27 Nisan 2007 Cuma

ZAMAN NE ÇABUK GEÇİYOR

Zaman ne çabuk geçiyor...

10 Kasım 1947 tarihli İzmir «Yeni Asır» gazetesinden alınmış bir yazıyı, sizi yaklaşık 60 sene öncesine götürerek biraz düşünceye ve düşünürken de şimdi ile kıyaslamaya davet ediyorum.

"Atatürk'ü kaybettiğimizin dokuzuncu yı­lına giriyoruz.
Zaman ne çabuk geçiyor. Bu dolmaz boş­luğun acısı dün gibi içimizdedir. Fakat dünle bugün arasında, sanki bir adamın geçmesiyle muvazenesi bozulmuş gibi, bü­tün bir dünya yıkılmış, yeni bir âlemin doğum sancıları ve sarsıntıları ise, hâlâ devam etmekte bulunmuştur. Belki insan­lık, onun Türk Milleti için yaptığı beşe­riyet hesabına başaracak, onun büyük ide­ali olan «yurtta sulh, dünyada sulh» da­vasını son zafere ulaştıracak başka bir Atatürk beklemektedir.
Dünden bugüne değişmemiş, bugünden yarına değişmeyecek olan bir şey vardır. Bu Atatürk sevgisidir. Bu sevgi, onun millete vakfettiği sevgi kadar büyük ve engindir. Sevilmeğe değer olan, hayatı sevdiren her şey bu tek sevgi içine sığ­maktadır. Atatürk ölümden kurtardığı milleti için her güzelliğin, her iyiliğin, her doğruluğun sembolü olmuştur. Bu, bir şahsı tanrılaştırmak değildir. Atatürk et­ten ve kemikten bir insan olarak yaşamış, etten ve kemikten bir insan hatırasıyla kalplerimize yerleşmiştir. O, bu millet için her güzel şey, her iyi şey ve her doğru şey, coşkun iradesinin ve berrak zekâsı­nın bütün kudretiyle istediği ve millete mal ettiği içindir ki bugün güzelliğin, iyi­liğin ve doğruluğun timsali olmuştur.
Atatürk'ün ne yaptığı ve neler bıraktığı üzerinde artık söze lüzum yok. Bu, tari­himizin en karanlık devrinden sonra ger­çekten nurlu ve aydınlık sahifelerini aç­mıştır. Her Türk'ün kalbinde, yaşayan bütün emeller onun kal­binde toplanmış ve onun zekâsından sü­zülerek ifadesini bulmuştur. Türk'ün hür olmasını, bağımsız olmasını, medenî olma­sını, bu hasletlerle refaha ve saadete ulaş­masını istemiştir. Bu uğurda, yapılmaz sanılan şeyleri yaymış, aşılmaz sanılan engelleri yıkmış ve Türk Milletinin önünde yepyeni ufuklar açmıştır. Bu ufuklara ulaşmak için onun bize verdiği anlayış, onun hepimizde canlandırdığı iman ve güven hâlâ en büyük kuvvetimizdir."İnan ve güven!" dediği zaman yalnız doğruya inanmak ve yalnız hakka ve onu korumak için, damarlarımızdaki kanın asil cevhe­rine güvenmek gerektiğini bize yeniden öğreten o olmuştur.
Atatürk'ten sonra başarılacak daha ne kadar çok işimiz olduğunu elbet biliyoruz. Hürriyete gerçekten, bütünlüğü ile ve bü­tün teminatıyla kavuşmak, halk hâkimiyetini söz âleminden hayat âlemine geçir­mek, medeniyet hamlesini artık kimse­ye imrenmeğe lüzum bırakmayacak bir şe­kilde tamamlamak, bütün vatandaşları sağlam bir refaha ulaştırmak ihtiyacında­yız. Atatürk'ün önümüzde açtığı yolun doğruluğuna o kadar inanıyor ve güzelli­ğini o kadar seviyoruz ki bu yolda ilerle­mek azmimizin bir an bile gevşemeyeceğine eminiz. Bunu durdurmak isteyenler bile artık imkânsız bir dava için uğraş­tıklarının farkında olmağa başlamışlardır. Türk vatandaşı bütün haklarına sahip ol­malıdır ve olacaktır. Bütün imkânlara kavuşmalıdır ve kavuşacaktır. Atatürk'ün bu maksatla açtığı mücadele devem et­mektedir. Buna demokrasi mücadelesi di­yorsak yine pekiyi biliyoruz ki bu Ata­türk mücadelesinin kendisinden başka bir şey değildir. O da demokrasi için, Türk vatandaşının kendi kendine hâkim ve sa­hip olması. Türk Milletinin kendi ken­dini idare etmesi için savaşmıştır. Bugün, Atatürk'ü kaybetmiş olmanın acısı içinde, Atatürk idealini hiç bir zaman kaybet­memek emniyeti biricik teselli noktasıdır. Atatürk sevgisi vatandaşlar arasında bir­leştirici bir bağdır. Görüşler ve anlayışlar arasındaki farklar ne olursa olsun, ayni adamın etrafında İstiklâl savaşı için nasıl birleşmiş isek, aynı hatıranın etrafında da hürriyet savaşı için birleşik kalmağa mec­buruz. Millet bu birliği bırakmayacaktır. Halkı halâ vesayet altında tutmak isteyen­ler olsa bile, bunlar Atatürk sevgisi ve ideali içinde birleşenlerin sarsılmaz, yığını karşısında sayılmaya değmeyecek kadar az olduklarını her gün daha iyi sezmek­tedirler. Atatürk'ün Türk gençliğine vasi­yeti Cumhuriyeti korumaktır. Onun iste­diği ve anladığı cumhuriyet her Türk'ün serbest iradesine ve tam hürriyetine daya­nan millet hâkimiyetidir. Bu hâkimiyeti titizlikle kurmak ve korumak, gerçekten Türk gençliğinin ve bütün Türklüğün en yüksek vazifesidir. Bu, kabul etmek lâ­zımdır ki, bir parti davası olmaktan çok daha ileri ve daha yüksek bir şeydir. Bir millet davasıdır.

Partiler ancak bu dava­ya sadık ve samimiyetle sadık kaldıkları ölçüde millete ve Atatürk'e lâyık olabilirler. Atatürk'ü sevmenin doğru yolu onun sevdiğini onun gibi sevmektir. O her şey­den çok milleti sevmiştir. Fakat hürriyet ve istiklâl içinde halkı sevmiştir. Vatandaşı sevmiştir. En büyük imkânı yaratan ve en büyük şerefi veren gerçek hürriyeti sevmiştir. Onun sevdiğini sevmeyenler onu nasıl sevebilirler? Fakat onun sevdiği ha­yatın kendisidir. Hayatı kim sevmez?
Türk Milleti Atatürk'ü unutmayacaktır. Ecel onu pek erken aramızdan almakla bizi yine onsuz bırakamadı. Atatürk bir ışık ve bir ideal olarak kalplerde yerleş­miştir. Türk vatandaşı için bu çok büyük bir mazhariyettir. Hiçbir güçlükten yılmamak, gayeye ulaşmak için hiç bir fe­dakârlıktan çekinmemek Atatürk'ün bize verdiği derstir. Onunla birlikte başarılan eserler ondan alınan ilhamla ve sönmez azimle tamamlanacak, kemale erişecek­tir. Öyle denebilir ki, Atatürk bizim için erişilecek gayenin de timsali olmuştur. Atatürk'ün istediklerine varmak, Atatürk'e yeniden kavuşmak olacaktır." Ben bu yazıyı okuduktan sonra biraz daha düşündüm. Sizle paylaşmak isterim kısaca. "Vatan ve millete yanlışlıkla veya kazaen ihanet edilmez. Vatanını ve milletini seven her kişi bu mevhumların gönüllü ve uyanık bekçisi olması gerekir. İşte bunu yapamaz isek, kimseye kızmayalım. Çünkü vatanseverlerin bir şey yapmaması, ihanetin ve hainlerin zaferidir."
Necmi ÖZNEY 28.11.2006 Memleket haber

Hiç yorum yok: