Türkiye her an bir mengene arasında. Bu sıralar mengenenin hareketsiz kısmında AB yer almakta, hareketli kısmında ise ABD var. İki öğe kendi ihtiyaçlarına göre yer değiştiriyorlar. Zaten bizim için olacak bir şey yok ama AB meselesi şu an beklemede, sıkıştırma görevi ABD tarafından yapılıyor. Bir yandan küreselleşme, bir yandan AB’nin bilmem ne süreci. Bu konuları büyüteç altına alıp yakından incelediğimiz zaman, bazı gerçeklerle karşı karşıya kalıyoruz.
Türk toplumunda geçmişte ve hala da hâkim olan devlet anlayışı, devlet baba anlayışıdır. Devlet, Türk toplumunca, manevi, ekonomik ve sosyal olarak sığınacağı ilk ve son yerdir. Devleti ve toprağı uğruna seve seve canını verir. Bu nedenle de Türklerde güçlü bir sosyal devlet isteği vardır. Bunun nedeni 1850 lerden beri çektiği acılar, iç ve dış etkenler yüzünden geri kalmışlık ve batının gizli ve açık Türkiye’yi bölme, parçalama ve yok etme planlarıdır.
Türk insanı, batı tarafından kendisine gösterilen sözde insani değerlerin aslında bir değer olmadığını, en güzel insani değerlere kendisinin zaten genetik olarak sahip olduğunu bilir. Çünkü Türkler Mevlana’nın, Yunus’un torunlarıdır. Osmanlı zamanında horlanmış, yoksul bırakılmış, İstiklal savaşı öncesi hakkında ölüm fetvaları çıkarılmıştır. Ama kendi gücüne dayanarak devletine sahip çıkmış. Vatanını kurtarmasını, kulluktan vatandaşlığa geçmesini bilmiştir.
Türk halkı Avrupa Birliği macerasının ne olduğunu anlamadan önce, bunun kendisine iş ve çalışma imkânları yaratıp, yaratamayacağına bakıyordu. AB halka öyle bir şişirilerek anlatılmıştı ki. Gümrük birliğine girildiğinde nasıl çarpılacağını anlayamamıştı bile. Milli değerleri bir bir peşkeş çekilmeye, yağmalanmaya başlanınca uyandı ama atı alan Üsküdar’a geçmiş, Üsküdar’ı mesken tutmuştu.
Türk ekonomisindeki gelir dağılımı dengesizliği sebebi ile hem küreselleşme hem de AB sorunları iki yönlü olarak desteklendi veya karşı çıkıldı.
Küresel değişim ve AB nimetlerinden ekonomik ve politik nüfuz sahibi olarak yararlananlar, değişime destek verirlerken, Bu işin Türkiye için zararlı olduğunu anlayan ve hatta zarar bile görmeye başlayanlar olayların gelişimi karşısında rüya görmekten ve aldatılmaktan sıyrılmaya çalışıp AB’ye karşı çıktılar.
Türkiye'nin içinde bulunduğu olumsuz ekonomik koşullar nedeni ile günü kurtarmaya bakan bazı kıvrak zekâlılar ben yaptım oldu mantığı ile ne bulurlarsa götürmeye başladılar. Bilgi istemediler ve olan bilgiyi de bir kenara itiverdiler. Daha da kötüsü, yaratıcılıktan ve üretimden ziyade taklitçilik ve ithalata önem verdiler. Devlet içinde ve piyasalarda kurnazca işini yürütenler de, sanki bir iş yapmış ve başarı kazanmış gibi övünerek halkı kandırdılar. İşte bu durumun farkına varan Türk insanı yaşadığı sıkıntıların kaynağı olarak, küreselleşmeyi ve AB’yi görmeye başladı. Doğal olarak, artık AB’ci ve batıcı reklâmcıları da Türkiye ve kendileri için muhtemel bir tehdit olarak algılamaya başladılar.
Türk toplumunun büyük çoğunluğu Avrupa Birliğini macerasının ikiyüzlü yapısından ve 40 yılda gelinen noktaya baktığı zaman, haklı olarak AB'nin Türkiye'yi Avrupa Birliğine üye yapmak istemediğine ve bazı çıkarları için oyaladığını ve kandırdığını düşünüyorlar. AB işbirlikçileri ve beslemeleri ise bütün bunları bilmelerine rağmen, şahsi çıkarları gereği ısrarla AB goygoyculuğu yapmaya devam ediyorlar.
AB'nin barış, refah ve istikrar toplumu olduğu hikâyeleri yayılmaya çalışılsa da. Ekonomik istikrar bozulacak safsataları ile halk zenginlikte değil fakirlikte eşit hale getirilmeye çalışılıyor. Üretim engelleniyor. Halkın sofrasından alınan lokmalar yabancı fonlara (sermayeye değil) faiz olarak aktarılıyor. Benim gibi emekli bir memura veya çalışan işçiye yapılacak üç beş lira zam ise bütçenin dengelerini sarsıyor enflasyonu azdırıyor.
Evet, Türkiye'nin öncelikli sorunu artık değişimdir. Hem de gelişerek değişimdir. Ama lafla değil. Eskiden lafla yürütülmeye çalışılan peynir gemileri artık karaya oturmak üzere.
Çağdaş değerler doğrultusunda küresel koşullarda, aydınlık bir gelecek için değişmeliyiz. Gücümüzü, stratejik konumumuzu ve ulusal çıkarlarımızı korumak için değişmeliyiz. Türkiye’nin artık kendine ve halkına güvenip, büyük düşünerek, çalışıp üretmesi için değişmeliyiz. En önemlisi kaybettiğimiz zamanın kıymetini bilip, bir daha zaman kaybetmemek için değişmeliyiz. Onurumuzu ve geleceğimizi koruyarak güvence altına almak için hem de çok değişmeliyiz. Ciddi boyutta bir Atatürkçü zihniyet devrimine dönmek, topraktan yeni fidanlar çıkarmak için hızla değişmeliyiz.
Bazılarının bize yutturmaya çalıştığı gibi, Büyük Atatürk milletine hedef olarak muasır yani çağdaş medeniyeti hedef gösterdi. Medeniyeti kendinden menkul Avrupa’yı ve Amerika’yı değil. Medeniyet ilk önce insan olmak demektir.
Necmi ÖZNEY