Zaman ne çabuk geçiyor...
10 Kasım 1947 tarihli İzmir «Yeni Asır» gazetesinden alınmış bir yazıyı, sizi yaklaşık 60 sene öncesine götürerek biraz düşünceye ve düşünürken de şimdi ile kıyaslamaya davet ediyorum.
"Atatürk'ü kaybettiğimizin dokuzuncu yılına giriyoruz.
Zaman ne çabuk geçiyor. Bu dolmaz boşluğun acısı dün gibi içimizdedir. Fakat dünle bugün arasında, sanki bir adamın geçmesiyle muvazenesi bozulmuş gibi, bütün bir dünya yıkılmış, yeni bir âlemin doğum sancıları ve sarsıntıları ise, hâlâ devam etmekte bulunmuştur. Belki insanlık, onun Türk Milleti için yaptığı beşeriyet hesabına başaracak, onun büyük ideali olan «yurtta sulh, dünyada sulh» davasını son zafere ulaştıracak başka bir Atatürk beklemektedir.
Dünden bugüne değişmemiş, bugünden yarına değişmeyecek olan bir şey vardır. Bu Atatürk sevgisidir. Bu sevgi, onun millete vakfettiği sevgi kadar büyük ve engindir. Sevilmeğe değer olan, hayatı sevdiren her şey bu tek sevgi içine sığmaktadır. Atatürk ölümden kurtardığı milleti için her güzelliğin, her iyiliğin, her doğruluğun sembolü olmuştur. Bu, bir şahsı tanrılaştırmak değildir. Atatürk etten ve kemikten bir insan olarak yaşamış, etten ve kemikten bir insan hatırasıyla kalplerimize yerleşmiştir. O, bu millet için her güzel şey, her iyi şey ve her doğru şey, coşkun iradesinin ve berrak zekâsının bütün kudretiyle istediği ve millete mal ettiği içindir ki bugün güzelliğin, iyiliğin ve doğruluğun timsali olmuştur.
Atatürk'ün ne yaptığı ve neler bıraktığı üzerinde artık söze lüzum yok. Bu, tarihimizin en karanlık devrinden sonra gerçekten nurlu ve aydınlık sahifelerini açmıştır. Her Türk'ün kalbinde, yaşayan bütün emeller onun kalbinde toplanmış ve onun zekâsından süzülerek ifadesini bulmuştur. Türk'ün hür olmasını, bağımsız olmasını, medenî olmasını, bu hasletlerle refaha ve saadete ulaşmasını istemiştir. Bu uğurda, yapılmaz sanılan şeyleri yaymış, aşılmaz sanılan engelleri yıkmış ve Türk Milletinin önünde yepyeni ufuklar açmıştır. Bu ufuklara ulaşmak için onun bize verdiği anlayış, onun hepimizde canlandırdığı iman ve güven hâlâ en büyük kuvvetimizdir."İnan ve güven!" dediği zaman yalnız doğruya inanmak ve yalnız hakka ve onu korumak için, damarlarımızdaki kanın asil cevherine güvenmek gerektiğini bize yeniden öğreten o olmuştur.
