17 Kasım 2008 Pazartesi

EKONOMİ ZURNASININ ZIRT DELİĞİ

Küresel krizin ABD ve AB ülkelerine ne kadar zarar verdiği rakamsal olarak bilinemiyormuş.

Bu, Amerika ve Avrupa’nın, istediklerini elde edemez ve düşündükleri sömürüyü gerçekleştiremezlerse, “Dünya genelinin ekonomik durumunu tekrar altüst edebilir ve dengeleri tekrar bozarak istikrarsızlığa sürükleyebiliriz.” demektir.

Uluslararası sermaye, sürekli bir biçimde, etki alanını genişletmek etki gücünü arttırmak istediği için, ülke ekonomileri, yapay olarak küresel sermayenin lehine bozuluyor. Uluslararası sermayenin denetimindeki dünya ekonomisinin, ülkeler bazındaki meydana çıkardığı yıkımların çözümleri, IMF ve yerli işbirlikçiler eliyle daha da çıkmaza sokuluyor. Küresel emperyalizmin kurucusu, ABD ve AB sermayelerinin bu şekilde ki davranışlarına artık dur demenin zamanı gelmiştir.

Küresel sömürünün varmak istediği noktaya gidememesi için, sömürülmeye çalışılan devletler bölgesel güçler oluşturmalı ve ulus devletler kendi aralarında birlikler kurarak sömürü amaçlı ekonomik ve politik darbelere karşı koymaya çalışmalıdırlar. Küresel ahtapotun kolu olan IMF tarafından devreye sokulacak senaryo bugünkü bozuk dü­zeni daha da bozacak ve Küresel sermaye daha da azgınlaşacaktır.

Türkiye, küresel sermayenin dayatacağı yeni isteklerle uluslararası şirketlerin tam denetimine sokulmak istenmektedir. Bunun sonucunda ekonomik dur­gunluk artacak, borçlar taşınmaz nok­taya varacak, gelir dağılımı daha da bozulacak ve başta hangi hükümet olursa olsun ekonomik müdahale yapamayacak duruma gelecektir.

Ekonomik güçlükler, zaten can çekişen, bir şeyler üretmeye çalışan yerli sermayenin piyasadan çekilmesine neden olacaktır. Böyle bir durum ise ekonomik ve toplumsal sorunlar yaratacaktır.

Türkiye’nin geri kalmış bölgelerinin sanayi, Altyapı ve tarım gibi sektörlerinin yatırımsız kalması, düşük gelirli vatandaşlara yönelik mal ve hizmet üretiminin de sınırlanması demektir. Sonuç olarak, uluslar­arası şirketlerin küresel hesaplarına uygun bir tüketim yapısı or­taya çıkar ki, bu da ülkeyi yıkıma götürür.

Ülke içindeki yabancı sermayenin egemenliği arttıkça, üretime katılmayan, yüksek faiz kazancı peşinde koşan sermaye giriş çıkışlarının miktarı büyüdükçe, Türkiye bunları dengeleyebilmek için elinde daha çok rezerv tutmak zorunda kalacak ve bunun sonucunda iç ve dış borçları artacaktır.

Türkiye’den dışarı transfer edilen faiz ve kâr toplamı daha da büyüyecektir. Ser­maye birikimine kaynak olması ve Türkiye içinde kalması gereken kazanç ülke dışına çıkacağından, yerli sermaye daha da kötü duruma düşecektir. Bu da, Türk halkının kazancının yalnızca yoğun emek geli­rinden kaynaklanır hale gelmesi, çok az kalacak yerli sermayeyi kârlı tutabilmek için ücretlerin baskı altına alınması, halkın sosyal haklarının giderek yok edilmesine kadar varacaktır. Sermaye geliri olmayan, düşük ücretin oluşturduğu emek gelirine mahkûm bir devlet üçüncü dünya ülkesi olarak nitelenir.

Uluslar­arası sermayeyle işbirliği yapan belli bazı yerli sermayenin zenginleşme­si gelir dağılımını daha da bozacaktır. Uluslararası şirketlerin egemenliğine girmiş yer­li yabancı karışımı bir sermayenin daha da kârlı olmasına hizmet eden bir dev­letin ülke içi barışı koruması zor olacaktır.

Gözünü para hırsı bürümüş belli bir kesimin bunu devam ettirebilmesi uğruna, ortak çıkarların, ortak değer­lerin, ortak tarihin tahrif edilmesi ibretle izlenmelidir. Halkın eğitimini ve refahını yükseltemeyen, hukuk devleti kurallarına saygı göstermeyen bir idarenin, ekonomik ve politik olarak, gücü yok demektir.

Büyük Ata’nın, ekonomik bağımsızlık yoksa ulusal bağımsızlıkta yok demektir sözünü daima hatırlamalı ve ulusal stratejimizi O’nun fikirleri üzerine kurmalıyız.

Necmi ÖZNEY

Hiç yorum yok: