Küreselleşme kelimesini duyduğunuz zaman yapacağınız şey, bu kelimenin ifade ettiği anlamın kimler için ne anlama geldiğini düşünmek olmalıdır. İlk elde emperyalist ülkeler açısından, sömürerek zenginleşmek anlamına gelir. Buna modern hırsızlıkta diyebiliriz.
Azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler açısından ise ekonomide ve kültürde küreselleşmenin anlamı, mal, hizmet ve sermaye piyasalarının emperyalist ülkelerin emrine sunulması demektir. Bu sunum işbirlikçi hükümetler ve işbirlikçi sivil toplum kuruluşları tarafından yapılır. Ekonomik olarak bu peşkeş çekişler yapılırken milli sermayenin esas sahibi olan halkın olayların farkına varmaması için yapılan kültür bombardımanı da bu işlerde yan sanayi olarak ortaya konur. En büyük tahribatı da bu kültür soykırımı yapar.
1980'lerden itibaren sömürgen gelişmiş ülkeler, azgelişmiş ülkelerle olan siyasi, ekonomik ve kültürel ilişkilerini “küreselleşme” etiketi altında hedef ülke halklarına ve hükümetlere dikte etmeye başladılar. Küreselleşme onların anlatımına göre, gelişmiş ülkeler ile dünyanın geri kalmış ülkeleri arasındaki çeşitli alanlarda oluşan dengesizliği, geri kalmış ülkeler lehine çevirecek bir süreçti. Teknolojideki, özellikle iletişim ve bilgisayar teknolojisindeki gelişmelerin bu sonucu vereceği sömürülmek istenen ülke halkına, iç işbirlikçi kuruluşlar vasıtası ile takdim edildi, Bu büyük tarihi bilgi akışını temsil eden fikre ve bilginin yayılmasının karşı konulmasının imkânsız bir süreç olacağı iddiasıyla pazarlanıyordu. Devşirme işbirlikçiler de devreye girince maddi manevi yağma başlamış oldu.
Şimdilerde ülkemizde ekonomik ve kültürel her şey IMF'nin onayına sunuluyor. Artık bu işlere karışanlar ve her şeye burnunu sokanlar IMF ve onun kardeş kuruluşu Dünya bankasıyla da sınırlı değil. ABD si ve AB si tarafından istenen her adım atıldıkça Hazine, Merkez Bankası ve hükümet yetkilileri, ABD ve AB'de kapı kapı gezerek kendisine yabancı sermaye sıfatını koymuş birtakım şirketlere Milli Ekonomimizin değerlerini yok pahasına pazarlayıp aferin alıyorlar. Halkın isteği hiçbir şekilde göz önüne alınmıyor. Nasılsa icazet türlü politik oyunlarla dışarıdan sağlanıyor.
İçiniz acıyarak bunların satılmasına ne gerek vardı. Biz bütün bu kuruluşları çalıştıramıyor muyduk? Bunlar bizim ulusal servetimiz nasıl satıyorsunuz? Diye sorduğunuz zaman cevap hazır. Geri kafalı şoven milliyetçiler, sizin kafanız bu işlere basmıyor. Bunlar küreselleşmenin gereği! Evet, kafamız basmıyor. Bir türlü anlayamıyoruz. Adamlar para basan kuruluşlarımızı yok pahasına aldılar. Tabii ki belli bir sermaye yatırdılar. Elbette karlarını alacaklar. Bu mantıkla düşününce onların bir taksiratı yok. Biz kendimizi öpülmeye hazırlamış durumdaydık. Elbette öpecekler. Öptüler de, getirdikleri sermayenin üçte birini çoktan kendi ülkelerine aktardılar bile. Bu para yurdumuzda kalsa daha iyi olmaz mıydı? Yeni yatırımlar yapamaz mıydık?
Hayır yapamazdık. Daha doğrusu yaptırmadılar. Yerli büyük sermaye kendi atılımını yaptı. İthalat, montaj sanayi ve borsa ile kendi ekmeğine yağ sürdü. Dolar, daha çok ithalat yapalım diye düşük tutuluyor. Nasıl da gurur duyuyoruz TL kıymetli diye. Benim bu ihracat işine de pek kafam basmıyor ya. Sanki bir hayali işlemler furyası içindeyiz gibi. Sonunda davul tozu ve minare gölgesi çıkmaz inşallah.
Sonuç olarak küreselleşmenin, sömürülen ülke için, ileri adım atılan bir merhale değil, bir gerileme ve fakirleşme süreci olduğunu ve gerileme başlattığını gün gibi gördük. Ve bu durum giderek artan yeni sömürü şekillerine ulaşacak bir etki yaratacak gibi görünüyor. Aslında görünmüyor. Avazı çıktığı kadar bağırıyor. Hala görmemekte ısrar ediyoruz. İş işten geçmeden bu durumu görmek ve gereken tedbirleri almak lazım. Yoksa çok geç kalmış olacağız.
Necmi ÖZNEY
21 Haziran 2007 Perşembe
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder