlik hizmetleri ise zaten bitik vaziyette. Barzani bir sebep bulup Türk şirketlerini Kuzey Irak’tan zaten çıkarmak istiyor.

Yapılacak olası bir harekâtta Türk Ordusunun karşısına çıkacak her türlü kötü emelli güç düşman olarak algılanmalı ve cezası hemen verilmelidir. İtlerin ve çakalların izi zaten bellidir. Politik çıkar uğruna olayı zamana yayıp sulandırdığımız zaman meydanı itlere bıraktık demektir. Bir de ABD’ye verilen desteğe bakın. E tabi ne de olsa stratejik ortak.

Necmi ÖZNEY

11 Ekim 2007 Perşembe

BİR AVRUPA BİRLİĞİ ÖĞRETİSİ, ALT VE ÜST KİMLİK SORUNU

Avrupa Birliği'nin içine giren her devlet bağımsız kimliğini, milli duruşunu ve istiklalini zaman içersinde kaybedecektir. Zaten AB’nin kuruluş amacı budur. Avrupa sınırları içinde yer alan Hıristiyan devletlerde bu sona doğru gitmektedirler fakat onlar için tek fark Hıristiyan oluşlarıdır. Hangi mezhepten olurlarsa olsunlar onların eriyeceği pota Vatikan olacaktır.

Türkiye için de aynı milli ve dini son kaçınılmazdır. İnanmıyorum diyen varsa misyonerlik faaliyetlerini biraz ucundan incelesin yeter.

Ben bu planlı, kapsamlı, kirli ve kalleş AB politika projesi içersinde her gün bir yeri eritilen bir Türkiye görmekten bıktım. Bizleri alıştırmaya çalıştıklar alt kimlik, üst kimlik ne anlama geliyor bir bakalım.

Türkiye’de şimdiye kadar etnik kimlik sorunu yoktu. Bir kimlik sorunu ortaya atıldı. Alt kimlik, üst kimlik derken halk bu kimlik olayına halkı alıştırılmaya çalışılıyor. AB planlarına göre Türklerin Avrupa’da yeri yok. Ama Türk milleti mevcut plan içersinde oluşturulmaya çalışan sözde Avrupa Milleti içersinde bir alt kimlik olarak yaşamayı kabul ederse ki, kabul etmek zorunda bırakılmaya uğraşılıyor. Türkiye, AB'ye üyelik belgesini imzaladığı an kendi eliyle Türklüğüne de bağımsızlığını da teslim etmiş olacaktır. İşte alıştırılmaya çalışılan Alt veya üst kimlik hikâyesi budur.

Devletini kaybeden milletler zaman içersinde yok olurlar. Devletsiz bir millet tarihten silinir. İşte şu anda da, AB içersinde alt kimlik olarak yaşayacak Türk milleti için AB tarafından planlanan müstakbel akıbet budur.

Orta Asyalara kadar gitmeyelim. Selçuklularla, Osmanlılarla zirvelere ulaşan. Binlerce yıl Türklüğün ve İslam’ın temsilcisi olmuş ve bugün de Türkiye Cumhuriyeti devletiyle Edirne ve Ardahan arasına sıkışmış bir devin yüzüstü yere kapanmasından, tümü uyduruk AB aşkı yüzünden Türk devletinin ve Türklerin tarihlerinin sonuna gelmeleri olasılığından bahsediyoruz. Bu Türklerin bir daha dirilmemek üzere uyuşması ve sonunda yok olması demektir. İşte Türkiye’ye yapılmak istenen şey açıkça budur.

Türkiye artık bir tercih yapması dönemine girmiştir. Ya bağımsız Büyük Türkiye olacak ya da yok olmayı kabul edecek.

Türkler, şu anda var olma ile yok olma çizgisinin tam ortasındadır. Türkler şu anda, tarih sahnesine çıktıklarından bu yana, tarih içersinde karşılaşmış olduğu en güçlü krizle karşı karşıyadır. Benim canım ülkem, 1919'un şartlarından daha ağır şartlar altında, üstüne üstlük duyarsızlıklar içersinde bir mücadele veriyor.

Kapımızın önüne gelen felaketi görüp, anlamamak ve tedbir almamak aptallıktır. Evlatlarımızı kaybetmekten, vatanımızı kaybetmekten korkmalıyız. Süfli durumlara düşmekten, şehit kanlarının boyadığı bayrağımızın dalgalanmamasından korkmalıyız. Böyle korkular milletimi tedbir almaya ve uyanık kalmaya mecbur eder.

Türkiye Avrupa Birliği'ne yamandığı an milli bütünlüğünü kaybetme sürecine girdi demektir. Hele Türkiye'yi bu mecraya sürükleyenlerin vaziyetin vahametini idrak edemediklerini görünce endişeler bin kat daha artıyor. Çekilmeye çalışıldığımız cendere, yarını karanlık, kültürel yıkım, siyasi komplolarla hazırlanmış bir Avrupa Birliği projesi.

İşbirlikçiler küresel kan emici tekellerin bayraklarını Yurdumuzun en mahrem yerlerine dikmeye çalışıyorlar.

Şu anda toplumun bilinci kilitlenmiş durumda. İşte tehlikenin büyüklüğü de burada. 1919 yılında Kuvayı Milliye Ruhu Türkiye'nin her yanını sarmıştı. 1919'un kahramanları ise şu anda devirleri geçti diye alay mevzuu ediliyor. Türkiye, keşke 1919'da olduğu gibi kaba bir düşman saldırısına maruz kalsaydı. En azından düşman, hiç değilse hedefini belli ederdi.

Acilen, fedakâr ve şuurlu insanların örgütleyeceği yeni bir Kuvayı Milliye Ruhu'nu tüm Türkiye'de yeniden diriltmemiz lazım. Zira Anadolu coğrafyası çok tehlikeli bir coğrafyadır, asla zayıflık kabul etmez. Bu coğrafyada zayıf, dirayetsiz bir devletin ayakta kalmasına asla imkân yoktur. Tarih zayıf, dirayetsiz devletleri hemen yutar. Türkiye'nin yutulması demek Orta Asya'nın, bin yıldır bayraktarlığını yaptığı Müslüman âleminin de yutulması demektir.

Türkiye'yi bu hale düşürmeye çalışanlar, bu milleti Avrupa'nın alt kimliği olarak, Avrupa’ya fedai, muhbir ve ajan olarak kullanmayı hedeflemektedir. Bu milletin evlatlarını Avrupa'nın paralı askerleri olarak savaşmaya zorlayacaklar. Anzak askerleri gibi emperyalist çıkarlar uğruna masum milletlerin kanına girecek tetikçiler yapacaklar. İşte planladıkları budur. Zamanında bu tuzaktan yemlenmiş, bir ara kahpe Bizans’ın paralı askerliğini yapmış olan Hunlar, Avarlar, Bulgar Türkleri neredeler şimdi.

Bu yüzden yeniden çok şuurlu bir Kuvayı Milliye Ruhu'na, üç Beş paralık siyasi parti ayakçısına değil, gerçek yurtseverliği kendisine görev edinmiş aydınlara, gerçek kahramanlara ihtiyacımız var. Unutmayalım ki üzerinde yaşadığımız vatan topraklarını Kuvayı Milliye ruhu ile kurtardık. Türkiye, bu durumdan daha fazla küçülemez ve milletin meclisinde şehitlerin kanları ile yazılmış olan “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir." sözünü tatbik etmesi gerekenlerin, bunu yapmadıkları takdirde kendi meşruiyetlerini kendi elleriyle yok edecekleri kesindir. Bu yazı kesinlikle bir komplo teorisi değildir. Günlük olayları takip edin yeter. Zaten bu senaryo ortalık sahnede her gün oynanıyor.

15 kınalı kuzumuzun şehit edilişinden sonra bu bayramı kutlamak içinizden geliyorsa eğer, bayramınız kutlu olsun. Ama önce hepimizin başı sağ olsun.

Necmi ÖZNEY

8 Ekim 2007 Pazartesi

ÇAĞDAŞ OLMAK, AYDIN OLMAK ATATÜRK GİBİ DÜŞÜNMEKTİR

Aydın olmak hiç kolay değil. Aydın olmanın onurunu taşımak çok zor. Göğüs kafesinin içinde et parçası değil yürek taşımak gerekiyor. En büyük yüreklilik ise savunduğun değerler uğruna her şeyi göze alabilmektir.

Aydın olmak, kendisi olan kişi, gerçekten özgür olan kişi demektir. Dış özgürlük hiçbir şey demektir. İç özgürlük, beyin ve ruh özgürlüğü, bütün özgürlüklerin temelidir ve asıl özgürlükte budur. Aydın, yaşadığı toplumu ve hatta insanlığı ışığa kavuşturan. Bunu yaparken de, kendisini, kendi içinde, sadece ve yalnız kendi aklına, kendi vicdanına karşı sorumlu tutan, yalnız bu ikisine karşı hesap veren kişidir.

Aydın kişinin tek ölçeği akıl, insan ve vatan sevgisidir. Bu ölçeği kullanarak önce kendi içini aydınlatmaya çalışmalıdır. Kendi akıl ve sevgi gücüyle yürüyebilen, bundan dolayı da kimseye minnet duymayan, minnet duymadığı için de kendisi olabilen kişidir.

Her şeyden en mühimi ise, bütün bunlara ilâveten, Aydın insanın onurlu bir duruşa sahip olan insan olması gerekir. Düşünce, ruh özgürlüğü, kendini ifade etme ve duruş! İşte aydın insan budur.

İnsanın kendi aklı ile düşünmesi, gerçek düşüncedir. Birinci, gerçek düşünce ve ikinci, sıradan düşünce arasında bir ayırım yapmak gerekir. Birincisi kimsenin borazanlığını yapmamak, akıl yoluyla doğruları bulup paylaşmak. İkincisi ise enformatik bilgileri, düşündüğünü zannederek akıl ve vicdan süzgecinden geçirmeden, bilerek veya bilmeyerek birilerine fayda sağlayacak şekilde yaymaktır. Bu enformasyonların bilgiye dönüştürülmesi ise vicdan, akıl ve insanlık ruhu ile olur. İnsanlık ruhu, yani insanoğlu'nun Tanrı karşısına çıkacak ve hesap verecek, Tanrı tarafından üflenmiş özü, Düşünce ve Ruh'un, insanı insan yapan asıl cevherin var oluş şeklidir. Ruh'un ve yüreğin yarattığı düşünce sonucu ise eseri meydana getirir.

Aydın insan ile bilim adamlığı at başı beraber gitmesi gerekir. Fakat maalesef her bilim adamı bir aydın değildir, olması da beklenmemelidir. Çünkü bilim adamlarının büyük bir kısmı teknisyendir, sıradandır ve asla aydın olamazlar. Ancak sıradan olmayan, yani insanlığa yeni bir şeyler katan bilim adamı aydın demektir.

Işığı bulmak, yakalamak ve sürekli ona sahip olmak zordur. Onun için sıradan insanlar kolay yaşamayı yani ışıksız yaşamayı tercih ederler. Başkalarının yakalamaya çalıştıkları ışık kırıntıları ile idare etmeye çalışırlar. Özgür olamadıkları içinde, yarı köle olarak ve yaşadıklarını zannederek ömürlerini tamamlarlar.

Büyük Atatürk’ün ülkemize ve milletine yaydığı ışığı görün. Gitgide daha da artarak yayılmakta ve sonsuza kadar yayılacağına da kesin gözüyle bakmalıyız. Şimdi yurdumuzu kaplayan kara bulutlara aldanmayın. Etrafı karartıyor gibi görünseler de, Ata’nın ışığını örtemezler. Aydın olan ve ışık saçan aydınlık Atatürk ruhuna inanın yeter.

Necmi ÖZNEY

necmiozney@gmail.com

4 Ekim 2007 Perşembe

İNSAN, ONURU VE HAYSİYETİ İLE İNSANDIR

Türkiye'de senelerce, Demokrasi'nin İslâm ile uyuşmaz, bağdaşmaz, olduğunu ısrarla ve inatla iddia ederek, insanların zihinleri bulandırarak ve insanları şüpheye sevk edip, dinlerini ciddîye alan saf ve temiz müminleri; cumhuriyet, laiklik ile İslâm arasında anlamsız, abes bir tercihe zorladılar. Onların özgürlüklerini ve kendilerine güvenlerini geliştirmek yerine, tam tersine, birilerine itaat etme kültürünü yerleştirdiler. Din adına ve kendisine Vahiy gelmişçesine davranan din tacirleri karşısında boyun eğmeye yönelttiler. Ama İslâm’ı politik olarak kullananlar 28 Şubat ile birlikte birdenbire, çok hızlı bir şekilde Demokrasi savunucusu kesildiler.

Tamam, bu takiyyedir. İşin açık Türkçesi ile topluma karşı yapılmış bir sahtekârlıktır. Bir an bunun politik manevra olarak yapılmış bir davranış diye düşünüp kabul ettiğimizi varsayalım. Böyle bir olayın kabulü mümkün değil ya. Peki, bir insanın kendi vicdan muhasebesi yok mudur? Kendi haysiyetini ve onurunu düşünüp şereflerinin ne duruma geldiğini gördüklerinde bu insancıkların içini ateşler basmaz mı? İnsanın içine ateş basması demek, bir insanın kendi kendisi ile hesaplaşması demektir. Ve bu kendi kendine yapılmış bir itiraf sayılır. İşte, insan onur ve haysiyeti kendisini burada göstermektedir. Adam gibi adam, kendisiyle, doğruları ve yanlışları ile hesaplaşabilen ve hatalarını izah, ifşa ve kabul edebilen bir insan demektir.

Genç üniversiteli kız öğrencileri, türban konusunda, İslâm’ı alet ederek politik amaçlarında kullanabilmek için devamlı tahrik ettikten sonra sistem onları kabul etmeyip türbana karşı çıkmaya başlayınca, ortaya çıkıp " Ey vatandaşlar, bütün bunlara sebep benim. Hesap soracaksanız bana sorun. “ demek yürekliliğini göstermek yerine susmayı veya köşelerinden samimiyetsiz beyanlar vermeyi tercih etmek de tipik bir şeref yoksunluğudur.

Hatırlayın, Vietnam Savaşı'nda Amerika'yı protesto etmek için üzerine benzin döküp kendisini alev alev yakan. Bu esnada göğsüne kavuşturduğu ellerini dahi açmadan ve ölürken dahi büyük bir onurla savunduğu meselesinin arkasında duran bazılarının müşrik dediği rahiplerin gösterdiği bu haysiyet, onların ikiyüzlü insanlardan, Allah katında da kul katında da daha kıymetli olduğunu göstermez mi?

Daha birkaç yıl öncesine gelinceye kadar, AB ve ABD’yi yerden yere vuran, Bunların zındık olduğunu ileri süren, Avrupa Birliği'ni Hıristiyan Kulübü, Amerika'yı Şeytan, hem de büyük şeytan ilân edenlerin. Birkaç yıl gibi kısa bir sürede yüz seksen derece çark ederek dün dediklerinin bugün tam tersini hem de görülmemiş bir imanla müdafaa etmeleri. Dün Avrupa'lara, Amerika'lara hakaret edenlerin bugün el açıp aynı kapılardan dolar dilenmeleri, utanmazca medet ummaları, hiç hayâ etmeden Batıcı, Avrupacı, Amerikacı rolüne soyunmaları, Batı'yı âdeta bir yeryüzü cenneti gibi göstermeye başlamaları, hatta gönüllü Batı Misyonerliği yapmaları ve ılımlı İslam söylemleri karakteristik bir haysiyet zaafıdır.

Şayet bütün bu keskin ve sert virajlı U dönüşlerinin ciddî ve kabul edilebilir bir izahını yapabilseler belki bu dönüşlerinin bir anlamı olabilirdi ama bunu yapamayacakları için ki yine bir haysiyet zaafı olmaktadır.

Demokrasi'yi, Demokratik Hukuk Devleti'ni, Hak ve Hürriyetleri, Türk halkının bizzat kendisi namına ve kendisi olarak değil de Avrupa Birliği tarafından teftiş edileceği endişesi ile Avrupa Birliği gibi sonu ne olduğu belli olmayan bir serüvene hesapsız kitapsız dalmak. Avrupa'ya ve Avrupa Birliği'ne hesap verme ezikliği ile onlarla hoş geçinmek, yardakçılık etmek, yaltaklanmak ve bir şeyler talep etmek de insan haysiyeti bakımından bir başka zaaf örneğidir.

Yani dün bulundukları noktanın bugün tam karşısına gelecek şekilde değişmeleri, sıradan bir kişi için anlaşılabilir ve hoş görülebilir bir şey olabileceği halde, bir seçilmiş için ne söylenir bilemem ama bu en hafif tabiri ile apaçık bir davranış bozukluğu demektir.

Necmi ÖZNEY