Atatürk'ten sonra başarılacak daha ne kadar çok işimiz olduğunu elbet biliyoruz. Hürriyete gerçekten, bütünlüğü ile ve bütün teminatıyla kavuşmak, halk hâkimiyetini söz âleminden hayat âlemine geçirmek, medeniyet hamlesini artık kimseye imrenmeğe lüzum bırakmayacak bir şekilde tamamlamak, bütün vatandaşları sağlam bir refaha ulaştırmak ihtiyacındayız. Atatürk'ün önümüzde açtığı yolun doğruluğuna o kadar inanıyor ve güzelliğini o kadar seviyoruz ki bu yolda ilerlemek azmimizin bir an bile gevşemeyeceğine eminiz. Bunu durdurmak isteyenler bile artık imkânsız bir dava için uğraştıklarının farkında olmağa başlamışlardır. Türk vatandaşı bütün haklarına sahip olmalıdır ve olacaktır. Bütün imkânlara kavuşmalıdır ve kavuşacaktır. Atatürk'ün bu maksatla açtığı mücadele devem etmektedir. Buna demokrasi mücadelesi diyorsak yine pekiyi biliyoruz ki bu Atatürk mücadelesinin kendisinden başka bir şey değildir. O da demokrasi için, Türk vatandaşının kendi kendine hâkim ve sahip olması. Türk Milletinin kendi kendini idare etmesi için savaşmıştır. Bugün, Atatürk'ü kaybetmiş olmanın acısı içinde, Atatürk idealini hiç bir zaman kaybetmemek emniyeti biricik teselli noktasıdır. Atatürk sevgisi vatandaşlar arasında birleştirici bir bağdır. Görüşler ve anlayışlar arasındaki farklar ne olursa olsun, ayni adamın etrafında İstiklâl savaşı için nasıl birleşmiş isek, aynı hatıranın etrafında da hürriyet savaşı için birleşik kalmağa mecburuz. Millet bu birliği bırakmayacaktır. Halkı halâ vesayet altında tutmak isteyenler olsa bile, bunlar Atatürk sevgisi ve ideali içinde birleşenlerin sarsılmaz, yığını karşısında sayılmaya değmeyecek kadar az olduklarını her gün daha iyi sezmektedirler. Atatürk'ün Türk gençliğine vasiyeti Cumhuriyeti korumaktır. Onun istediği ve anladığı cumhuriyet her Türk'ün serbest iradesine ve tam hürriyetine dayanan millet hâkimiyetidir. Bu hâkimiyeti titizlikle kurmak ve korumak, gerçekten Türk gençliğinin ve bütün Türklüğün en yüksek vazifesidir. Bu, kabul etmek lâzımdır ki, bir parti davası olmaktan çok daha ileri ve daha yüksek bir şeydir. Bir millet davasıdır.
Partiler ancak bu davaya sadık ve samimiyetle sadık kaldıkları ölçüde millete ve Atatürk'e lâyık olabilirler. Atatürk'ü sevmenin doğru yolu onun sevdiğini onun gibi sevmektir. O her şeyden çok milleti sevmiştir. Fakat hürriyet ve istiklâl içinde halkı sevmiştir. Vatandaşı sevmiştir. En büyük imkânı yaratan ve en büyük şerefi veren gerçek hürriyeti sevmiştir. Onun sevdiğini sevmeyenler onu nasıl sevebilirler? Fakat onun sevdiği hayatın kendisidir. Hayatı kim sevmez?
Türk Milleti Atatürk'ü unutmayacaktır. Ecel onu pek erken aramızdan almakla bizi yine onsuz bırakamadı. Atatürk bir ışık ve bir ideal olarak kalplerde yerleşmiştir. Türk vatandaşı için bu çok büyük bir mazhariyettir. Hiçbir güçlükten yılmamak, gayeye ulaşmak için hiç bir fedakârlıktan çekinmemek Atatürk'ün bize verdiği derstir. Onunla birlikte başarılan eserler ondan alınan ilhamla ve sönmez azimle tamamlanacak, kemale erişecektir. Öyle denebilir ki, Atatürk bizim için erişilecek gayenin de timsali olmuştur. Atatürk'ün istediklerine varmak, Atatürk'e yeniden kavuşmak olacaktır." Ben bu yazıyı okuduktan sonra biraz daha düşündüm. Sizle paylaşmak isterim kısaca. "Vatan ve millete yanlışlıkla veya kazaen ihanet edilmez. Vatanını ve milletini seven her kişi bu mevhumların gönüllü ve uyanık bekçisi olması gerekir. İşte bunu yapamaz isek, kimseye kızmayalım. Çünkü vatanseverlerin bir şey yapmaması, ihanetin ve hainlerin zaferidir."
Necmi ÖZNEY 28.11.2006 Memleket haber
27 Nisan 2007 Cuma
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder