Bir ülkenin anayasasına ve kuruluş felsefesine uymayan, eline fırsat geçtiği an anayasayı bir yerlerinden delmeye çalışan, kafasına esen her işi, bunu halk böyle istiyor, çoğunluk bende diyerek halkın diğer çoğunluğunu görmemezlikten gelen partilerden, cumhuriyet savcılığı kurumu olmazsa millet acaba kendisini nasıl koruyabilir? Savcıların görevi, herhangi anayasa ve hukuk dışı bir durum baş vermeye başladığı an halk adına harekete geçmektir.
Demokrasinin yavaş yavaş aşındırılmasından şüphe duyulduğu an, eğer o devlet bir hukuk devleti ise tabii olarak hukuk sisteminin acil olarak harekete geçmesi gerekir. Cumhuriyetin Hâkim ve savcılarının en saygı duyacağımız kişiler olması gerekir. Bir savcının muhatabı olan kişi veya kuruluşa düşen ise, hiçbir söz dalaşına girmeden kendisine yapılan iddialar karşısında kendini temize çıkarması gerekir. Çünkü bir Cumhuriyet savcısı keyfi olarak hareket etmez, edemez. Bir savcının elinde yeterli delil oluşmadan her hangi bir şey için dava açma hazırlığı yapmaz. Sayın Başsavcı yeterli delil bulmuştur ki, daha fazla beklemeden davayı açmıştır. Herkese eşit mesafeli durmak ve elde edilen delilleri zaman aşımına uğratmadan mahkemeye sunmak, işte tüm savcıların asli görevi de zaten budur.
İbretle izliyoruz, herkes her aklına geleni neredeyse hakarete varan bir tarzda konuşmaya başladı. Atmosfere niçin olduğu anlaşılamayan bir panik havası yayılmaya başladı.
Anayasa mahkemesi, hâkimleri ve savcıları ile Türkiye’nin temel direğidir. Onlar yıpratılmaya kalkışılırsa devletin devamı tehlikeye girer. Birileri özgürlük ve demokrasi naraları atmaya başlamasın, demokrasiler kendilerini geliştirebildiği ve tehditlere karşı koruyabildiği ölçüde vardır. Bundan sonra sözü Anayasa Mahkemesi söyleyecek, yargı sürecini etkilemeye yönelik her hareket ve konuşma başka iddianamelere neden olacaktır. Onun için telaş etmeye ve paniğe gerek yok.
Aslında, konu Türk halkı için hiç sürpriz olmadı. Çünkü 22 Temmuz 2007 seçimlerinden sonraki tutum ve kendisini devletin mutlak hâkimi sayan davranışlar ile adeta böyle bir sonuca gelinmesini, ulaşılan bu süreçte yönetim isteyerek kendisi hazırlamıştır.
Milletin, anayasal kurumların, özgürlüklerin, kadınlarımızın, Atatürk ilkelerinin ve bunun gibi daha birçok şeyin bile bile tehlikeye atıldığı ve hiçe sayıldığı ortadadır. Kimse kâhinlik yapmıyor ama artık süt bebeleri bile bunun farkına varmaya başlamıştır.
Türkiye ve Türk halkı, geçmişinde hiçbir zaman bu kadar onuruyla oynanmamış, başka milletler karşısında bu kadar aşağılanmamış ve hiç bu kadar güçsüz bırakılmamıştı. AB ve ABD’nin davranışları ise hiç hoş durmadı. Birileri onlara Türkiye’nin sömürge ülkesi olmadığını anlatması lazım ama bunları anlatması gereken kişi ve kurumlar kendi ikballerini bir tarafa koyması gerekir.
Türkiye’de kimse parti kapatma sevdalısı değildir. Ama Türk halkı onlarca hayati konu varken sudan konuları da aylarca tartışmak istemiyor. Bindirilmiş yandaşların şak şakları ile zamanı boşa geçirmek ülkemizi felakete sürüklüyor. Zaman, işçiye, esnafa ve ekonomik zorluk içindeki halka bire bir kulak verme ve devleti hakikaten yönetme zamanıdır.
Necmi ÖZNEY
Demokrasinin yavaş yavaş aşındırılmasından şüphe duyulduğu an, eğer o devlet bir hukuk devleti ise tabii olarak hukuk sisteminin acil olarak harekete geçmesi gerekir. Cumhuriyetin Hâkim ve savcılarının en saygı duyacağımız kişiler olması gerekir. Bir savcının muhatabı olan kişi veya kuruluşa düşen ise, hiçbir söz dalaşına girmeden kendisine yapılan iddialar karşısında kendini temize çıkarması gerekir. Çünkü bir Cumhuriyet savcısı keyfi olarak hareket etmez, edemez. Bir savcının elinde yeterli delil oluşmadan her hangi bir şey için dava açma hazırlığı yapmaz. Sayın Başsavcı yeterli delil bulmuştur ki, daha fazla beklemeden davayı açmıştır. Herkese eşit mesafeli durmak ve elde edilen delilleri zaman aşımına uğratmadan mahkemeye sunmak, işte tüm savcıların asli görevi de zaten budur.
İbretle izliyoruz, herkes her aklına geleni neredeyse hakarete varan bir tarzda konuşmaya başladı. Atmosfere niçin olduğu anlaşılamayan bir panik havası yayılmaya başladı.
Anayasa mahkemesi, hâkimleri ve savcıları ile Türkiye’nin temel direğidir. Onlar yıpratılmaya kalkışılırsa devletin devamı tehlikeye girer. Birileri özgürlük ve demokrasi naraları atmaya başlamasın, demokrasiler kendilerini geliştirebildiği ve tehditlere karşı koruyabildiği ölçüde vardır. Bundan sonra sözü Anayasa Mahkemesi söyleyecek, yargı sürecini etkilemeye yönelik her hareket ve konuşma başka iddianamelere neden olacaktır. Onun için telaş etmeye ve paniğe gerek yok.
Aslında, konu Türk halkı için hiç sürpriz olmadı. Çünkü 22 Temmuz 2007 seçimlerinden sonraki tutum ve kendisini devletin mutlak hâkimi sayan davranışlar ile adeta böyle bir sonuca gelinmesini, ulaşılan bu süreçte yönetim isteyerek kendisi hazırlamıştır.
Milletin, anayasal kurumların, özgürlüklerin, kadınlarımızın, Atatürk ilkelerinin ve bunun gibi daha birçok şeyin bile bile tehlikeye atıldığı ve hiçe sayıldığı ortadadır. Kimse kâhinlik yapmıyor ama artık süt bebeleri bile bunun farkına varmaya başlamıştır.
Türkiye ve Türk halkı, geçmişinde hiçbir zaman bu kadar onuruyla oynanmamış, başka milletler karşısında bu kadar aşağılanmamış ve hiç bu kadar güçsüz bırakılmamıştı. AB ve ABD’nin davranışları ise hiç hoş durmadı. Birileri onlara Türkiye’nin sömürge ülkesi olmadığını anlatması lazım ama bunları anlatması gereken kişi ve kurumlar kendi ikballerini bir tarafa koyması gerekir.
Türkiye’de kimse parti kapatma sevdalısı değildir. Ama Türk halkı onlarca hayati konu varken sudan konuları da aylarca tartışmak istemiyor. Bindirilmiş yandaşların şak şakları ile zamanı boşa geçirmek ülkemizi felakete sürüklüyor. Zaman, işçiye, esnafa ve ekonomik zorluk içindeki halka bire bir kulak verme ve devleti hakikaten yönetme zamanıdır.
Necmi ÖZNEY
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder