O parti veya şu parti ayırımı yapmadan yaklaşık elli senedir, Türkiye’de seçilmiş veya üst düzey bürokraside görev alan ve Türkiye’nin geleceğini planlayan kişilerin zihniyetlerini açıkça gözlemleme imkânı bulabildiğimiz konulardan birisi de, 1990 lı yıllarda başlayan Avrupa Birliği hayali olmuştur.
Yapay olarak yaratılan kürt meselesinden laiklik meselesine, demokrasi'ye, demokrasi'den çok hukukluluğa kadar bütün konularda olduğu gibi Avrupa Birliği konusunda da, hazır kalıplar, hazır şablonlar tercih edilmekte, kıt bilgilerle büyük teoriler kurulmaya çalışılmakta, felsefi derinlik olmadan, teknik ve pratik olarak devlete ve millete ne getirip ne götüreceği düşünülmemekte, bırakın bunları en basit bir şekilde dahi bir kar zarar hesabı yapılmamaktadır.
Bize anlatılmaya çalışılan Batı ve AB, yani bizim yöneticilerin zihnindeki Batı ve Avrupa ile hakiki Batı ve hakiki Avrupa örtüşüyor mu? Acaba biz Avrupa Birliği’ne girebilir miyiz? Yahut onlar bizi içlerine alırlar mı? Onlar alsalar dahi şu anki şartlarda Biz AB’ye girmeli miyiz? Bu iki koşulda acaba ne kazanır veya ne kaybederiz? İşte bu mevzuda aslen tartışılması gereken ana konular bunlardır. Yani tartışmamız gereken bu konuların ideolojisi değil, felsefi ve teknik detaylarının olması gerekir. İşte, idarecilerin fikren zayıflığı burada ortaya çıkıyor. Ya bilerek veya bilmeyerek Türkiye’yi yönetenlerin, her hangi bir konuda bir iş yapılacaksa pek itibar etmediği olguların başında, yapılacak işin felsefesi ve tekniği gelmektedir. Yani, biz bir şeyler yapalım da isterse istim arkadan gelsin arkadaş zihniyeti.
Avrupa Birliği'nin gerçekte ne olduğu hakkında fikir beyan edecek olan bizler değiliz bunu yapacak olanlar bizzat Avrupalılardır. Bize söyledikleri olumsuz şeyleri, birlik ve bütünlüğümüzü bozacak, deveyi iğne deliğinden geçirin gelin anlamındaki isteklerini üstümüze almamak ve anlamamazlıktan gelme durumumuzun devam etmesi halinde ise hakikati anlamamız için, diplomatik nezaketlerini de bozacak ve daha ağır isteklerde bulunabileceklerdir.
Avrupalıların çoğunluğuna göre, Avrupa, Avrupalılarındır, Türkler Avrupalı değildirler, Yine Avrupalılara göre Avrupalı olmak için şu şartlar gereklidir. Beyaz olmak, Avrupa'ya en az bin yıl önce gelerek yerleşmiş olmak, Yunan ve Roma kültürü ile gelişmiş olmak, Hıristiyan olmak. Hatta bazı tutucu Avrupalılar içinde hala Fransızlardan sonra Avrupa'ya geldiği, Roma'ya düşmanlık ettiği ve geç Hıristiyan olduğu için Almanları bile ikinci sınıf Avrupalı olarak görenler vardır.
Avrupa'nın Avrupalıların oluşu ile Avrupa Birliği'nin yeni bir sömürü projesi oluşu arasında gizli ve derin bir ilişki vardır. Genel Batı Medeniyeti'nin de dışında olan ve Avrupa Birleşik Devletleri hedefine yol alan bir projedir. Avrupalı olmayana bu projede yer verilemez.
Avrupalı tarafından açıkça söylenmiştir ki, Avrupa Birliği bir Hıristiyan Kulübüdür. Bunun böyle olması tabii ve zorunludur. Batıcı ve aydın geçinenlerin anlamakta güçlük çektiği nokta, bu ikisinin arasındaki kopmaz bağdır. Avrupa ve Hıristiyanlık, Batılı'nın kültürüne öylesine işlemiştir ki, Avrupa’nın dinsizi dahi onlarca hıristiyandır.
Haydi, biz aynen devam edelim. Bize üstü örtülü ve açık açık söylenenleri hala anlamaya çalışmayalım. Milli ve manevi duygularımızın yok edilmesine ilgisiz kalalım. Ilımlı İslam gibi uydurmalara çanak açalım. Büyük Atatürk’ün koyduğu laiklik ilkesini silkeleyip atalım. Hatta dinler arası diyalog hikâyeleri çerçevesinde, Anlamı, Allah birdir ve Hazreti Muhammed onun peygamberidir olan Kelime i şahadet’i kısaltıp yalnızca La ilahe illallah diyelim. ( dehşet ve üzüntü içinde, böylede söylense bile bir şey fark etmez diyen dindar birkaç kişi bile tanıdım.)
İşte bütün bu olmuş olan ve olacak olan tüm emperyalist isteklerin ve Türkiye karşıtı girişimlerin karşısında Atatürk ilkeleri ve Büyük Atatürk’ümüzün manevi şahsiyeti altında, Atatürk evlatları daima karşı duracaklardır. İşte Avrupalının Atatürk korkusu ve karşıtlığı buradan gelmektedir.
Necmi ÖZNEY
Yapay olarak yaratılan kürt meselesinden laiklik meselesine, demokrasi'ye, demokrasi'den çok hukukluluğa kadar bütün konularda olduğu gibi Avrupa Birliği konusunda da, hazır kalıplar, hazır şablonlar tercih edilmekte, kıt bilgilerle büyük teoriler kurulmaya çalışılmakta, felsefi derinlik olmadan, teknik ve pratik olarak devlete ve millete ne getirip ne götüreceği düşünülmemekte, bırakın bunları en basit bir şekilde dahi bir kar zarar hesabı yapılmamaktadır.
Bize anlatılmaya çalışılan Batı ve AB, yani bizim yöneticilerin zihnindeki Batı ve Avrupa ile hakiki Batı ve hakiki Avrupa örtüşüyor mu? Acaba biz Avrupa Birliği’ne girebilir miyiz? Yahut onlar bizi içlerine alırlar mı? Onlar alsalar dahi şu anki şartlarda Biz AB’ye girmeli miyiz? Bu iki koşulda acaba ne kazanır veya ne kaybederiz? İşte bu mevzuda aslen tartışılması gereken ana konular bunlardır. Yani tartışmamız gereken bu konuların ideolojisi değil, felsefi ve teknik detaylarının olması gerekir. İşte, idarecilerin fikren zayıflığı burada ortaya çıkıyor. Ya bilerek veya bilmeyerek Türkiye’yi yönetenlerin, her hangi bir konuda bir iş yapılacaksa pek itibar etmediği olguların başında, yapılacak işin felsefesi ve tekniği gelmektedir. Yani, biz bir şeyler yapalım da isterse istim arkadan gelsin arkadaş zihniyeti.
Avrupa Birliği'nin gerçekte ne olduğu hakkında fikir beyan edecek olan bizler değiliz bunu yapacak olanlar bizzat Avrupalılardır. Bize söyledikleri olumsuz şeyleri, birlik ve bütünlüğümüzü bozacak, deveyi iğne deliğinden geçirin gelin anlamındaki isteklerini üstümüze almamak ve anlamamazlıktan gelme durumumuzun devam etmesi halinde ise hakikati anlamamız için, diplomatik nezaketlerini de bozacak ve daha ağır isteklerde bulunabileceklerdir.
Avrupalıların çoğunluğuna göre, Avrupa, Avrupalılarındır, Türkler Avrupalı değildirler, Yine Avrupalılara göre Avrupalı olmak için şu şartlar gereklidir. Beyaz olmak, Avrupa'ya en az bin yıl önce gelerek yerleşmiş olmak, Yunan ve Roma kültürü ile gelişmiş olmak, Hıristiyan olmak. Hatta bazı tutucu Avrupalılar içinde hala Fransızlardan sonra Avrupa'ya geldiği, Roma'ya düşmanlık ettiği ve geç Hıristiyan olduğu için Almanları bile ikinci sınıf Avrupalı olarak görenler vardır.
Avrupa'nın Avrupalıların oluşu ile Avrupa Birliği'nin yeni bir sömürü projesi oluşu arasında gizli ve derin bir ilişki vardır. Genel Batı Medeniyeti'nin de dışında olan ve Avrupa Birleşik Devletleri hedefine yol alan bir projedir. Avrupalı olmayana bu projede yer verilemez.
Avrupalı tarafından açıkça söylenmiştir ki, Avrupa Birliği bir Hıristiyan Kulübüdür. Bunun böyle olması tabii ve zorunludur. Batıcı ve aydın geçinenlerin anlamakta güçlük çektiği nokta, bu ikisinin arasındaki kopmaz bağdır. Avrupa ve Hıristiyanlık, Batılı'nın kültürüne öylesine işlemiştir ki, Avrupa’nın dinsizi dahi onlarca hıristiyandır.
Haydi, biz aynen devam edelim. Bize üstü örtülü ve açık açık söylenenleri hala anlamaya çalışmayalım. Milli ve manevi duygularımızın yok edilmesine ilgisiz kalalım. Ilımlı İslam gibi uydurmalara çanak açalım. Büyük Atatürk’ün koyduğu laiklik ilkesini silkeleyip atalım. Hatta dinler arası diyalog hikâyeleri çerçevesinde, Anlamı, Allah birdir ve Hazreti Muhammed onun peygamberidir olan Kelime i şahadet’i kısaltıp yalnızca La ilahe illallah diyelim. ( dehşet ve üzüntü içinde, böylede söylense bile bir şey fark etmez diyen dindar birkaç kişi bile tanıdım.)
İşte bütün bu olmuş olan ve olacak olan tüm emperyalist isteklerin ve Türkiye karşıtı girişimlerin karşısında Atatürk ilkeleri ve Büyük Atatürk’ümüzün manevi şahsiyeti altında, Atatürk evlatları daima karşı duracaklardır. İşte Avrupalının Atatürk korkusu ve karşıtlığı buradan gelmektedir.
Necmi ÖZNEY
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder