Makale yazmanın çok güzel yanları olduğu gibi kötü yanları da vardır. Kendini kaptırınca imla yanlışları yaparsın düzeltmeyi unutursun, öylece gönderirsin. Bazen bu yanlışlar editörün gözünden kaçar, utanırsın. Fakat en tehlikeli kötü yan ise tahminlerde bulunmaktır.
Yazı yazarken kâhinlik yapanlar, sonuç olaylar karşısında aptal ve bozguncu durumuna düşerler. Bu bilgiyi verdikten sonra kendime ve fikirlerime olan güvenime dayanarak şunu kesinlikle yazacağım. Türkiye AB'nin üyesi olamayacak. Bu hiçbir zaman katılmayacak anlamında değildir, fakat kısa vadede Birliğin üyesi olamayacak.
Tabii o zaman geldiğinde AB'nin devam ediyor olması lazım. Blair, geçenlerde Türkiye'yi ziyaret etti. Blair umutsuz demesek de karamsar. Bu deyimleri, Blair'e güvendiğim için değil, AB yöneticilerinin "Oyalama" taktiklerini bildiğim için yazıyorum. Son konuşmalarından birinde şunları söyledi: "Türkiye ile katılım sürecine devam etmemiz önemlidir." Aynı sözleri diğer Avrupalı liderlerden de dinleyelim şimdi. Şansölye Angela Merkel Sosyal Demokratlara katıldı ve Türkiye'nin tam üyeliğinin "denemeye değer" olacağını söyledi. Finlandiya Dışişleri Bakanı Erkki Tuomioja "kapının hala açık olduğunu" söylerken, İsveç Dışişleri Bakanı Carl Bild Türkiye'nin üyeliğini hararetle savunmayı sürdürüyor.
Bütün bu olmayacak dualar tam da Türkiye ile AB arasındaki müzakerelerin, Brüksel'in, Türk liman ve havaalanlarını Rumlara açmaması nedeniyle Ankara'yı cezalandırmak için askıya alma kararıyla bir darbe daha yediği bir zamana denk geldi. Açsaydık herhalde, liman binalarının boyasını, hava alanlarındaki hamalların yük taşırken niçin balet adımları ile taşıma yapmadıklarını bahane edeceklerdi. Blair, askıya alma kararının "ciddi bir hata" olduğunu söylerken Türkiye Başbakanı Recep Tayyib Erdoğan kararı "kabul edilemez" şeklinde nitelendirdi.
Türkiye olarak, şimdiye kadar istesek de istemesek de kabul etmek zorunda kalacağımız daha çok şey olduğunu öğrenmiş olmamız gerekirdi. Bizlerin ayrıca bir engeli aştığımızda Avrupa'nın bir başka engel bulacağını da hissediyor olmamız gerekir.
Sonuçta Türkiye olarak, üye olduk diye, bir kilisenin, hiçbir zaman çalmayacak olan çanlarını bekliyoruz. Bir Fransız diplomatın da söylediği gibi Avrupa, kaybetmek istemediği, ancak aynı zamanda evlenmeyi de hiçbir zaman düşünmediği bir metresi olan adama benziyor. Türkiye'nin en vahim hatası, ABD'nin yardımını istemek oldu.
İngiltere de her zaman olduğu gibi Amerika'nın tarafını tuttu ve Türkiye'nin katılımını stratejik temellere dayandırdı: "Katılım, sadece Türkiye açısından değil, Batı ile Müslüman Dünya arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi yönünden de öneme sahiptir." İşte burasını anlamadım. Hemen din öne sürüldü. Aslında söylenmek istenen şey de din mevhumu oldukça AB'ye giriş yok size canlarım benim demekti.
Kapıları kapatmak dünya genelinde Müslümanları uzaklaştıracakmış. Niçin uzaklaşsınlar ki bakın Suudiler, Ürdün, Mısır ile uyumlu bir havaları var. Öte yandan, "Türkiye'yi dâhil etmek ise Batı ile İslam dünyası arasında köprü kurulmasını sağlayacakmış." 4. boğaz köprüsünden bahsediliyor herhalde. Türkiye'nin, bir "Hıristiyan Kulübünden" dışlanma hassasiyeti oldukça yanlışmış:" "Avrupa bugün bir Hıristiyan kulübü değilmiş ve hatta radikal İslamcılık korkusu da başlıca faktör değilmiş.
Aslına gelirsek sorun kültürel, ekonomik veya dini değil basit biçimde coğrafi imiş. Bunun oldukça geç farkına varmışlar, ancak Türkiye'nin neden uzun bir süre Birliğin üyesi olamayacağını bu şekilde açıklıyorlar." Ben bu cümleleri duyduktan sonra canım sıkıldı ve çok üzüldüm. Afganistan, Türkmenistan ve Kırgızistan gibi ülkeler adına. Onların coğrafi sorunları yüzünden AB ile ilişki kurmaları biraz zor. Şaka bir yana. Ben AB yöneticilerini hakikaten seviyor ve takdir ediyorum. Nedenini sorarsanız, adamlar lafı kıvırtmadan adam gibi söylüyorlar. Maksatlarını gayet açık anlatıyorlar. Biz buna dış politika diyoruz. Onlar ise, politika molitika yapmıyorlar. Gayet açık sömürü düzenlerini yerleştiriyorlar. Zaten ekonomi çarkı AB'ye doğru dönüyor.
Türkiye olarak o kadar çok seçeneğimiz var ki. Ama hepsini de görmemezlikten geliyoruz. Bizim de içinde olmamız gereken birkaç tren var şu anlarda. O trenlerde kalktı kalkacak. Trenlerin sahipleri nerdeyse yalvarıyorlar ne olun kaçırmayın diye. İşte bu fırsatlardan sadece ikisini yazıyorum, örnek olarak.
İran, Türkiye'nin İran'dan doğalgaz ithal etmek yerine İran'da doğalgaz yatırımlarına katılmasını ve Türkiye'nin İran doğalgazı ihracatına bizzat iştirak etmesini istiyor. Bu isteği, İran İslam Cumhuriyeti İslami Şura Meclisi Enerji Komisyonu Başkanı dile getirmiş. İran'ın komşu ve dostu Türkiye ile işbirliğini geliştirmek konusunda her hangi bir sınırlaması olmadığını da söylemiş. Çokta güzel söylemiş.
Rusya'nın Gasprom şirketinin Ermenistan'ın İran İslam Cumhuriyeti sınır bölgesinde rafineri kurulması projesini inceliyor. Bu proje, petrolün İran'dan alınarak, Ermenistan'da kurulacak rafineride arıtılması ve ihtiyaç fazlasının Tebriz'e geri verilmesini içeriyor, Ermenistan'ın sırf Türkiye'nin ilgisizliği yüzünden başına konan talih kuşunu görebiliyor musunuz?
Necmi ÖZNEY
03.02.2007 Memleket Haber
27 Mayıs 2007 Pazar
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder