Globalleşen Dünya deyimi veya küreselleşme, emperyalizmin gizlenen yeni adıdır. Hedef alınan ülkelere, yabancı yatırımcının getireceği Sıcak para, yeni yatırımlar yapılacak yutturmacası adı altında yavaş yavaş sokulmalarla başlatılır.
Yabancı sermayenin değişmez düsturu, kazan ve yine kazan olduğundan, göz konulan ülkenin, soyulacak, içi boşaltılacak neleri varsa hızlı bir şekilde tespit edilip, neresinin nasıl soyulacağı planları ayrıntıları ile yapılıyor. Borsa, fonlama ve özelleştirme adı altında yapılan planların fire vermeden işlemesi için işin içine politika ve politikacılar dâhil ediliyor. Alınan kararlar ve çıkarttırılan kanunlarla kamu malları süratle el değiştiriyor ve yabancılaşıyor. Bütün bunların doğal sonucu olarak o devletin ekonomik ve politik bağımsızlığı denetim ve baskı altına alınmış oluyor.
Türkiye'de küreselleşmenin adı, Avrupa birliğidir. Halkımızın bazı kesimleri hala bazı şeylerin farkında değil. Bu işlerin sonunda ne kazanacak ne kaybedecek, doğru düzgün bırakın bilgisini, bir fikri bile yoktur. Halk niçin yoksul, neden işsiz ve muhtaç olduğunu düşünemiyor. Onun beklentisi, AB işi olursa tası tarağı toplayıp Avrupa'ya gidecek, ertesi gün çalışmaya ve iyi para kazanmaya başlayacak. Hele bunların arasında henüz bekâr olan aslanlarımız var ki, gelecekteki hayatına, sarışın bir güzeli şimdiden monte etmiş bile. Bir mesleği yok. Bir diploması yok ama bunları düşünebiliyor, hayal edebiliyor.
Aslında Türk halkı neredeyse yüzde 90 lara varan bir oranda AB'ye ve Batıya güvenmiyor. Fakat bu süreç başladı başlayalı hangi parti iktidara gelirse gelsin, AB'yi, halkı uyutmak için kullanıyor. Yani, AB'de ayni türban olayı gibi, halka, ortamına göre, belirli dozda verilen bir uyuşturucu görevi görüyor. Politikacının en korkunç söylemi ise, Avrupa birliği üyeliğinin Atatürk tarafından hedef gösterildiğini, Atatürk'ün her söylediğini çarpıtarak söylüyorlar. Muasır medeniyet seviyesinin ne anlama geldiğinin farkında bile değiller. Kısaca politik ikballeri uğruna istedikleri gibi sorunları eğip büküp kullanabiliyorlar. İktidarda olan parti AB'ci oluyor, muhalefette olan parti ise AB karşıtı.
İş adamları hangi devlete mensup olduğunu unutarak ve emperyalist sermayenin ne yapabileceğini düşünmeden daha çok kazanabileceğini zannediyor. Fakat düşünemiyorlar ki, emperyalizmin kuralı gereği, önce yemlenecekler, biraz semirtilecekler ve ondan sonrada ham yapılacaklar. Ama kıt zekâları, genelde, babadan kalma işleri ve paraları olduğu için yalnızca ön kazançları görmeleri onlar için yeterli oluyor, geniş bir ufukla geleceğe bakamıyorlar.
Bu konuda yalnızca ben ve benim gibiler böyle düşünmüyor. Avrupalı bile artık global sermaye hakkında böyle düşünüyor. Kendilerini ezdirmemek için yasal tedbirler alıyorlar.
Normal ve eşitlikli koşullarda ticaret yapalım, yabancı sermaye gelsin adam gibi yatırım yapsın biz bunlara karşı değiliz. Karşı olduğumuz, bize AB'yi bir havuç yaparak, olmayan bir ermeni sorunu, kardeşi kardeşe düşman edecek Kürt sorunu, Ege sorunu, Kıbrıs sorunu gibi 1850 lerden beri bozmaya çalıştıkları sorunları ortaya koymaları. Bunların sonucu olarak Milli bütünlüğümüzü, bağımsızlığımızı elimizden alma, yurdumuzu bölme çalışmaları.
AB ile yatıyor AB ile kalkıyoruz. Elimizi kolumuzu öylesine bağlamışlar ki, Patagonya'ya Kuru fasulyeden elde ettiğimiz yan ürün olan davul tozunu satmaya kalksak müsaade etmiyorlar. Batının izni olmadan minare gölgesi kültür derneği bile kuramıyorsun Patagonya ile.
Yani AB'nin kucağına tam oturmuş vaziyetteyiz. Oysaki Türkiye'nin önünde öyle güzel seçenekler var ki. Bu seçeneklerin bazılarını gerçekleştirmeyi düşünmek bile Türkiye'yi Dünyada saygın bir yere getirmeye ve halkını refaha kavuşturmaya yeter. Yeter ki bu vatanı severek düşünebilelim.
Necmi ÖZNEY
necmiozney@gmail.com
Yabancı sermayenin değişmez düsturu, kazan ve yine kazan olduğundan, göz konulan ülkenin, soyulacak, içi boşaltılacak neleri varsa hızlı bir şekilde tespit edilip, neresinin nasıl soyulacağı planları ayrıntıları ile yapılıyor. Borsa, fonlama ve özelleştirme adı altında yapılan planların fire vermeden işlemesi için işin içine politika ve politikacılar dâhil ediliyor. Alınan kararlar ve çıkarttırılan kanunlarla kamu malları süratle el değiştiriyor ve yabancılaşıyor. Bütün bunların doğal sonucu olarak o devletin ekonomik ve politik bağımsızlığı denetim ve baskı altına alınmış oluyor.
Türkiye'de küreselleşmenin adı, Avrupa birliğidir. Halkımızın bazı kesimleri hala bazı şeylerin farkında değil. Bu işlerin sonunda ne kazanacak ne kaybedecek, doğru düzgün bırakın bilgisini, bir fikri bile yoktur. Halk niçin yoksul, neden işsiz ve muhtaç olduğunu düşünemiyor. Onun beklentisi, AB işi olursa tası tarağı toplayıp Avrupa'ya gidecek, ertesi gün çalışmaya ve iyi para kazanmaya başlayacak. Hele bunların arasında henüz bekâr olan aslanlarımız var ki, gelecekteki hayatına, sarışın bir güzeli şimdiden monte etmiş bile. Bir mesleği yok. Bir diploması yok ama bunları düşünebiliyor, hayal edebiliyor.
Aslında Türk halkı neredeyse yüzde 90 lara varan bir oranda AB'ye ve Batıya güvenmiyor. Fakat bu süreç başladı başlayalı hangi parti iktidara gelirse gelsin, AB'yi, halkı uyutmak için kullanıyor. Yani, AB'de ayni türban olayı gibi, halka, ortamına göre, belirli dozda verilen bir uyuşturucu görevi görüyor. Politikacının en korkunç söylemi ise, Avrupa birliği üyeliğinin Atatürk tarafından hedef gösterildiğini, Atatürk'ün her söylediğini çarpıtarak söylüyorlar. Muasır medeniyet seviyesinin ne anlama geldiğinin farkında bile değiller. Kısaca politik ikballeri uğruna istedikleri gibi sorunları eğip büküp kullanabiliyorlar. İktidarda olan parti AB'ci oluyor, muhalefette olan parti ise AB karşıtı.
İş adamları hangi devlete mensup olduğunu unutarak ve emperyalist sermayenin ne yapabileceğini düşünmeden daha çok kazanabileceğini zannediyor. Fakat düşünemiyorlar ki, emperyalizmin kuralı gereği, önce yemlenecekler, biraz semirtilecekler ve ondan sonrada ham yapılacaklar. Ama kıt zekâları, genelde, babadan kalma işleri ve paraları olduğu için yalnızca ön kazançları görmeleri onlar için yeterli oluyor, geniş bir ufukla geleceğe bakamıyorlar.
Bu konuda yalnızca ben ve benim gibiler böyle düşünmüyor. Avrupalı bile artık global sermaye hakkında böyle düşünüyor. Kendilerini ezdirmemek için yasal tedbirler alıyorlar.
Normal ve eşitlikli koşullarda ticaret yapalım, yabancı sermaye gelsin adam gibi yatırım yapsın biz bunlara karşı değiliz. Karşı olduğumuz, bize AB'yi bir havuç yaparak, olmayan bir ermeni sorunu, kardeşi kardeşe düşman edecek Kürt sorunu, Ege sorunu, Kıbrıs sorunu gibi 1850 lerden beri bozmaya çalıştıkları sorunları ortaya koymaları. Bunların sonucu olarak Milli bütünlüğümüzü, bağımsızlığımızı elimizden alma, yurdumuzu bölme çalışmaları.
AB ile yatıyor AB ile kalkıyoruz. Elimizi kolumuzu öylesine bağlamışlar ki, Patagonya'ya Kuru fasulyeden elde ettiğimiz yan ürün olan davul tozunu satmaya kalksak müsaade etmiyorlar. Batının izni olmadan minare gölgesi kültür derneği bile kuramıyorsun Patagonya ile.
Yani AB'nin kucağına tam oturmuş vaziyetteyiz. Oysaki Türkiye'nin önünde öyle güzel seçenekler var ki. Bu seçeneklerin bazılarını gerçekleştirmeyi düşünmek bile Türkiye'yi Dünyada saygın bir yere getirmeye ve halkını refaha kavuşturmaya yeter. Yeter ki bu vatanı severek düşünebilelim.
Necmi ÖZNEY
necmiozney@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder